Filiz Uzun
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrolarında oynanan “Gece O Kadar Kirliydi Ki İkisi De Kayboldular” oyununu son gecesinde izledim. İyi ki de izledim. Salona oturup oyun sahnesini ilk gördüğüm an bende bir duygu seli yaşandı. Beni ta küçüklüğüme götürdü. Savaş sonrası derme çatma toplanıp oluşturulan evime…
Demir karyolalar, eski halılar, kırık dökük sandalye ve tahta masa… Hepsi bu kadar, tüm eşyalar bu kadar... Fakirliğin, çaresizliğin izleri...
Plinio Marcos'un yazdığı Neyra Karaböcü'nün yönettiği Hakan Sağlam ve Hüseyin Kombaycı'nın oynadığı 'Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular' oyunu bize fakirliğin ve çaresizliğin boyutlarını gösterdi Devlet Tiyatrolarının sahnesinde… En mühimi de ellerine geçen fırsatı iyi değerlendiremedikleri için, sonlarının vahim sonuçlarını gördük bu oyunla...
Ben bu oyundan çok etkilendim. Minik tiyatro sahnesinde tam da oyuncuların istediği gibi oyuncularla seyirci arasında inanılmaz bir etkileşim oldu. Her şiddet anında irkildik yerimizden. Her tabancayı gördüğümüzde de korktuk. Fakirliklerine üzüldük. Çaresizliklerini tam da en derinimizde hissettik.
Tiyatro bu olsa gerek. Tiyatronun içine giren biri asla çıkamaz. İster oyuncu ister izleyen olun. Tiyatro hayatın bir parçasıdır. Yaşamdır. Gerçektir. Ondan isteseniz de kaçamazsınız.
Dilerim ülkemizde tiyatro hak ettiği değeri görür. Bir tiyatro sever olarak daha sık oyunlar izlemek, oyunların sergilenebileceği sahneler görmek istiyorum.
1999 yılında yanan ve hala yenisi yapılamayan tiyatro sahnesini el birliğiyle oluşturmaya davet ediyorum tüm tiyatro severleri.
Genç arkadaşlarımın dediği gibi tiyatro candır, tiyatro bizimdir. Tiyatroyu sevelim ve sahip çıkalım.
Sevgili Hakan Sağlam ve Hüseyin Kombaycı. Oyuna katkı koyan tüm tiyatrocu arkadaşlar. İyi ki varsınız.
Hüseyin KOMBAYCI
F.U: Seni tanıyalım kısaca?
H.K: Ben Hüseyin Kombaycı, 1989 Girne doğumluyum. Kendimi bildim bileli sanatın bir dalıyla ilgili oldum. İlk önce müzik yaptım. 6 yıl bir grupta solistlik yaptım. 2012-2013 yılında Yakın Doğu Üniversitesi Sahne Sanatları Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı mezunuyum. Tiyatro okuduğum yıllar boyunca Alsancak Belediye Tiyatrosunda kuruculuk, eğitmenlik ve oyunculuk yaptım. Tiyatro Mod’u kurduk, sonra Mekânsız Oyuncular Derneği olarak yine orada da tiyatro yaptım. Okulda 7 oyunda görev aldım. Mezun olduktan sonra askerlik ve sonrasında da çalışma hayatı. Bu oyunla tekrar tiyatroya döndüm.
Hakan SAĞLAM
F.U: Seni tanıyabilir miyiz?
H.S: Ben Hakan Sağlam. 1987 Ankara doğumluyum. Yakın Doğu Üniversitesi Sahne Sanatları Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı öğrencisiyim. Bu yıl mezun oluyorum. Bugün son sınavıma girdim. Tiyatroya ben Ankara’da amatör olarak belediye tiyatrolarında başladım. 2008 yıllarından beri tiyatronun içindeyim. Ankara’da Mamak Kültür Merkezi Belediye Konservatuarı diye bir yer var, 2 yıllık eğitim veriyor ben orada eğitim aldım, daha sonra Ankara’daki üniversiteleri denedim. 2011 yılında Kıbrıs’ı kazanarak buraya geldim. 4 yıldır Kıbrıs’tayım. Okula başladığım yıldan beri de Hüseyin’le beraber Alsancak Belediyesinde, Tiyatro Mod’da hep birlikte tiyatro yaptık.
GARSON VE ÖĞRENCİ
F.U: “Gece o kadar kirliydi ki ikisi de kayboldular” oyununu oynamak kimin fikriydi?
H.K: Oyun Hakan’ın fikriydi. Elinde bir tekstle geldi ve bana verdi. Sırf tiyatro çalışalım, tiyatro yapalım diye başladık. Oyunu çıkarır sahne de bulursak seyirci karşısında oynarız diye düşünüp çalışmaya başladık. Çünkü özellikle ben askerden sonra 6 ay tiyatrodan uzak kalmıştım. Ben bir otelde garsonluk yapıyorum şu an. Hakan da öğrenci. Fırsat buldukça tekst üzerinde çalışmaya başladık.
H.S: Özellikle benim için çok zor oldu. Çünkü okulun da 2 büyük oyununa hazırlanıyordum. Öğlene kadar derse giriyordum. Öğleden sonra akşam 7-8’e kadar oyunların provası… Akşam 8’den sonra da Hüseyin’le ikimizin oyununa çalışıyorduk
F.U: Oyun sahnesine nasıl karar verdiniz?
H.S: Okulun salonlarının hepsi iki kişilik oyunlar için çok büyük sahneler. Biz daha samimi seyircinin içinde olabileceğimiz bir sahne olsun istemiştik. Oda tiyatrosu gibi. Oyunda odak, oynayanlar ve verilen duygu olsun istedik. Ne dekor, ne ışık, ne de müzik fazla odak olmasın.
H.K: Oyun zaten bodrum katında geçiyor. Büyük sahnelerde seyirciyi oyunun içine alabilmek için ışıkla efekt vermek zorundaydık. Dekorla bir illüzyon yaratmak gerekirdi. Oysa bizim amacımız insana odaklamaktı seyirciyi. Sahnede iki insan ve bu insanların derdi odak olmalıydı.
EMPATİ KURULMALI
F.U: Oyun çaresizlik içinde hayata tutunmaya çalışan iki genç insanın öyküsüydü. Ve Kıbrıs’ta bu çaresizlik savaş sonrası çok yaşandı. Ancak şu an bu oyun Kıbrıs’ta beğenilir mi diye bir kaygı yaşadınız mı?
H.K: Aslında böyle bir kaygı yaşamadık. Çünkü sizin de dediğiniz gibi Kıbrıs’ta bir savaş gerçeği ve her aile bu çaresizliği, göçü, fakirliği yaşadı. Benim ailemde de vardı işsizlik, parasızlık… Göçü birçok aile yaşadı. Çok uzak mesafeler olmasa da köyden şehirlere göçler oldu burada da. Şu anda da var. Gençler iş bulmak için başka ülkelere gidiyor çaresizliği yaşıyor. Bu kadar dramatik olmasa da... Bir de surlar içi diye bir yer var. Birçoğumuz görmesek de bu gerçek var. Burada insanlar çaresizliği ve fakirliği yaşıyorlar. Hemen hemen birçok aile çaresiz, fakir ve başka şehirlerden göç eden bu insanlardan uzak durmak gerektiğini öğütler. Sokakta büyüyen insanların bize zarar vereceği düşünülür.
H.S: Dünyanın her yerinde bu vardır. Mesela şu an Suriye’den göç eden bu insanları anlamaya çalışmaz, uzak dururuz. Çocuklardan bile çekinir uzaklaşır insanlar.
F.U: Oyunda da bu sonucu görmedik mi? Fakirlik, çaresizlik kötü sonuçlar doğurabiliyor. Kaybedecek bir şeyi yoktur bu insanların ve kötü şartlar insanlara kötü şeyler yaptırabiliyor. İnsanların korkması bu nedenle değil midir?
H.S: Bu insanları anlamaz, empati yapmaz ve yardım etmezsek tabii ki sonuç kötü olabilir. Onlara insanca yaklaşmazsak, el uzatmazsak elbette çaresizlik insanlara kötü şeyler yaptırabilir. Tüm mesele bu insanları anlamaya çalışmak. Sana el uzatmak yerine yaranı deşerse elbette kötü şeyler yaşanır.
“BİZ DE YAŞADIK”
F.U: İkiniz de çok gençsiniz ve meslek hayatınızın başlarındasınız. Sizler de kendinizi çaresiz hissettiniz mi? Açıkçası ben oyunu izlerken ikinizden de bana o duygu geçti.
H.K: Savaş sonrası gençlerinin yaşadığı çaresizlik kadar olmasa da bizler de yaşadık. Yüksek bir kesimi rahat görünse de hayatının bir döneminde çaresizlik yaşayan gençler de var tabii... İşsizlik mesela en büyük dert. Ya da göç etmek zorunda kalmak. Bizler de yaşadık. Ben kendi adıma konuşacak olursam babamın hastalığı, parasızlık, mesleğimle ilgili kaygılar…
H.S: Ankara’da dış kapı denen yerde yaşıyorum. Kaldığım yerin biraz ötesi Çinçin Bağları. Yaşadığım bölgedeki insanlar oynadığım karaktere yabancı değil. Ben fakirliğin, çaresizliğin en alasını yaşayan insanların içinde büyüdüm. Kendimiz bu kadar ağır yaşamasak da etrafımızda yaşayan insanlara yabancı değiliz. Çok da farklı değiliz aslında hiçbirimiz. Onlar yaşam mücadelesi veriyor, bizler de öyle, okuduğumuz sevdiğimiz işi yapabilmek, hayatta kalmak için mücadele ediyoruz hepimiz. Kimimiz daha ağır şartlardayız ama herkesin mücadelesi aynı hayatta kalma, hayata tutunma. Tüm mesele kolay yoldan değil emek vererek, çalışarak, üreterek hayatta kalabilmeyi başarabilmektir. Bizde de durum çok farklı değil. Mezun olduktan sonra büyük hayaller kurarak İstanbul’a gider genellikle birçok ağabeyler, ablalarımız ve orada tiyatro yapmak ya da televizyonda oynamak için hayal kurarlar, bir süre sonra da çaresizlikle geri dönerler. Oysa kendi fırsatlarını kendin yaratmalısın. Bu oyuna başlarken de bunu düşündük. Mezun olduktan sonra biz de Ankara’ya dönüp orada tiyatro yapma hayalimiz var. Ya orada iş bulamazsak, planladıklarımızı yapamazsak diye düşündük ve bu oyuna bu psikoloji ile çalıştık.
H.K: Bence bizler de bu çaresizliği yaşayacağız bir süre. Ama amacımız tiyatro yapmak ve bunun için çabalayacağız.
YALNIZLIK
F.U: Oyunda okumuş ile hiç okuma yazma bilmeyen iki gencin arasındaki farklar da vardı. Hatta ailesiz sokakta büyüyen, sevgisiz biri ile ailesi olan ve sevilen biri arasındaki farklılıklar da. Ne kadar önemli değil mi? Ailesiz, sokakta büyüyenin ne kadar güvensiz olduğunu gösterdiniz bize.
H.K: Sokakta büyüyen, okuma yazma bilmeyen karakter hem güvensiz, hem paylaşmayı bilmiyor hem de azla yetinemiyor. Daha fazlasını istiyor. Daha çok, daha fazla. Sana sunulanı iyi değerlendirip kullanmak zeka işidir. Oyunda ayakkabı bir simgeydi. Eğer o ayakkabı amaçlarını gerçekleştirebilmek için paylaşılsaydı biri ölmez diğeri de katil olmazdı aslında.
H.S: Şartlar farklı olsa da şu an da durum çok farklı değil. Çocuklar bilgisayarlarının başında yalnız yaşıyorlar. Etraflarından bi-haber. Evdeki diğer kişilerle bile paylaşmıyorlar hiçbir şeylerini. Odalarında yalnız. Eskiden tek göz odada herkes her şeyini paylaşırdı. En önemli şey paylaşmaktır hayatta ve maalesef bunu ailede öğrenemeden büyüyorlar çocuklar çoğunlukla. Bencil insanlar oluyorlar. Paylaşmadığın ve senin gibi olmayanı anlamadığın zaman işte o zaman kıyamet kopuyor.
F.U: Hayat hiçbirimize altın tepside fırsatlar sunmuyor aslında. Küçük ipuçları veriyor, onları iyi değerlendirmek gerektiğini vurguladınız oyununuzla.
H.K: Kesinlikle. Bunu görmek, farkında olmak ve iyi değerlendirmek gerek.
F.U: Oyunda şiddet de vardı. Silah, öfke, saldırganlık. Çaresizlik insanlara bunu yaptırabiliyor mu?
H.S: Çaresizlik, bilgisizlik, cahillik. Dilin yeterli olmadığı yerde şiddet başlar. Okumuş olduğunu iddia eden karakter bile arkadaşına şiddet uyguluyor çünkü derdini anlatamıyor. Ona anlatmak istediğini kabul ettiremiyor. O dönemde lise mezunu olmak okumuş sayılsa da bilgisiz, öfkeli.
‘IN YOUR FACE’
F.U: Şiddet sahnede göstermekteki amacınız neydi?
H.S: “İn your face” denilen 20 yıllık bir akım var dünyada. Bu akım şunu savunuyor. İnsan doğası gereği dilin yetersiz olduğu durumlarda şiddet eğilimi gösterir. Ve şiddeti de sahnede göstererek insanların rahatsız olması sağlanır. Çünkü şu an dünyada da revaçta olan küçük seyirci ile iç içe olan tiyatrolardır. Oyuncudan seyirciye daha çok duygu geçişi olduğu düşünülüyor çünkü. Bizler şiddeti uygularken gerçek olsun istedik, amacımız insanların şiddeti uzaktan görüp rahatsız olmalarını sağlamak. Ve tepkilerini bire bir görmek. Kanı gördüklerinde yüz ifadelerini, silahı gördüklerinde korkmalarını sağlamak. Bu yüz yüze tiyatrolarının temel amacıdır.
H.K: Sizin konuşmanın başında bize sorduğunuz gibi aslında “Gerçekten vuruyor muydunuz” diye. Evet istediğimiz buydu. O kadar seyirciyle iç içe olunan sahnelerde gerçeğe yakın davranmak zorundasınız çünkü inandırıcı olmaz.
F.U: Dekorasyon beni derinden etkiledi. Demir karyolalar, kırık sandalyeler ve derme çatma eşyalar. Bizler de savaş sonrası böyle evlerde yaşadık. Fakirliğin alasını yaşadı bu toplum. Karyola seçimi iyiydi. Dekoru yapanı anmadan geçmeyelim.
H.K: Kıbrıs’ta biz bu yataklarda yatmasak da ailelerimizin kullandığı yataklardı. Dekorasyonu Cafer Yeşilovalı yaptı.
F.U: Oyunu yöneten de genç bir arkadaşınız sanırım.
H.K: Evet bizim çok yakın arkadaşımız. Benim manevi kız kardeşim Neyra Karaböcu. Hakanın da sınıf arkadaşı. Her zaman hep beraberiz. Daha çok işler birlikte yapacağımız bir arkadaşımızdır. Hakanla birlikte oyuna çalışmaya başladığımızda üçüncü bir göze ihtiyaç duyuyorsun mutlaka. Dışarıdan bakan ve sizi yöneten. Onun hayal dünyasını da katarak oyuna çalışmak. Neyra bu konuda bize çok destek oldu. Neyra, Hakan ve ben yine hep beraber Ankara’ya gidiyoruz birlikte. Orada yeni projelerde tiyatro yapmaya devam edeceğiz.
SAHNE VE GELİR
F.U: Oyuna ilgi nasıldı?
H.S: Oyuna ilgi beklediğimizden daha iyiydi. 4 yıldır buradayım ve gözlemlediğim seyirci genellikle komediyi tercih ediyor. Bizim oyunumuz dramdı. Buna rağmen ilgi iyiydi. Bizler bilinen tiyatrocular değiliz. Daha önce performanslarımızı izlemediler. Bir kuruma bağlı olarak çıkmadık. Bağımsız tiyatrocular olarak çıktık, buna rağmen iyiydi ilgi.
F.U: Tiyatro sahnesi olarak Devlet Tiyatrolarının sahnesini kullandınız. Küçük bir sahne. Tam da sizin istediğiniz gibiydi ancak Kıbrıs’ta Devlet Tiyatrolarının daha iyi bir sahnesi olması gerekmez mi?
H.K: Biz bu oyunu oynamaya başladığımız ilk gece bir bayan bizi izlemeye geldi ve şöyle dedi; 1999’dan beri bu sahnede oyun izleyemiyorum, ben esas bunun için geldim dedi. Bence sahnelerin dili var ve Devlet Tiyatroları da daha büyük, daha iyi bir sahneyi hak ediyor. Yanık sahneye gidip tekrar baktık ister istemez bir tiyatrocu olarak insan etkileniyor.
F.U: Bu oyunun tüm gelirini Kanser Hastalarına Yardım Derneğine bıraktınız. Bir kısmını değil sanırım. Tüm geliri değil mi?
H.K: Evet. Bu inanılmaz bir mutluluk bizim için. Çaresizliğin en alasını yaşayanlar kanser hastaları bize göre ve onların tedavilerine bir nebze katkı koyabilmek bizim için inanılmaz bir mutluluktu. Oyun bittikten sonra ben evime çok güzel bir duyguyla gittim. Bu da bana yeter. Raziye Kocaismail de bizi izledi ve çok güzel bir konuşma yaptı. İnsanları 1999 yılında yanan ve yerine yenisi yapılamayan Tiyatro sahnesi için hep beraber çalışmaya davet etti herkesi. Şu an aldığımız teşekkürün yerine hiçbir şey konulamaz.
İZLEYENLERE TEŞEKKÜR
F.U: Son olarak söylemek istedikleriniz var mı?
H.K: Öncelikle bizlerden hiçbir zaman desteğini esirgemeyen Sahne Sanatları Tiyatro bölümü ve Oyunculuk Ana Sanat Dalı başkanı Sn. Çetin Özen’e teşekkürlerimizi belirtmek isteriz. Çünkü çalışmalarımızı yapmak için bölümünü bize açtı. Sonra Devlet Tiyatroları Müdürü Halil İbrahim Doğan’a çok teşekkür ederiz. Bize sahnelerini verdikleri için. Özlem Özkaral hocamız. Devlet Tiyatroları ile iletişimimizi sağladığı için ona da teşekkür etmek isteriz. Ve bizi izleyen herkese çok teşekkür ederiz.
H.S: Türkiye’de Erkan Can diye bir Tiyatrocu var. Bir oyununda bir anons geçmişti. “Tiyatro candır, Tiyatro bizimdir. Tiyatromuzu sevelim” diye... Gerçekten de öyle düşünüyorum ben de. Bir de Shakspeare’den bir alıntı yapmak isterim. “Tiyatro; İnsanı insana insanca anlatan bir sanat dalıdır.” Yazarlar yazıyor, bizler de aracı olarak aktarıyoruz insanlara yaşanmışlıkları. Tiyatro bir aktarıştır. Bizler de bir nebze aktarabilmişsek oyunumuzla yaşanmışlıkları ne mutlu bize...