“Umudu hiçbir zaman yitirmemek ümidiyle” diyerek imzalamıştı kitabını, Hakan Karahasan…
Kitabın ismi de “Umut Zamanları” zaten…
Geçişleri anlatıyor.
23 Nisan 2003’te başlayan süreci…
Yirmi sene geçti.
“Yirmi yıl demek bir nesil demek… 1974 sonrası doğup, yetişkin olan birçok Kıbrıslı Türk için Kıbrıslı Rumlar, gün içinde gelip günün sonunda ‘diğer taraftaki evlerine giden’ insanlar demek…”
Hep içimde sorgularım.
Kontrollü geçişler bölünmeyi mi kalıcılaştırıyor?
Yoksa…
Yeniden birleşme umudunu mu artırıyor?
Bir yanıtım yok halen bu soruya…
***
“1974 ile birlikte fiilen gerçekleşen ayrılmanın üzerinden 49 yıl, 23 Nisan 2003 tarihinde ani bir hamle ile geçiş noktalarının açılmasının üzerinden 20 yıl geçti…”
20 yıldır gidiyor, dönüyoruz.
Kimlik alıyoruz, pasaport alıyoruz, mal satıyoruz, çocuk okutuyoruz, tatile gidiyoruz ama dünyanın tanıdığı bir devletin ortağı değiliz.
Kavga etmiyoruz, ne mutlu…
Öykünüyoruz genelde…
Paylaşmıyoruz çok fazla…
Hakan Karahasan’ın deyimiyle geçişler başladığında bu adım Kıbrıslı Türkler açısından “devrimciydi.”
“Lakin aradan geçen zaman içinde, yerini tam tersi bir düşünceye bıraktı, geçiş noktaları adadaki ayrılığın kalıcılaşmasının anıtları haline dönüştü… Her gün ya da her sefer göstermek zorunda olduğumuz kimlik kartları var olan bölünmeyi bilinçaltımızda daha da özümsememize yol açıyor.”
***
Yaşadığımız bu “tuhaf normallik” halini çok daha fazla sorgulamamız gerekiyor.
“Normalleştirmek” en önemli düşmanımız aslında…
Ya da “kabullenmek…”
***
“23 Nisan 2003 tarihe açılan bir çatlaktır” diyor Hakan Karahasan.
O çatlağın içinden çıkamıyoruz yıllardır.
“Her iki kesim de bağırıyor, diğer tarafla konuşmaya çalışmıyor.”
***
Şimdi daha fazla “geçiş noktası” istiyoruz örneğin…
Barış adına talep etmiyoruz bunu…
“Daha konforlu seyahat” için istiyoruz.
Ya da…
“Gezmeye giderken kuyrukta beklememek…”
Ortak bir yurt talebi değil yükselen…
Uluslararası hukuk içinde yer alma gailesi değil…
“Statüko”yu koruyarak çok daha konforlu gidip, gelme telaşı yaşanan…
***
Son sözü “Umut Zamanları”nın yazarı Hakan Karahasan’a bırakalım yeniden…
“Geçişler birçok açıdan toplumlararası algılarımızı değiştirdi, geliştirdi, şekillendirdi. ‘Sarı Işıklar’ diyarı artık ulaşılabilir bir yer ama ulaşılabilir olması sorunları azaltmadı, aksine var olan zihinsel ve fiziki ayrımları bazı açılardan daha da görünür kıldı, bazı açılardan ise farkında olmadan normalleştirmemize devam ediyor.”
Kumar, vergi, emzik!
Çocuk maması çaldı bir çift marketten...
Yakalandı...
Birisi emzik, birisi biberon çaldı.
Polis tuttu.
Bir başkası yoğurt çaldı, yulaf çaldı.
İçeri atıldı.
***
Birileri halkın ekmeğini çalıyor, her gün, her gece...
Polis korumasında gezdiriyorlar.
“Sayın” diyorlar.
“Makama saygı” istiyorlar.
“Hürmet” ediyorlar.
***
Meclis’te dün “indirim” vardı.
Yurttaşa değil…
Kumarhanelere…
Yarı yarıya indirildi kumar vergisi…
"Şans Oyunları Hizmetleri Vergisi" oranı yüzde 10'dan yüzde 5'e düşürüldü.
UBP-DP-YDP vekilleri casino patronlarının verdiği “emzik”le gülümsedi hepinize!
“Soruşturma” süreçlerinde şeffaflık ve eşitlik
Bir soruşturma sürecinde şeffaflık, güven ve eşitlik son derece önemlidir.
Adalet budur.
Polis, Sayıştay, Yargı gibi kurumlar tüm toplumun gözü önünde yaşanan ciddi soruşturmalarda önemli bir sınav verirler.
Önce “Sahte Reçete Operasyonu”na tanıklık ettik.
Sonra “Sahte Diploma…”
Siz her iki operasyonda şüpheli isimlere eşit muamele yapıldığına inanıyor musunuz?
Sanmıyorum!
***
Tutuklamalar oldu.
Pek çok önemli siyasetçi, doktor, eczacı, üst düzey yönetici ellerinde kelepçelerle önümüzden geçtiler.
Bu süreçlerin “şeffaflık”la yönetildiğini söylemek mümkün değil.
Hele hele “eşitlikle” hiç!
Örneğin, sahte reçete operasyonunun ilk günlerinde, günlerce hapis yapan doktor ve eczacılar vardı.
Eski bakan vardı, Başbakan vardı…
Soruşturma değil “gösteri” gibiydi ortam!
Sonrasında işittik ki, birileri polise çağrılıyor, ifadesi alınıyor, geri gönderiliyor.
Hücreye atılanla evine uğurlananın nasıl bir farkı olduğunu bilmiyoruz.
Kimi bir hafta hapiste kaldı, manşetlerden düşmedi, yargılanma süreci henüz başlamadan “mahkum” oldu adeta… Kimileri ise sessiz sedasız sorgulandı.
“Sahte Reçete” soruşturmasında hangi aşamadayız bilen var mı?
Sanmıyorum!
***
“Sahte Diploma” operasyonuna gelince…
Yüzlerce sahte diplomadan söz edilmişti…
Kimi sembol isimlerin tutuklandığını gördük.
İyi de bu diplomalara sahip olanlar ne yapıyorlar, neredeler…
Üniversite sahibine bir teşekkür edilmediği kaldı.
***
Bir “hekim”in profesörlük unvanının iptal edildiğini öğrendim geçenlerde…
Profesörlük akademik unvan sonuçta ve bunun için akademide olmanız gerekiyor.
Hastanede çalışırken “profesör” olmuş birileri…
İptal edilmiş…
Hiç açıklanmadı!
***
“Sahte Diploma” girişiminin tek bir üniversitede olduğunu da düşünmüyorum.
Kimi “hatırlı” isimler örneğin, ne sorgulandığını duyduk, ne tutuklandığını…
Hem sahte diploma hem de sahte reçete operasyonuna yönelik tek bir kapsamlı brifing olmadı bugüne değin… Polis, savcılık, bakanlıklar toplumu bilgilendirmedi. İlk günden bugüne kaç kişinin sorgulandığı, ne kadar şüpheli olduğu, soruşturma aşamaları anlatılmadı.
***
Şeffaflık, güven, eşitlik!
Çok özlüyoruz.
Çocuklarımızın geleceği
“Kıbrıslı Türk çocukların da Kıbrıslı Rum çocuklarıyla eşit haklara sahip olmasını istiyoruz” dedi Tufan Erhürman…
Meclis’te yaptığı Kıbrıs başlıklı konuşma gerçekten ders niyetiydi yine…
Dinlememişseniz, mutlaka öneririm…
Meclis’in sayfasında videosu vardır.
Çocuklarımıza gelince…
Hayat bayram olacaksa eğer çocuklarımızın uluslararası topluma katılmasıyla olacaktır.
Kendi kimlikleri, kişilikleri, iradeleri, hakları ve eşit şanslarıyla…
Yalanla, talanla, nutukla değil!