Simge ÇERKEZOĞLU
Hakan Karahasan Işık kitabevinden yayınlanan yeni kitabı Umut Zamanlar ile geçişlerin başlamasının yirminci yılında geride bıraktığımız döneme ilişkin önemli çıkarımlarda bulunuyor.
Kitap, 1974 yılından sonra doğan ancak üniversiteyi bitirinceye kadar tek bir Kıbrıslı Rum dahi görmeyen bir nesli anlatıyor.
Hakan Karahasan geçiş noktalarını, toplumsal gerçekliğin iktidar oluşturup şekillendirdiği alanlardan birisi olarak görüyor. Kitap özünde geçişlerin başlaması deyip geçmemeye vurgu yapıyor.
Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi 2000’li yılları Hakan Karahasan “umut zamanları” olarak tanımlanıyor, bu aklıma hemen şimdi umutsuz bir zamandamıyız sorusunu getiriyor.
“Aslında kitabın isminin umut zamanları olmasının mimarı Stavros Stavrou’dur. Kendisiyle 2003 yılında tanıştım. Kitapta bu tanışıklığı da anlatıyorum. Kuzeye gelerek sunum yapan akademisyenlerin arasındaydı. Yıllar sonra karşılaştığımızda elbette o döneleri de yadettik. Nostalji ve hüzünle o yılları umutlu zamanları olarak tanımladı. 2003 yılında hepimiz adada bir analaşma olacağına dair umutlar taşıyorduk. Yeniden karlılaştığımızda ise artık olmayacak gibi bir serzenişi vardı. Kitabın ismini işte ben de Stavrou’nun szölerinden aldım. Açıkçası günümüzde karamsar olduğumuz bir dönemdeyiz. Gerek Kıbrıslı Türk gerese de Kıbrısı Rum liderliği bu konuda barışa dair umut vermiyor. Kıbrıslı Rum liderin söylemlerinde her ne kadar birlikte yaşama gibi şeyler olsa da yaşam pratiklerinde bunu göremiyoruz. Kitap biraz da o umutlu günleri hatırlamak için yazıldı ama her şeye rağmen umutlanmaya devam etmek, mücadeleye devam etmek gerektiğini hatırlatmak amacıyla da yazıldı ve bu ismi aldı.”
“Bireysel olarak hayatlarımızda büyük farklılıklar var”
1974 sonrası doğanlar benim de dahil olduğum bir nesil. Bizler hayatlarımızı aslında iki döneme ayırdık diyebilirim. Geçişler öncesi, geçişler sonrası… Gerçekten kapıların açılması, geçişlerin başlaması hayatlarımız için önemli adeta bir dönüm noktasıydı…
“Ben de 1974 sonrası doğan bir nesil olarak, hayatlarımızın öncesi sonrası diye iki döneme ayrıldığını düşünüyorum. Kendi adıma bu konuda yaşadıklarımı kitapta da anlatmaya çalıştım. 2003 yılında geçişlerin başlaması aslında hayatımızdaki her şeyi çok radikal şekilde değiştirdi. Bugün Kıbrıslı Türkler olarak bizler Avrupa vatandaşıyız. Kıbrıs Cumhuriyeti kimlik kartlarımız var. Her yere gidip gelebiliyoruz. Bireysel de olsa dünyayla daha fazla bağ kurmaya başladık diyebilirim. İletişimimiz arttı. 2003 yılından önce çok daha içe kapanıktık bir toplumduk. Dertlerimiz tasalarımızla hep kendi kendimize bir dünyamız vardı. Dünyayı yine bir şekilde takip ediyorduk ama dünyayı takip hızımız bile farklıydı. Şuanda evet bence yine biz Kıbrıslı Türklerin yaşamlarında siyasi çözümsüzlükten ötürü ciddi sıkıntılar var ama her şeye rağmen bireysel olarak büyük farklılıklarımız da var. Şimdi gelen geçişlerden öncesini hiç bilmeyen nesle bir bakın dünya algıları bizlerden çok farklı.”
“Kitap benim neslimi anlatıyor”
Kitap kendi içinde dönmesel olarak bölümlere ayrılıyor… Kitap geçişlerin başlamasından önceki, geçişlerin başalamasından sonraki dönem ve günümüz olarak üç bölüme ayrılıyor.
“Aslında kitabın kronolojik bir yapısı var. Özellikle birinci ve ikinci bölümde böyle bir akışı görüyor okur. Daha sonraki bölümlerde ise kendi hayatımdaki tematik noktalardan yola çıkarak atlamalar yaptım. Böylece dönemim ruhu, heyecanı, umutları ve umutsuzluklarını kitaptta yansıttım… Aslında bizler bu 2000’li yılların başından itibaren her duyguyu yaşadık. Öncelikle 2003 yılında geçişlerin başlamasıyla büyük bir umut dalgası gelşti. . Sandık ki adaya barış gelecek, birisi bize dokunacak, her şey değişecek… Tabii öyle bir şey olmadı. Bizler bu heyecanları yaşarken, Annan Planı’nın ret edilmesiyle birlikte bambaşka bir ruh haline büründük. Hatta bazılarımız koşudan yorulu, pes etti. Ben her zaman devam etmek gerektiğini düşünenler tarafında oldum. Yaşam aslında koşu değil, yürüyüştür. Bu yürüyüşte önünüze engeller, sıkıntılar çıkar ama amaca doğru yürümeye devam etmekten sizi hiçbir şey alı koyamaz. Kitbın bir kısmında benim bireysel mutluluk, hayal kırıklıklarım ve hüzünlerim var. Kitabı kendi hayatım üzerinden de yazdım, ama sadece beni anlatıyor diyemem. Çok iddialı bir söz olacak ama benim neslim diyebileceğim bir dönem anlattıığını söyleyebilirm Hayatlarımızdan pek çok ortak özellikler barındıran bir kitap oldu.”
“Resmi ideoloji var olan durumu benimsetiyor”
Her ne kadar geçişlerin başlaması her iki toplum için de ilişkiler bağlamında olumlu bir süreci beraberinde getirmiş olsa da, şu da bir gerçek ki, zaman içinde iki toplumda bölünmeyi kabullenme, kalıcılaştırma, kanıksama gibi duyguları da geliştirdi…
“Ortada paradoksal durum var. Kitabın başında da belirttim, Vamık Volkan bu durumu delikli peynir olarak niteler. Literatüre de öyle geçti. Geçişlerin başalması ilk başta son derece ilerici bir durumdu. Çünkü o güne kadar, Denktaş’ın da etkisiyle, Kıbrıs Türk liderliğinin görüşü hiçbir şekilde Kıbrıslı Rumlarla iletişim kurulmaması üzerindeydi. Geçişlerin başlamsı aslında delikli peynir dediğimiz şekilde, bu düşünceye delik açtı. Böylece iletişim kanalları açıldı. Bu anlamda bizler için ilerici gelişmeydi. Kıbrıslı Rumlar açısından baktığımızda ise daha farklı bir durum vardı. Kitapta isteyerek onları ele almadım ama daha çok Kıbrıslı Türklerin bakış açılarını yansıtmaya çalıştım. Ancak özellikle covid salgınıyla birlikte kimlik gösterme, sınır geçme konularında algı yerleşik bir hal aldı diye düşünüyorum. Bu konuda yapılan akademik bir çalışma yok ama özellikle o günlerde geçiş noktalarının kapanmasına karşı itirazlar çok cılız kalmıştı. Lokmacı ilk kapandığında sadece birkaç eylemler olmuştu. Oysa dönemin lideri Mustafa Akıncı covid konuunda işbirliği önermiş olsa da, tam olarak bir işbirliği sağlanmadı, geçişler durduruldu. Giriş çıkışlar kontrol edilemedi, ada içinde geçişler sorun yarattı. Zaten insanlar şehirlerden şehre geçmezken, kapıların açılması kapanması nasıl konu olabildi onu da anlamak mümkün değildi. Zaman içinde tüm bu gelişmeler insanların var olan mevcut durumu kanullenmesini kolaylaştırdı. O nedenle resmi ideolojinin aslında var olan durumu nasıl benimsettiğini kitapta anlatmaya çalıştım. İlk başta geçişler ilerici bir şeydi, ama orta ve uzun vadede normalleştirmeye döndü.”
“Kıbrıs’ta sorun liderlikte, öne sürdükleri politikalarda”
Kitapta Fransız felsefeci Emmanuel Levinas’a göndermede bulunularak, ötekine karşı ahlaki sorumluluk duyma duygusunun Kıbrıs’ta eksik olduğuna vurgu yapılıyor. Tarafların sorunları sadece kendi açılarından anlatmasına, kendileri gibi varlık olarak ötekini kabul etmeyişlerine vurgu yapılıyor… Bu bana biraz sağ söylem gibi geliyor aslında. Ancak Karahasan bu durumun tüm liderler için geçerli olduğunu iddia ediyor.
“Ben bunun tüm liderlerde böyle bir tutum görüyorum. Kendi var olan durumlarını ötekiyle meşrulaştırmak amacıyla, ötekini yok saymaya devam ettiklerini düşünüyorum. Bu Kıbrıs konusundaki görüşmeleri için de geçerli. Her ne kadar Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin eşit olduğu söylense de tarafların birbirine yaklaşım tarzları sorunlu. Herkes sadece kendi halkının, haklı olduğunı düşünmekte.Yannis Papadakis bir belgeselinde her iki kesim de sadece bağırıyor, birbirini dinlemiyor demişti. Doğrudur ve böyle bir ortamda tek yapılmaya çalışılan, kendini haklı çıkarmadır. Halbuki eğer kendisini ve ötekini tarflar varlık olarak görse, eşit olduğunu, onun da kendisi gibi bir canlı olduğunu anlasa, adada bir anlamşa zemininin çok daha kolay bulunacağına inanıyorum. Geçişlerin başlaması ötekini yok sayma algısını toplumda kırdı. Tarafların eskiden bilgi paylaşım sıkıntısı bile vardı. Her iki tarafta da kayıp şahısların olduğu bilinmiyordu bile. Kıbrıs Türk tarafında Kıbrıs tarihi sadece mücade tarihiydi. Tek taraflı, kendini haklı gösterme durumu üzerinden yaşananlar anlatıyordu. Geçişler insani anlamda bunu algıları kırdı. İnsanlar bir şeyler paylaşmak, alış veriş yapmak, gezmek için kuzeye için gelmeye başladı. Gündelik yaşam oturdu. Bugün Kıbrıs’ta sorun liderlikte. Liderliklerin öne sürdüğü politikalarda. Elbette yaşanan bölgeler de önemli. Lefkoşalılar ile Baflıların Kıbrıslı Türk algısı örneğin aynı değildir. Deneyimleri çok kııtlıdır. Bu da önemli bir unsur tabii. Ancak esas olan siyasi liderlikler… Onlar daha ilerici rol oynamak isteseler, zeminin şuanda hazır olduğunu düşünüyorum.”
Geçişlerin başladığı dönemlerde bu konular üzerine çok konuştuk, ama öyle sanıyorum ki geriye dönüp de, son yirmi yıla bakma şansına tam olarak sahip olamadık…
“Ben de bu kitabı yazarken tam olarak bunu yapmak, geride kalan yirmi yılı yeterince konuşmadığımızı düşünerek, derinlemesine tartışmak için yazmaya başladım. Arad geçen zamanda bir nesil değişti. Yeni bir nesil geldi. Öncesi ve sonrası arasındaki farkları konuşup tartışıp, bunların bizim için ne anlama geldiğini birlikte düşünmek için bu kitabı yazmak istedim. Katkısını tabii zaman gösterecektir.”