BASINDAN GÜNCEL…
“Kıbrıs’taki olayları NATO talimnamelerine veya özel harp psikolojik savaş yöntemlerine göre yorumlamak…” (5)
Ulus Irkad
Provokasyon ve misilleme maddesi, Psikolojik Harp nizamnamesine göre bakın “Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik” Kitabında, o zamanki TC Büyükelçisi Ercüment Yavuzalp’in anılarında da bulunmaktadır ve yine uygulanıyor. Bu defa misilemeyi yapacak olan bir NATO – Özel Harpçisi Grivas’tır (Yavuzalp,1993,sf.64):
“Sözünü ettiğim bu kritik dönemde, Geçitkale mücahit komutanı, gözünü budaktan sakınmayan, atılgan, ateşli, çok iyi eğitim görmüş bir komando subayı idi. Bir çatışma anında bu nitelikleri son derece yararlı idi. Ancak, Rum tahriklerinin oyununa gelmemek bakımından, belirli bir tecrübe ve ilave niteliklere ihtiyaç vardı. Çok genç ve heyecanlı bir tabiata sahip bu komutanda ise bu nitelikler yoktu.
Komutan, Geçitkale (Köfünye) yakınındaki sivil Rumları sindirdi. Hatta, Geçitkale’den geçen anayolu kullanan Rum ve Yunanlı subayları zaman zaman durdurup dövdüğü bile oldu. Rumlar, uyguladıkları ambargo çerçevesinde, Türklere kısıtlı miktarda benzin verdikleri halde bu komutan, arabasına Türk bayrağı çekerek Rum benzin istasyonlarına gidiyor, istasyondakiler kendisine korkuyla “Paşam” diye karşılayıp, istediği kadar benzini veriyorlardı. Çatışmalarda en ön saflarda çarpışıyor, Rumlara ağır kayıplar verdiriyordu. Etrafa dehşet salmıştı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin yayınladığı periyodik raporlarda kendisinden “Yüzbaşı Mehmet” diye bahsediyor, gerginliğin sorumlusu olarak ismi, neredeyse Grivas kadar geçiyor ve bölgeden uzaklaştırılması isteniyordu. Komutan, sonraları, içlerinde Barış Gücü kurmay başkanı general de olmak üzere, Barış Gücü subaylarını da dövmeye başlayınca, Birleşmiş Milletler isyan etti. Bu şahıs bölgeden uzaklaştırılmadıkça gerginliğin daha vahim boyutlara ulaşmasının önlenmesinin mümkün olmayacağını, hem New York’ta, hem Lefkoşa’da ısrarla savundu. Belli bazı ülkeler de aynı yönde girişimler yaptılar”
Aslında bu komutan kendisine nizamnamenin verdiği yetki içinde hareket ediyor ve gerekeni yapıyordu. Özel Harbin Özel komutanı General Grivas da, Nizamnamenin kendisine verdiği yetkiyi, missilleme yaparak yerine getirecekti. Çünkü Psikolojik Harp nizamnamesi böyle hareket edilmesini önermekteydi. Sonuçta her iki komutan da NATO Ordusuna aitti ve her ikisi de aynı nizamnamenin uygulayıcılarıydı.
“BM raporuna göre çatışmanın büyümesine yol açan da aslında sadece hafif silahlarla değil de devriyeye eskortluk eden Milli Muhafızlara ait zırhlı araçlardan da ateş edilmesiydi. Çatışmanın başlamasından yaklaşık bir saat sonra Milli Muhafızlar, köyü top ve havanlarla yaylım ateşine tuttu, ardından piyade bölüğüyle köye saldırdı. Aynı saatte zırhlı araçlar ve topçu birliğinden oluşan bir grup, Köfünye köyüne doğru yöneldiler. Akşam saatlerinde Milli Muhafızlar tüm Kıbrıslı Türk cephelerini ele geçirdi ve tamamen kontrolü altına aldı.
Milli Muhafızların düzenlediği bu operasyonda 27 Kıbrıslı Türk öldürüldü, birçok ev ile çiftlik yerle bir edildi. Milli Muhafızlardan iki asker, girdikleri evin avlusunda ev sahibi 80 yaşında bir Kıbrıslı Türk tarafından av tüfeğiyle öldürüldüler, Milli Muhafız askerleri intikam amacıyla yaşlı adamın evini ateşe verdiler ve adam evle birlikte yanarak can Verdi”(Druşotis,2010,38-39).
Köfünye misillemesi ile NATO sefer-Görev emri yerine getirilmişti.
1945 İkinci Dünya Savaşı sonrası, NATO emrinde gizli ordular kurulması kararlaştırıldı. “Seçkin profesyonel askerlerin katılımıyla görünürdeki ordunun bünyesinde gizli ordular oluşturuldu. Bu gizli ordular, Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA ve İngiltere Gizli Haberalma Örgütü M16 tarafından kuruldu.
Diğer ülkelerdeki gizli orduların, yani kontrgerilla örgütlerinin oluşturulmasında ülkelerin kendi askeri ve istihbarat örgütleri etkin görev aldı.
Varlıkları sır gibi saklanan ve o ülkelerin parlamentolarının dahi bilmediği bu örgütlerin kurucuları ve sonraki yöneticileri Amerika’daki merkezlerde eğitimden geçirildi.
Yine örgütlerin eğitim, silah ve teknik malzeme ihtiyaçları ABD tarafından karşılandı.
Yeraltı sığınakları ve ormanlarla işgal gerçekleştiği sırada kullanılması amacıyla gizli cephanelikler oluşturuldu.
Askerler bu gizli orduların tek unsuru değildi; işgale karşı yeraltı direnişine katılacak siviller vardı.
Her kesimden ve her meslekten seçilen bu sivillerin özellikle anti-komünistler arasından devşirilmesi yoluna gidildi. Bu kişiler de sıkı bir eğitimden geçirildi, özel harp teknikleri öğretildi.
Eğitimlerini tamamlayan ilk sivillere de daha sonra kendi alt birimlerini oluşturmaları için yeni siviller bulma ve örgüte alma inisiyatifi verildi.
Sovyetler Birliği’nin işgali durumunda direnişe hazırlıklı olmak ve işgal gerçekleştiğinde harekete geçmek üzere kurulmuş bulunan bu gizli ordular, çatışmanın olmadığı, yani barış zamanında da boş durmadı. Ülke içindeki demokratik muhalefet, komünist ve diğer hareketler Sovyetler Birliği işgalinin hazırlayıcısı Kabul edildi. İşte bu örgütler bu tür hareketleri bertaraf etmekte görevlendirildi.
Görev özel harp tekniklerinin kullanıldığı bombalı ve silahlı operasyonları da içeriyordu. 1990’lı yıllarda ortaya çıkan NATO’nun gizli protokolüne göre de üye ülkeler komünizmle mücadele ve komünist partilerin iktidara gelmesini engellemeye yönelik faaliyetler yürütmeyi Kabul ediyorlardı” (Kılıç,2008,37-38).
Aslında buradaki açılamadan sonra buradaki bilgilerin Kıbrıs’la ilgili öykülere de çok benzemesi aynı nizamnamenin sadece NATO içinde işgale uğrayacak ülkeler için değil (Aslında Güney doğu Anadolu dahil, 1980 ve sonrası Türkiye’de de hala daha kullanılan baskı teknikleri pek değişmedi ve Psikolojik Harp hala daha Türkiye’de kullanılmaktadır, bu arada Kıbrıs’ta 1990’lı yıllarda YKP dahil, Afrika Gazetesi’ne yapılan silahlı veya bombalı saldırılar da aynı nizamnamenin yansımalarıydı,u.ı.) ama Kıbrıs’ın senaryonun da bir parçası olduğunu aşağıdaki açıklama bize isbat ediyor:
“ Vefa Besim’e; bazı özel projeler üzerinde birlikte çalıştığımız Amerikan yardım heyeti “JUSMATT” ın özel projeler şubesi (J-3) subaylarından temin edilen,deşifresi mümkün olmayan veya zor olan şifreleme ve çözme sistemi de öğretilmişti.
Söz konusu telsiz cihazından dairemizde, benim ve muharebe subayımız sorumluluğunda bir kaç tane vardı. Birlikte özel projeler üzerinde çalıştığımız Amerikalı subaylar bize verdikleri bu telsiz cihazları üzerinde çok hassas idiler ve onların kullanılmasını ve muhafazasını birlikte planlıyorduk.
Bu telsiz cihazlarından birine Amerikalı subaylardan habersiz olarak el koymaya ve Kıbrıs’ta TMT liderine göndermeye karar vermiştim.
Bizim için örgütün kurulması ve iletişiminde son derece önemi olan bu telsiz cihazının gönderilmesi olayının bir öyküsü vardır:
Bu özel telsiz cihazlarının kullanma hakları bizde olmakla beraber; Amerikalılarla müşterek kontrolumuz altında bulunduruluyordu ve gerektiği zaman kullanılmak üzere belirli yerlerde gizli depolamaları yapılmıştı. Zaman zaman da Amerikalı subaylarla birlikte bulundukları yerde bakım ve kontrolü yapılmakta idi” (Tansu,101).
KAYNAKÇA
Yavuzalp, E. (1993) Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik, Bilgi Yayınevi, Ankara-İstanbul.
Kılıç, E.(2008) Özel Harp Dairesi, Güncel Yayıncılık, İstanbul.
Tansu,İ: Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu.
Druşotis,M (2010) Cunta ve Kıbrıs,1967-1970,Köfünye Krizi,İki Suikast,Bir Cinayet,Galeri Kültür Yayınları,Lefkoşa.
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 22.3.2019)
“Savaşın ağır bedeli…”
16 Kasım 2018’de bu fotoğraflarla ilgili olarak “Savaşın ağır bedeli” başlığı altında şöyle yazmıştık:
“…15 Kasım 1967’de Grivas başkanlığında Köfünye’ye yapılan saldırıda 24 Kıbrıslıtürk öldürülmüştü… Öldürülenlerin kimsi çok genç, kimisi çok yaşlı insanlardı… Saldırıyı yürüten Grivas ve emrindeki Kıbrıslırum askerlerdi…Köfünye’deki bu saldırıya giden dramatik süreçte, pek çok provokasyon yapılmıştı – yıllar önce bu sayfalarda aylar süren dizi yazılar yayımlamış, geniş röportajlara yer vermiştik…Bu öykülerden en dramatik olanı bir annenin, Ayşe hanımın öyküsüydü – Köfünye saldırısında aynı gün içerisinde üç genç oğlunu birden kaybetmişti. İkiz oğulları ve 15 yaşlarındaki bir diğer oğlunu yitirmişti bu saldırıda… Köfünye’nin Kıbrıslıtürk komutanları onları evlerinden alarak köyü “korumak” üzere tehlikeli askeri mevzilere koymuşlar, sonra da kendileri bir motosikletle köyden ayrılarak canlarını kurtarmışlardı… Sonraları kendi bölgelerini terk ettikleri gerekçesiyle cezalandırılmış oldukları anlatılacaktı…Köylüler Ayşe Teyze’ye her üç oğlunun da köye saldıran bazı Kıbrıslırum askerler tarafından öldürülmüş olduğunu anlatamadılar – dilleri varmadı buna… Ona “Komutan onları başka yere gönderdi” dediler. Bu yüzden Ayşe Teyze günlerce, haftalarca Köfünye tepelerini dolaşarak evlatlarının isimlerini çağırıyor, onları arıyordu… Sonuçta her üç oğlunu da kaybettiğini anlayınca bir inme indi Ayşe Teyze’ye ve bir tür felç oldu, yürüyemiyordu artık – demir korse takması gerekiyordu… Ayakları tutmuyordu… Birkaç yıl önce onu kaybettik. Ayşe Teyze’nin evinin duvarlarında kaybettiği üç evladının fotoğrafları asılıydı – onu evinde ziyaret etmiştim ve röportaj yapmıştık… Işıklarda olsun…Tümü de ışıklarda olsun…Tüm bunlar savaşın ağır bedelidir… Savaş çığırtkanlığının, provokasyonların ağır bedelidir.Şimdi artık bu topraklarda bir daha kan dökülmemesi için her tür provokasyona ve her tür çatışmaya karşı daha uyanık olmalıyız, olayların bizi oraya buraya sürüklemesine izin vermemeliyiz… Aşırı milliyetçiliği büyüyüp yeşermeden henüz yumurtadayken önlemeliyiz…Lütfen her bir fotoğrafa dikkatlice bakın: Bunlar sizin yakınlarınız, sizin babanız, sizin ananız, sizin neneniz, sizin kardeşiniz, sizin kocanız olabilirdi… İşte bu yüzden “Barış” diyoruz… Bu yüzden her tür provokasyona “Hayır” diyoruz…Fotoğrafları düzenleyen Gökay Uçar arkadaşımıza ve bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşarak dikkatimize getiren Hüsnü Kişi arkadaşımıza sonsuz teşekkürler…”