Hakan Karahasan
hakan.karahasan@gmail.com
Niyazi Kızılyürek “Yorgos Vasiliou: Düne ve Yarına Dair Düşünceler”
Lefkoşa: Heterotopia Yayınları, 2014
Yorgos Vasiliou ve Niyazi Kızılyürek… İkisi de Kıbrıs tarihinde önemli birer isim. Yorgos Vasiliou, Kıbrıs Cumhuriyeti eski cumhurbaşkanı, siyasetçi, iş insanı; Niyazi Kızılyürek ise akademisyen olarak salt Kıbrıs’taki araştırmacılar tarafından değil, aynı zamanda Kıbrıs Sorunu üzerine araştırma yapan hemen hemen herkesin takip ettiği bir kişilik...
Bu iki kişiyi buluşturan ortak nokta ne o zaman? Kıbrıs Sorunu tabiî ki... Yorgos Vasiliou: Düne ve Yarına Dair Düşünceler, adından da anlaşılacağı üzere, Yorgos Vasiliou ile yapılmış olan söyleşi kitabının adı. Kitabın başlığı çok manidar fakat çalışma boyunca, ağırlıklı olarak geçmiş konuşulup, irdeleniyor. On bölümden oluşan kitapta, son bölüm dışındaki bütün bölümler Kıbrıs’ın yakın geçmişine dair anılar ve fikirleri içeriyor. Tam da bu noktada önem kazanıyor kitap: Vasiliou, yakın dönem Kıbrıs tarihinde gerek Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaşkanı olması hasebiyle, gerekse de Avrupa Birliği (AB) ile yürütülen müzakerelerde baş müzakereci sıfatıyla yer almasından dolayı sahip olduğu tecrübeleri kendi yaşam felsefesi ile birlikte okuyup, onu tanımamıza ve anlamamıza olanak tanıyor. Vasiliou’nun bir başka önemi de; Glafkos Kliridis, Tassas Papadopoulos, Vassos Lisaridis, Dimitris Hristofyas, Mihalis Papapetrou gibi Kıbrıs Rum siyaset sahnesinde önemli sayılan bütün şahısları tanıyıp, bir şekilde, onlarla çalışmış olması. Sadece sahip olduğu tecrübeleri kendi ağzından duymak için bile okunası bir çalışma Yorgos Vasiliou: Düne ve Yarına Dair Düşünceler.
Kitap on bölümden oluşmakta. Yorgos Vasiliou’nun yaşamından kesitler içeren ilk bölüm, daha sonra Vasiliou’nun siyasete nasıl atıldığı üzerine yoğunlaşıyor. Aktivist bir aileden geldiğini ve yaşamı boyunca karşılaştığı zorlukların Vasiliou’yu her zaman ileriye dönük bir kişi haline getirdiğini öğreniyoruz bu satırlarda. “Ne olursa olsun, olaylarda sorumluluğumuz ister küçük ister büyük olsun, bize düşen geçmişe noktayı koyup geleceğe bakmaktır” (s. 17). Bu sözler, Vasiliou’nun Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili kitabın daha sonraki bölümlerinde söyleyeceklerinin öncüsü aslında. Kıbrıs’ta mevcut durumun devamının, günümüzde adada yaşayan ve nüfus olarak baskın durumda bulunan Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların lehine değil, aleyhine olduğunu, sorunun geçmişe saplanmakla çözülemeyeceğini, ancak ileriye bakmamız durumunda çözülebileceğini şu sözlerle özetliyor: “ayrı kalırsak batarız, birlikte olursak başarırız.” 1950’li yıllardan beri süren “hamasi nutukların” salt slogan olduklarını ve gündelik yaşama dair yetersiz kaldıklarının altını çizen Vasiliou, diğer yandan toplumun geneline yayılan “kara bahar milliyetçilik” yüzünden ailesinin de Kıbrıslı Türkler ile olan ilişkilerinin gelişmesi olanağının pek bulamadığını aktarıyor okuyuculara. Bölüm sonundaki en ilginç nokta, belki de ilk kez Türkçe bir kaynakta adaylık serüveninin nasıl gerçekleştiğini anlatması: Bir açıdan bakıldığında, 1987 yılında Vasiliou’nun cumhurbaşkanı adayı olabilmesinin Kokis İoannidis’ın adaylığından son dakika vazgeçilmesi ile oluştuğunu öğreniyoruz. Sonrası malum: Vasiliou Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaşkanı olur ve gerekse Kıbrıslı Rumlar, gerekse Kıbrıslı Türkleri ilgilendiren bir dizi politikalar sayesinde Kıbrıs tarihineki yerini alır.
“Kıbrıs Rum Toplumunun Enosis Tutkusu ve Etnik Gruplar Arası İlişkiler” adlı bölümde, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında o zamanlar milliyetçiliğin nasıl algılandığını kendi açısından aktarırken, Kıbrıs Rum Solu’nun neden ve nasıl Enosis fikrine bağlı olabildiği yönündeki tespitleri son derece önemli. Vasiliou, toplumlararası çatışmalar ve öldürme vakaları üzerine yaptığı değerlendirmelerde toplumları birbirine “düşman” olarak görmek yerine, o dönem içerisinde siyasi erki elinde bulunduran odakların toplumları birbirine düşman etme politikası güttüklerini ifade ediyor. Bunu yaparken de sürekli ‘iğneyi kendisine’ batırıp, Kıbrıslı Rum liderliğinin ta baştan bu yana yapmış olduğu yanlışlıkları içtenlikle dile getirmekten çekinmiyor.
Üçüncü bölüm olan “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu: Devlet mi Kurduk Duvar mı Ördük?” adlı bölümde Makarios’un “anayasayı tadil etmek” maksadıyla yaptığı önerilerin büyük bir yanlış olduğunun altını çiziyor. 1963’de toplumlararası çatışmalar başladığında, onaylamadığı halde AKEL’in neden sessiz kaldığı sorusuna Vasiliou’nun verdiği cevap okumaya değer:
“Sesini çıkaramazdı, çünkü sesini çıkaracak olsaydı, onları da keseceklerdi... O koşullarda konuşamazdı. Söyleyeceği her şey Makarios ile açık bir zıtlaşmaya girmek anlamına gelecekti. O zamanın resmi çizgisi şuydu: ‘1963-64 olaylarından biz sorumlu değiliz. Bütün bunlara TMT ve Türk İsyanı sebep oldu.’ Bunun aksini kanıtlayacak kanıtlar elde yoktu. Ses çıkarmak, Yorgacis grubu ile açık çatışmaya girmek demekti ve böyle bir durumda dertlerini kimseye anlatamazlardı. Yorgacis ve diğerleri şöyle diyecekti: ‘Ezelden beri Türklerin müttefiki olan komünistlerden başka ne beklenebilir ki?” (s. 49).
Bunu söylerken Vasiliou’nun amacı “AKEL’i bir şekilde aklamak” olarak algılanmamalı. Aksine, dönem içerisinde var olan bir durumu ortaya koyuyor Vasiliou. Böylece, dönem dinamikleri sonrasında siyaseten yapılanlar daha açık görülüp, sebepleriyle daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilir...
Tam bu noktada, “peki var olan sorunu çözmek için ne yapmalı?” sorusuna “özür dileme ve affetme” ile yanıt veriyor Vasiliou: “Geleceğin temellerini gerçekten sağlam bir şekilde atmak istiyorsak, geçmişte yaptığımız hataları kabul etmeliyiz” (s. 56). Hemen belirtmek gerekirse, son on yıldır bu konu üzerine yapılan az sayıdaki çalışma, gündelik siyasetin gölgesinde kalmak suretiyle ya yeterince ilgi çek(e)medi, ya da, bir şekilde “sessiz sedasız”, “hoş bir seda” olarak kaldı. Ancak, kelime manasıyla bir çözüm aranıyorsa, mevzu sadece mülkiyet ve toprak sorunu değil. Asıl anlamda karşıdakini (tekrardan) insan yerine koyabilmekten ve özür dileyebilmekten geçiyor. “Bağışlama Üzerine” adlı çalışmasında bu konuyu ele alan Fransız filozof Jacques Derrida, biraz da paradoksal bir şekilde şöyle diyor: “Bağışlama yalnız bağışlanamaz olanı bağışlar... Bu yüzden bağışlama, çılgındır” (s. 59). Bu “çılgınlığı” toplumsal anlamda gerçekleştirip, uzlaşma safhasına geçebilecek mi Kıbrıs’ta yaşayan toplumlar?
Şimdilik buna verilebilecek yanıt olumsuz. Peki, gelecek ne getirir? Belirsiz...
“Trajedi Doruğa Erişiyor” bölümü 1974 darbesi ve sonrasında yaşananların serinkanlı bir analizi. Burada Vasiliou bir yandan Yunanistan ve Kıbrıslı Rum liderliğini eleştirirken, diğer yandan da askeri darbeden faydalanan bir diğer tarafın Türkiye Cumhuriyeti devleti olduğunu şu sözlerle aktarıyor: “Türkiye ezelden beri Mersin’in karşısında yer alan kıyıları denetlemek istiyordu. Darbe Türkiye’ye bunu başarması için ideal bir fırsat sundu” (s. 65).
Altıncı bölüm olan “Cumhurbaşkanlığı Dönemi ve Kıbrıs Sorunu,” belki de kitabın en önemli bölümlerinden birisi. Vasiliou’nun Kıbrıs Cumhuriyeti cumhurbaşkanı olarak göreve gelir gelmez neleri, nasıl yaptığını ve görev süresi boyunca Kıbrıs Sorununda kalıcı bir çözüme ulaşmak için harcadığı çabaları kendi ağzından duyma fırsatı buluyor okuyucu. 789 numaralı Birleşmiş Milletler (BM) Kararı’nın nasıl alındığını aktaran Vasiliou, aynı zamanda 1993 yılında Glafkos Kliridis’e karşı seçimi nasıl kaybettiğini de içtenlikle anlatıyor. Görevde olduğu süre boyunca temel olarak kendisini Kıbrıs Sorununu çözmeye odakladığını, bu zaman zarfında seçimler yaklaştığı zaman bundan dolayı takdir edileceğini tahmin ettiğini belirtirken, seçimi kaybetmesinde iç siyasi hesapların ve çıkarların önemli rol oynadığını belirtiyor (s. 91-92). 1993 yılının çözüm için büyük bir fırsat olduğunu vurgulayan Vasiliou, o dönem gerek uluslararası toplum, gerekse Türkiye’nin çözüme odaklandığını, ancak gerek Kliridis’in cumhurbaşkanı seçilmesinin, gerekse de Türkiye’de Tugut Özal’ın vefatı ile birlikte çözüm çizgisinden uzaklaşıldığını aktarıyor okuyuculara.
“Kıbrıs Üniversitesi’nin Kuruluşu”nun anlatıldığı yedinci bölümden hemen sonra “Kıbrıslı Rumların ‘Güçlü Hayır’ı” yer alıyor. Vasiliou, daha önce 1993 yılında kendisinin cumhurbaşkanlığına adayı olup kaybetmesinde önemli bir nokta olarak belirttiği iç dinamiklerin Annan Planı’nın reddedilme sürecinde Kıbrıslı Rum toplumunda önemli bir rol oynadığının altını çiziyor. AKEL’in plana hayır demesindeki en önemli etkenin o dönemki koalisyon hükümetinde kalmak olduğunu söylerken, iç dinamiklerin bazen ne kadar önemli olabileceğini bize ‘içeriden’ birisi olarak aktarıyor.
Yarına bakarken umutlu olmaya çalıştığını ifade eden Vasiliou, bunu yaparken aynı zamanda gerçekçi olmak da gerektiğini, gelecekteki ortak çıkarların iki toplumun da faydasına olduğunu belirtirken, çözümün sadece ve sadece federal bir Kıbrıs olduğunu tekrar ediyor ve ekliyor: “Çözüm herkesin çıkarınadı r (s. 153)... Zor olan ‘evet’ demektir ve bu sadece milli meseleler için değil, bütün konular için geçerlidir. ‘Evet’i tercih etmek sorumluluk almayı gerektiriyor” (s. 140).
Sonuç olarak; ortaya konan bu çalışma okuyucuya Kıbrıs’ın siyasi yaşamında önemli bir isim olan Yorgos Vasiliou’u ‘kendi ağzından’ okuma şansını tanıyor. Niyazi Kızılyürek’in Kıbrıs Sorunu ve siyasetine dair bilgisiyle harmanlanınca ortaya güzel sorular ve soruların açıklanmasıyla derinleşen, ancak söyleşi türünün güzelliği ve akıcılığından dolayı olsa gerek, rahatça okunan ve okuyucuya konu ile ilgili yeni ufuklar açımlama fırsatı tanıyan bir eser çıkmış oluyor.
(1) Burada hemen şu notun düşülmesinde fayda var sanırım: Vasiliou’nun Kıbrıs Rum Solu üzerine söyledikleri (Solun Enosis fikrine verdiği destek ve sebepleri) Kiryakos Cambazis’in yakın zamanda Türkçe olarak yayımlanan Bir Mitin İfşası adlı kitabında belitrilenler ile örtüşüyor. Daha detaylı bilgi için bkz: Kiryakos Cambazis. (2013). Bir Mitin İfşası. Çev. Hasan Özgür Tuna. Lefkoşa: Işık Kitabevi.