Gelmek mi zor, kalmak mı?!

Tümay Tuğyan

Çiçek hastalığı, dünyada kökü kazınan iki bulaşıcı hastalıktan biri. Diğeri, Sığır Vebası.

Bilinen en eski tarihi, milattan önce Mısır’a dayanan ve Dünya Sağlık Örgütü’nce Aralık 1979’da tamamen yok edildiği duyurulan Çiçek hastalığı (Variola virüsü), sadece 20’nci yüzyılda, yaklaşık 300 milyon kişinin ölümüne neden olmuş. Özellikle 1950’li yıllarda dünya genelinde, aşılama yöntemiyle hastalığa karşı büyük bir savaş verilmiş. Modern çiçek aşısını geliştiren ülke olan Büyük Britanya İmparatorluğu da o dönem hastalığa karşı bağışıklık oluşturmak amacıyla, büyük bir seferberlik başlatmış. 50’li yılların sonuna doğru Kıbrıs dahil olmak üzere bütün müstemlekelerinde başvurduğu yöntem, genç yaşlı demeden herkesi aşılatmak olmuş. Çiçek aşısı, canlı bir aşı olduğundan, virüs aşı yoluyla herkese bulaştırılmış. O dönemi yaşayanlar çok daha iyi bilecektir, aşılama nedeniyle pek çok insan da hayatını kaybetmiş. Benim büyük halam, bunlardan biri. Büyük anneannem ise günlerce ateşler içinde yatmış ama bir şekilde canlı kalmayı başarmış.

***

Birleşik Krallık bugün Covid-19’la yine, aslında çok da farklı olmayan bir yöntemle mücadele etme yolunu seçti. Bu kez aşı yok ama hedef yine, hastalığa bağışıklık kazandırmaya çalışmak. Dünya Sağlık Örgütü, başta Birleşik Krallık olmak üzere, hastalığın semptomlarını taşıyanlara test yapmayan ülkeleri sürekli tersi yönünde uyarsa da, bu planın, öngörüldüğü şekilde işleyip işlemeyeceğini elbette zaman gösterecek.

Bu durumun bizleri ilgilendiren en önemli tarafı ise kuşkusuz orada bulunan öğrencilerimizin durumu.

Birleşik Krallık’ta yüksek öğrenim gören çok sayıda öğrencimiz var. Bu öğrencilerin adaya gelmesinin mi yoksa gelmemesinin mi sağlık açısından daha güvenli olduğu tartışmaları süredursun, özellikle aileleri, çok büyük bir endişe içerisinde.

Çocukların bir kısmı Larnaka ve Baf, bir kısmı ise Ercan üzerinden adaya döndü. Gelenlerin ve gelenlerin yakınlarının, 14 günlük katı karantina koşullarına hassasiyetle uyacağını umut ediyorum. Böylesi bir kaotik ortamda, havaalanlarının ve uçakların, virüsü bulaşmak ve bulaştırmak adına son derece elverişli yerler olduğu gerçeğinden hareketle, yolculuk yapılarak alınan risklerin başka türlü elenebilmesi mümkün değil çünkü.

Gelenlerin aileleri bir nebze de olsa rahatladı, çocukları, karantinada da olsa, yakınlarında, her an ulaşabilecekleri bir uzaklıkta.

Peki ya kalanlar ve onların aileleri?

8 yıla yakın bir süre Birleşik Krallık’ta yaşamış ve bu süre zarfında ülkenin sağlık sistemi ve de sağlık anlayışıyla defalarca muhatap olmuş biri olarak, rahatlıkla söyleyebilirim ki ülke virüsle, kendi geleneksel sağlık anlayışıyla son derece tutarlılık gösteren bir yöntemle ‘dans’ ediyor.

Yani çocuklarınızın şu anda aldığı risk, orada yaşadıkları sürece diğer olası hastalıklar konusunda alıyor oldukları risklerden çok da yüksek değil.

Neden mi?

NHS (Ulusal Sağlık Sistemi), iki temel sebeple, zaten ulaşılabilir değil.

Bunlardan ilki, Muhafazakar Parti’nin 2010 yılından bu yana devam eden kesintisiz iktidarı boyunca yürüttüğü kötü sağlık politikası.

Sağlık sistemine yatırımın akıl almaz bir biçimde azaltılması nedeniyle, sağlık merkezleri artık hasta kabul edemez hale geldiler. ‘Mahalle doktoru’ tabir edilen merkezlerden randevu alabilmeniz için, haftalarca beklemeniz gerektiği gibi, ciddi bir hastalığınız yoksa (size göre değil, onlara göre ciddi), buradaki pratisyen hekime zaten ulaşamıyor, doğrudan eczaneye yönlendiriliyorsunuz.

Bu sorun, ülkenin geleneksel olarak hastalıkları mümkünse sadece ağrı kesicilerle ‘halletmeye’ çalışan yöntemleriyle birleşince de ortaya ne yazık ki ulaşılabilir olmadığı gibi, aslında etkin de olmayan bir sağlık yönetim tablosu çıkıyor.

Çarpıcı bir örnek; mesela ağız ülseriniz varsa, bu doktorluk değil, eczanelik bir iş.

Mesela kusma, ishal, ateş, her türlü gribal enfeksiyon, karın ağrısı benzeri şikayetleriniz varsa, adres; yine eczane.

İlaç kullanımı konusunda da çok kuralcı olduklarından, eczaneden de büyük olasılıkla bir ağrı kesici veya benzeri bir ‘örtücü, bastırıcı’ tedaviyle ayrılacaksınız.

Su çiçeği mi geçiriyorsunuz, reçeteniz; eve gidip dinlenmek.

Penisilin alerjisi mi oldunuz,reçeteniz;  eve gidip geçmesini beklemek.

Bütün bunları anlatmamın nedeni, gözünüzün önüne bir felaket senaryosu çizmek değil, aslında tam aksine, yukarıda da ifade ettiğim gibi, çocuklarınızın, normal zamanda olduğundan çok daha büyük bir risk altında bulunmadığını söylemeye çalışmak.

Coronavirüs’le ilgili dünya genelindeki istatistiklere baktığımızda, gençlerin hastalığı hafif atlatıyor olduğunu görüyoruz.

Bu veriden hareketle, biraz rahatlamaya çalışmak lazım.

Birçok üniversite halihazırda internet üzerinden eğitim uygulamasına geçmiş durumda.

Çevrelerindeki insanlarla ‘social distancing’ denen mesafeyi mümkün olduğunca koruyabildikleri oranda, virüsten de uzak kalabilecekler.

Sizlerden uzak oldukları bu süre zarfında yaşadığınız paniği onlara da yansıtıp çoğaltmak yerine, onları rahatlatmak ve kendilerini nasıl koruyabilecekleri konusunda bilinçlendirmek, şu anda yapabileceğiniz en sağlıklı şey olacak.