Gemi batmaya devam ediyor…

Dilek Karaaziz Şener

 

Yaşadığımız çağın akıl dışı, rahatsız edici ve dürtükleyici olduğunu düşünüyorsanız şimdiden batan gemide yerinizi ayırtın.
Sonra çok geç olabilir.
Geç kaldığınızı mı düşünüyorsunuz?
Aslında amacım burada çok da geç kalınmadığını söylemek!
İlk kez Amin Maalouf’ta okuduğumda, dönülmez bir akşamın ufkunda olmalıydım ki inanasım gelmemişti. Sonrasında tozu dumanı hayatımda dağıtmaya karar vererek ve de yasemin kokulu akşamları özleyerek daha bir rahatladım. Pusula gerek, hayata bir yerlerden yeniden dalmak, kalan zamanda yeniye yeniden başlamak için…
Biraz istek, sabır ve azimle başarılmayacak hiçbir zorluğun olmadığını, klişe yaşamlara yerleştirip ezbere sinen tekrarlarla boğmak yerine, anlamına uygun düşen bir halet-i ruhiye geliştirmek gerekli belki de!

Dünyadaki neredeyse tüm kültürler ve politikalar ciddi bir tehdit altında!
Bunun en büyük nedeni de dünya politikalarının başlıklarını, işgal etmek, ezmek ve tüketmek üzerine kurulu yol haritalarının gerçek anlamda kan kokulu ara sokaklarına doğru sürüklenmekten geçiyor.
Çok mu karanlık, cümlenin çizdiği resim?
Aydınlık resimler inşa etmek adına, gökkuşaklarının tükendiği metropol yaşamlarımızda medeniyet denilen tuhaf bir silindir üzerimizden geçerken, güneşin ışığını gölgelemekte!
Çivisi Çıkmış Dünya kitabında Maalouf, “hoşgörü” çığlığını yeniden duymak veya atmak adına, olması gerektiği noktaya ve durması gerektiği yaşam döngüsüne yeniden davet ediyor günümüz insanını…

Yazı için odama çekilip kendimle kaldığımda gazete sayfalarına göz atmakla işe başladım. Başlamakla insanlığın tükendiği noktada donup kalmamı, şu an için dehşete kapılarak okuduğum satırlar ve duygularıma sinen yalnızlık ve umutsuzluk kaosunun buruk dehşetini sizlerle paylaşırken bile devam ediyor.
Evet, “çivisi çıkmış bu dünyanın” ve ötesinde bitmiş denilen yerden yeniden başlamak,  niye?! diye sormadan duramıyorum kendi kendime.
“Hoşgörü” çığlıkları yeterli olacak mı, insanımsı varlıkların aramızdan çekilip gitmesini, hatta mümkünse kaybolmasını sağlamak için?!

Hoşgörünün duyumsamanın da dünya dengelerinin yarattığı ruhsal bunalımları ve kırık yaşam öykülerini restore etmek ve korumak bağlamında yetersiz kalacağına dair inancım, giderek daha da içinden çıkılmaz bir hal almakta!
İnsanların gülümsemesi için “kazanmak” hem de tek taraflı ve tek yönlü bakış açısıyla “sadece kazanmak” yeterli midir?
Yol yürümekle iş bitiyorsa, güler geçerim ben bu sahnenin toza tutmuş gölge oyunlarına...

On üç yaşındaki küçücük bir cana, yirmi dokuz insanımsı tecavüz ediyorsa, dünyanın ayar noktalarında ciddi bir sapmanın olduğu gerçeğine toslamamız gerekiyor. “İğne ve çuvaldız”  diyen, Can Dündar’ın yazısını okurken, ibret alınacak noktaların altını yeniden hem de yeniden çizmekte fayda görüyorum. 
Söze başlarken, kaybolan insanlığın bulunabilmesi için atılacak çığlığın “hoşgörü” olduğunu söylemiştik de, sanırım bulmak yerine “insanlığı yeniden yaratmak” gerekeceği gerçeğini de görmek zorundayız.
Çünkü insan onuruna karşı işlenmiş suçlar arasında kaybolmaktayız!

***

Gemi batıyor mu?

Tayfun Pirselimoğlu’nun 2007 yılında gezmiş olduğum “… ve gemi batıyor!” adlı sergisi düştü bu sıralar, yeniden aklıma…
Bu değerli insanın yaşadığı dünyanın, bugününden geleceğine uzanan bakışının altını önemle çizen resimleri, çivinin çıktığı şu günlerde, başıma düşen bir balyoz gibi günlük uyku tutulmalarının hipnoz gücünden çekip çıkardı beni… 
Yüzeye kurulan sahnenin tam ortasında kendiyle ve bir geminin içine yüklediği yaşam kesitinin geleceğe dair hüzün yapraklarıyla yüzleşen bir dolu figür geçiyor gözlerimin önünden. Çöl manzaralarına benzeyen boşluklarına dalıp gitmekteyim yeniden. Boşluğa akıp gitme durumları, geçmişi bugüne taşımak yerine bugünden geleceğe doğru yol alıyor; suya atılan taş gibi dalga dalda genişleyerek dağılan yaşam oyunlarına ait her sahne. Kışkırtıcı, harekete geçirici, isyana teşvik eden imge sağanaklarının içinde geleceği bulmaya çalışıyorsunuz.

“… ve Gemi Batıyor” un ima ettikleri, uzun zamandan beri kafamın içinde dolanıp duruyordu. Yaşadığımız çağın, tuhaf günlerine işaret ettiklerini söylemeliyim.
Her insanın yaşam kesitinde gelecekle ilgili tasavvuru mutlaka vardır.
Geçmişte yıkılan, bugünden alınan her şeyin gelecekte bir karşılığı olacaktır.

Pirselimoğlu’nun “… ve gemi batıyor” sergilerini birbirini tamamlayan ikonalar resmigeçidi olarak algılamıştım. Çünkü insan trajedilerinin geçmişten bugüne yol alan görüntüleri içinde geleceği sorguluyordu.  Gerçeğin sınırları dedik ya, işte bu noktada her anın içinde imge sağanağına tutuluyoruz. Gerçeklerden örülen ve bir sanrı kafesine kapatılan her çizgi hesaplanmış, her hareketi yaşadığı anla birleştirilerek sorgulanmış, kavramlaştırılarak ikonalaştırılmış izlek, izleyiciyi trajik bir atmosfere taşıyor.

***
Kısaca, son söz yerine, nefes aldığımız atmosferin trajik boyutunda geleceğe dair yol almanın pusulasında şunlar yazıyor:

“Geçmişi allayıp pullayarak idealleştirmek yerine, o geçmişin bize kazandırdığı ve bugünün bağlamında felaket etkisi yaratan reflekslerden kurtulmak; insanlık macerasında yepyeni bir evreye dosdoğru girebilmek için önyargılardan, atacılıklardan, eskilliklerden kurtulmak gerekir.” (Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya, s.139)