GENÇ BİR DOSTA VEDA…

Tamer Öncül

 

“Kıbrıslıtürkler olarak kendi tarihi değerlerimize sahip çıkmayan, onların elimizden kayıp gitmesine birer izleyici olarak bakıp kalan yeryüzünün ender toplumlarından biriyiz...”
Toplumsal yapımızı, vefasızlığımızı, değer bilmezliğimizi bir cümlede özetleyen bu satırlar, Sevgül Uludağ’ın 26-02-2013 tarihli yazısının giriş cümlesi idi…
Kendi değerlerimizi küçümsediğimiz; görmezden geldiğimiz; hatta daha da ileri gidip kara çaldığımız için; adayı (geri dönmemecesine) terk eden ne çok sanatçımız; bilim insanımız var biliyor musunuz?
Taner Baybars, Nevzat Yalçın, Osman Türkay, Mehmet Şenay, Sümer Erek, Turgay Hilmi, ilk aklıma gelen sanatçılar…   Türkiye’deki birçok Tıp Fakültesinin dekanlığını, yöneticiliğini yapan (yapmakta olan) onlarca değerli Tıp Profosörümüz; üçüncü ülkelerde bilimsel araştırmalarla adını duyuran yüzlerce bilim insanımız; ve daha niceleri…
Bu ülkede, her türlü engeli aşıp kitap yayınlayan; sergi açan, müzik üreten değerlerimize gösterilen ilgiye bakıyorum; bir de “Meleklerle konuştuğunu” iddia eden şarlatanlara ayrılan sayfalarca haberlere; içim acıyor…
Geçtiğimiz haftalarda, Dünyanın saygın kanser araştırma merkezlerinden biri kabul edilen Londra Imperial College Kanser Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Mustafa Camgöz, ülkemizde bir dizi seminerler yaptı… Kanserden ciddi kayıplar verdiğimiz bu ülkede, ne yazık ki hak ettiği değeri bulmadı bu etkinlikler…   Kanserin dağılmasını önleyici, solid tümörlerin yayılmasına son verecek yeni nesil bir ilaç geliştirme çalışmalarını sürdüren Lefkoşalı Prof.Dr. Mustafa Camgöz’e gösterilen ilgiye bakıyorum; bir de dansözlere; şarlatanlara gösterilen ilgiye içim acıyor…
Tüm bunlar, geçtiğimiz hafta sonu çok değerli genç bir dostumu kanserden yitirdiğim; birkaç gün sonra da yine genç bir meslektaşımın benzer bir kanserle boğuştuğunu öğrenmemden dolayı daha da yıkıcı oluyor belki de…. 
Değerli olanın kıymetini anlamak için O’nu kaybetmeyi beklememek gerektiğini söyler dururuz hep; ama ne yazık ki gündelik koşuşturmacanın içinde dönüp çevremize bakmayı unuturuz.
Yusuf Barkut henüz 33 yaşındaydı… ETİK Hastanesi’nin laboratuar sorumlusuydu… On yıl boyunca, abi kardeş gibi sürdü, dostluğumuz… Özverisiyle, sıcak insan ilişkileriyle, çevresine pozitif enerji yayan kişiliği ve onuruyla yaşayan biriydi…
İki yıl önce başlayan dayanılmaz baş ağrılarıyla gelmişti kanser belası… O iki yıl boyunca geçirdiği ameliyatlar ve kemoterapi tedavisine hep ayakta direndi… Her şey yolunda imişcesine
işine gelmeye; hastalara ve çevresindekilere her zamanki gibi davranmaya devam etti…
Ne, uzun kahve sohbetlerimizde ne da başka bir ortamda başına gelenlerden şikayetçi olmadı… Bir sağlık çalışanı olarak, her şeyin farkında olmasına karşın; bunu çevresine hissettirip; insanları üzmek istemedi… Hastanede geçirdiği son on günlük yoğun bakım günleri dışında hep böyle geçirdi o amansız iki yılı…
Ve geçtiğimiz Cumartesi sabahı, çektiği acılara son verip; derin uykusuna daldı… Bize geride derin acıların dışında; büyük bir  insanlık dersi bıraktı… 
Işıklar içinde uyu sevgili dostum… Gözün arkada kalmasın…