İstanbul yeni havalimanında başlayabildim bu haftaki yazımı yazmaya. Kıbrıs’a bir elim sende gelişi yapacağım. Sadece üç gün için. Sonrası uzun bir yolculuk. Sydney’e doğru yol alacağım. Merak edenler için yazmak istedim. Yenikapı’dan iki saate yakın bir otobüs yolculuğuyla geldim yeni havalimanına. Otobüs boş, şoför hoşsohbetti. Hayat hikayesini öğrenmiş oldum. Benden sonra binen bir başka yolcuyla ikimize kahve bile ikram etti. Çok az yolcu olduğu için girişler tek kapıdan. Check-in nerede, pasaport kontrolü nerede bilemiyorsun çünkü elektronik tabelalar devrede değil, Dış hatlar pasaport kontrole doğru yürüyorsun ama gerisin geri dönmen gerekiyor çünkü tüm gidişler İç Hatlardanmış filan. Oldukça ihtişamlı bir bina. Girişte göze çarpan kocaman bir cami inşaatı. Havaalanına ait bir cami yani. İçerde Erdoğan’ın kocaman ışıklı billboardı ile karşılaşıyorsunuz “Bu bir havalimanı değil bir zafer anıtıdır” diyor.
Şehirler değişiyor, dünya değişiyor. Hiç kimse dur diyemiyor bu gidişe… Yol boyu bir inşaat fışkırması, sahil boyunca devasa binalar… Şoför “Bu ülkede yaşanmaz. Ben Rusya’ya gideceğim. Orada bir arkadaşım var; hayatını anlatıyor. Burada az parayla öyle bir hayat yaşayamazsın” diyor.
Otobüsteki diğer yolcu, çocukluğunun geçtiği bu yerlere şimdi hayretle baktığını söylüyor. “Şurada oltayı atıp balık tutardım. Buralar ne zaman bu hale geldi. Sahil boyu bina dolmuş” diyor.
Sonra hiçbir politik renk vermeden vergilerden, yüksek faturalardan filan söz ediyorlar. Adam bir ara “Ortalıkta ağaç kalmadı” diyor.
Çevreme bakıyorum, her yer paraya kesmiş. Bu gidiş nereye diye düşünüyor insan.
Fransa’da sarı yeleklilerin ülke çapında geniş kapsamlı bir anketle oluşturdukları taleplerini okurken neo-liberalizmin kendi sonuna doğru ilerlediğini hissediyorsun. Bu canavar meydanı terk etmeye niyetli değil ama. Kendini tehdit edene sertlikle cevap vermeye hazır.
Neşesi fena halde kaçmış bir Türkiye var uzun zamandır. İnsanın içini acıtıyor.
Aslında neşesi kaçmış bir dünya bu. Kıbrıs’ta yaşanan acı ölümler iyice acıttı içimizi. Felaketin izlerinin iyileşmesi zaman alacak.
Bozulan dengeler hep bir sarsıntıyla yeniden kurmaya çalışıyor kendini.
Para ve güce sahip olanlar her şeyi kendi istekleri doğrultusunda biçimlendirebileceklerini sanıyorlar. Her türlü zulmü yapmaya hazırlar. Yeter ki saltanatları sürsün.
Bunca ihtişamın ortasında derin kaygıları, acıklı hikayeleri var yoksulların… Bir biçimde kendi zalimlerini seçmeye devam eden yoksulların…
Yeniden umutlanmak istiyor insan ama geçmişin hayaletleri yalnız bırakmıyor.
Yazımı Kıbrıs’ta sonlandırıyorum. Ercan’dan gelirken epey konuşkan bir şoföre rast geldim. Sel felaketine, acı ölümlere dair uzun uzun yorumlar yaptı.
Yitirilen dört genç insan… Birisinin cesedi henüz bulunamamış bile. En acısı bu…
Zalimler bunun ne kadar moral bozduğunu iyi bildikleri için direnişleri de ölümlerle durdurmaya çalışıyorlar.
Gençlerin ölmeyeceği bir dünya istiyorum. Gerisi boş.