Gençlik

Gençlik

 

Aynel Tekoğul

Hiç gençlik, kuşaklar arası fark ve ülkenizin geleceğinde her şeyin nasıl olacağını, nasıl gelişeceğini düşündünüz mü? “Şimdiki gençlik ileride ülkenin, toplumsal gelişimin, ailelerinin durumunu nasıl idare edecek?” diye? İlerisini tahmin edemem, ama şimdiki gençlikle ilgili birkaç düşünce sunabilirim size. Sizden sonraki kuşaklara şimdi bırakmayı planladığınız, veya bırakılması ihtimali olan miraslar nelerdir? Para mı? Şahsi varlık mı? Ülke ekonomisi mi?  Kültürel sermaye mi? Siz gençliğe en çok neyin bırakılması peşindesiniz? Ben kültürel sermayeden bahsetmek istiyorum.

‘Kültürel sermaye’den kastım bir kişinin toplumda yer edinebilmesine, ilerleyebilmesine yardımcı olacak, eğitim ve kişisel gelişimle elde edebileceği, malî olmayan değerdir. Bu kavram Pierre Bourdieu tarafından geliştirildi. Bourdieu, finansal, ve sosyal sermayenin yanında, kültürel sermayenin bireylerin toplumdaki sosyal durumlarını etkilediğini vurguladı. Finansal sermaye için sahip olduğunuz para veya mal varlığı, sosyal sermayeye herhangi bir uğraşınız veya işiniz için edindiğiniz çevreyle bağlarılarınız, kültürel sermaye içinse üniversite diploması edinmek, sanat eserlerine sahip olmak ve kendinizi ifade etme konusunda beceriler kazanmak örnek olarak verilebilir. Birçok şeyi kültürel olarak düşünebiliriz. Objeler, konuşma veya edebiyat dili, insanların kendi yaşamlarını, âdetlerini farklı yollarla aktarışı kültürel şeylerdir. Benim bu yazıda bahsettiğim kültürel kavram Kıbrıs’ın güzel sanatları, eğlence anlayışı, boş zamanını nasıl geçirdiği, giyimi, kuşamı, neler izlediği, dinlediği, yedikleri, insanların evlerinin duvarlarına astıkları, oturma odalarında sergiledikleri, ve bunun gibi birçok şeyi kapsıyor. Toplumun kendi geliştirdiği kültürün yanısıra asimile edilmiş, her gün ezberletilmiş, maruz kaldığımız Türk kültürü de var. Bir topluma dayatılan kültürle, o toplumun kültürünü kendi şekillendirişinin insanlara olan etkisi farklıdır. Örneğin savaş anıtları, Türk kahramanlığını ifade eden yapılar, Kıbrıslılar’ın özel şirketlerden veya hükümetten beklediği yatırımların arasında öncelikli sırada yer almadığı halde İslam dinine olan yatırımlar ne anlama geliyor sizin için? Ben baktıkça çaresizlik görüyorum. Çaresizliğin geleceğe faydası yoktur. 

Kişisel gelişim ve toplumda yer edinebilmek için genç bireylerin kültürel sermayeye ihtiyacı vardır. Olumlu sosyal ve kültürel deneyimleri olan kişiler topluma daha yararlı olabilir. Farklı alanlarda deneyimi olan kişilerin sorun çözme, liderlik gibi becerileri artar. Mesela iş başvurularında karşıma çıkan sorulardan biri, “bu işe katkısı olacak, sizin getirebileceğiniz ne tür deneyimleriniz, nitelikleriniz var?”dır. Hâlbuki ülkemizdeki gençliğin beceri kazanma şansları kısıtlanıyor. Kültürel olarak kısıtlanan bir toplumda güçlü, öncülük niteliği taşıyan bireyler kazanmak zorlaşır. Hem yeteri kadar deneyim edinemedikleri için, hem de kendi yaşamlarını ve kişiliklerini oluşturma konusunda kısıtlandıkları için. Basitçe, çoğunlukla gözlemlerime dayalı olarak söyleyebilirim ki, kişisel potansiyelin farkına varmak, hayatta amaç edinmek ve amaçlara doğru çalışmak bireylerin hayatlarında atacağı önemli adımlar arasındadır. Özellikle, gençler ve çocuklar için ailelerinin, ve toplumun desteği kritik olabilir. Toplumun kültürel sermayesi ve gençliğe sunduğu olanaklar arttıkça kişinin kendi ideallerini yaşamasının yolları fazlalaşır. Hayalleri kısıtlanan kişiden ne kadar alın teri, çaba ve kişisel gelişim beklersiniz? İlerisi için adım atmaya çalışan bir nüfusun adımları engellenirse, ileride toplumlarına fayda sağlamaları zorlaşır. Bireyler toplumun dışına itilir.

Kıbrıslı gençler bugünlerde ne gibi kültürel sermayeye ulaşabiliyor? Kaçınız çocukluğunda veya gençliğinde tiyatro gösterilerine gidebildi, veya kendi genç tanıdıklarını, çocuklarını bu gibi aktivitelere götürüyor? Müzikal, sirk, sergiler, çeşitli festivaller? Kaç çeşit spora tanıklık edebildiniz, veya kaçına düzenli katılım şansınız oldu? Kıbrıs’ın kendi geliştirdiği kültürü var, ama pratik yapılmadığından, önemsenmediğinden, farklılığa, çeşitliliğe açılamadığından, hatta açılmaktan korkmaktan dolayı zayıflıyor. Bu duruma özellikle ben okul günlerimden örnek verebilirim. Ders müfredatımızda haftada sadece 40 dakika Kıbrıs coğrafyasına, edebiyatına, tarihine zaman ayrılmıştı. Kitaplar inceydi, anlatım dilleri hep basit gelmişti bana. Sanki bizim geçmişimiz, adanın coğrafik özellikleri, kısacası kültürümüz “o kadar da önemli degil” der gibiydiler. Diğer yandan, Türk edebiyatı, coğrafyası, tarihiyle çok daha fazla zaman geçirdik. Bu derslerin müfredattaki yeri, ve test edilişinin verdigi mesaj ise “zengin bir dil, kültür, şanlı bir tarih. Daha önemli, öğrenmeye değer. Kendimizi bir kültürle bağlantılı hissedeceksek, Türk kültürünün sundukları daha fazla”ydı. Kıbrıs’ın kültürü karanlıkta bırakılıyor yıllardır. Sınıfımızda bulunan güncel Kıbrıs haritasında kullanılan terimler, isimler dünyanın geriye kalanının kullandıklarından farklıydı. “Kıbrıs Rum Kesimi” yazılıydı Kıbrıs Cumhuriyeti yerine. Hükümet değiştikçe, Kıbrıs’ın oluşumunun jeolojik açıklamaları değişirdi. Kıbrıs kültürü zihinlerimizde neredeyse Osmanlı egemenliğinden önce yokmuş gibi yansıtılıyordu. En son ne zaman Kıbrıs’taki diğer uygarlıkların tarihini, edebiyatını, sosyal ve kültürel geçmişini öğrendik? O zamanlarda adada yaşayıp kendini Kıbrıslı olarak gören bir nüfus yok muydu? Kıbrıs’ta bulunan imparatorlukların isimlerini biliyorum, ne tür coğrafyalardan geldiklerini, bıraktıkları birkaç tarihi mimariyi, eşyaları, bazı kıyafetlerini... Ama adada yaşayan insanlar ada hakkında ne hissediyordu, Kıbrıslı olmanın onlar için bir anlamı var mıydı, hiçbir fikrim yok. Peki yakın geçmişimizin tarihi ve kültürü nasıl öğretiliyor bügünlerde? Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve K.K.T.C.’nin politikaları, yanı başımızda olup bitenler nasıl yansıtılıyor gençliğe? Sınırın ötesinde gelişen bir Kıbrıs kültürü var. Onun ne kadarını biliyoruz, ne kadarına ulaşabiliriz? Örneğin kaçımızın Yunanca öğrenme şansı oldu? Kıbrıslı, Kıbrıslı’yla kültürunü paylaşamıyor. Diğer ülkelerin kültürü ya bize dayatılıyor, ya da ulaşmamız zorlaştırılıyor. Kültürel sermayemizden büyük bir çalıntı bu.

Bilinçli veya bilinçsiz olarak, gençliğin daha çok deneyime, özgünlüğe ve özgürlüğe giden yollarına engel konuluyor. Ama şunu biliyorum ki, bir toplumda bireylerin ne kadar az deneyimi, başarısı ve kendi kendini yönetme becerisi olursa, o toplumu kontrol etmek o ölçüde kolaylaşır. Kaynakları azaldıkça, çaresizliğe itilir insan, itaat etmeye zorlanır. Toplumun kabul etmek istemediği bir adım atılırsa, o adımı sorgulayabilme yetisi, karşı çıkması, değişim için çalışması zorlaşır. Tanıdık geliyor mu size? Belki bu durumu ekonomik olarak gözlemlediniz, ama kültürel olarak da, sosyal ilişkilerimizin boyutlarına bakarak da benzer kontrol ve güç savaşını görebilirsiniz. Gençlik bu gibi şeylerle karşı karşıya. Bu gibi durumları farketmesi, sorgulaması da güçleştiriliyor. Plato’nun mağarada kısıtlanmış insanların örneğindeki gibi. Plato, the Republic (Cumhuriyet)’teki yazısında okurunun şöyle bir durumu hayal etmesini istiyor: mağarada, sandalyeye zincirlenmiş, hareketleri kısıtlanmış bir grup insan oturuyor. Yüzleri duvara dönük, arkaları ateşe çevrili. Duvara ise bir perde oyunu yerleştirilmiş. Oturanlar hayatları boyunca duvara yansıtılan figürleri görüyor sadece, onlarla konuşuyor, mağaranın dışında neler döndüğünü bilmiyorlar. O kişiler sadece gördükleri şeylerin gerçekliğine inanıyor. O kişilere sorsanız, gölgelerle gerçek insanların farklarını bilemeyecekler. Bir gün, en sonunda aralarından bir kişi serbest kalır, mağara dışına çıkar, farklı bir gerçeklikle yüz yüze gelir. O sırada, mağarada kısıtlanan kişilerden perde oyununu ezberlemeleri istenir, en iyi o düzeni ezberleyip tekrarlayan kişilere ödül verilir. Mağaraya geri dönen kişi geride kalanlara dışarıda neler olduğunu anlatmak ister, ama dinlenebilmesi için iyi bir konuma gelmesi gerekir. Fakat gözleri gün ışığının parlaklığına alıştığı için perde oyununu takip edemez. Söylediklerini dinlese bile, diğer kişiler onun kendilerine nazaran başarısız olduğunu düşünür, ve onu dinlemezler. Kültürel farkındalık kazanmanın zor olduğu toplumlarda alışılmışın dışında fikirleri yansıtan, düzene karşı çıkan gençlerin marjinalleştirilmesini anımsatıyor bu bana.

Belki siz de, geriye dönüp baktığınızda farkettiniz ki ulaşamadığınız, kısıtlandığınız, ve gerçekleşmesini istediginiz kültürel aktiviteler, kaynaklar, ve bunun gibi birçok şeyin olduğunu. Belki de siz de biliyordunuz ki ders kitaplarınız politik, bilimsellikleri göreceliydi. Ben farkında olmak bir başlangıç diye düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?

 

---------------------------------------------------

Kaynaklar:

Bourdieu, P. (1973). “Cultural Reproduction and Social Reproduction”. R. Brown (Ed.) Knowledge, Education and Cultural Change: Papers in the Sociology of Education pp. 71-112.  London: Tavistock.

Bourdieu, P. (1986). “The Forms of Capital”. J. Richardson (Ed.) Handbook of Theory and Research for the Sociology of Education pp. 241-258. New York: Greenwood.

Bourdieu, P. (2009). “Distinction and Aristocracy of Culture” Storey. J. (Ed.) Cultural Theory and Popular Culture: A Reader pp. 498-508. Harlow: Pearson Education.

Cohen, S. (2002). Folk Devils and Moral Panics 3rd ed. London: Routledge.

Foucault, M. (1977). “Panopticism” Discipline and Punish: The Birth of the Prison pp 195-231. Lonon: Penguin.

Miller, D. (2008). The Comfort of Things. Cambridge: Polity.

Plato, (1955) "The Simile of the Cave" Lee, H. D. P. (Ed.) The Republic pp. 278-286.
Harmondsworth: Penguin.

Dergiler Haberleri