Boykot organizasyonuna katılan grupların ve kişilerin seçimlere katılan sol siyasi partileri şeytanlaştırmak yerine, seçimlerden önce seçimler sonrasında bir araya gelebilecek zemini hazırlamalarında ve bu zeminde güçlü ve samimi bir buluşma ve birliktelik yaratabilmek için “kerhen” de olsa seçim günü sandığa gidip oy kullanmalarında o hayata geçirmek istediklerini başarmak için daha faydalı olabilecektir.
23 Ocak genel seçimlerine giderken özellikle sol ve ilerici seçmenleri sandığa gitmekten caydırmayı amaçlayan bir boykot örgütlenmesi kendi çapında propaganda yapmaktadır. Etkililer mi? Pek değil! Değillerse, niye bu köşe yazısı?! Onların yaman çelişkilerini ortaya koymak etki alanları ile ilgili değil, onların daha iyi anlaşılması, kendi deyimleri ile ‘teşhir’ edilmeleri ile ilgilidir.
2015 yılında KKTC’nin anayasasını kısmen değiştirmek girişimi olmuştu yılında; değişiklikler meclisten oybirliği ile geçmişti. Referanduma giderken ise, bazı sol gruplar anayasanın geçici 10. Maddesinin değişiklikler dışında kalması nedeniyle referandumda anayasa değişikliğine “Hayır” kampanyası yapmıştı. Sağ siyaset de değişikliklerin geçmesinin kendileri için tehdit olacağı endişesine kapılarak, sol grupların “Hayır” kampanyasının hazırladığı zemini kendi çıkarları için kullandı. Sol grupların eleştirdiği statükonun bekçisi olan anayasa referandumda değişmedi, sağ siyaset rahat nefes aldı. Evet, o değişikliklerde 10. Madde yoktu, kalmaya devam edecekti… Ama demokrasi kalitesi fakir olan Kuzey Kıbrıs’ta bazı iyileşmeler olacaktı, örneğin Çocuk Mahkemeleri kurulacaktı… Çocuk suçluların yargılanmasındaki çarpık düzenin halen devam ediyor olması bu sol grupların yaptığı tercihin sonucudur. “Ya hep – Ya hiç” dediler, düzenin çarpıklığını ve anti-demokratik unsurlarının devamlılığını sağladılar; sağ siyaset mutlu… Bir küçük anımsatma daha: KKTC anayasasının hayata geçtiği 1983 referandumunda sadece CTP “Hayır” demişti…
Mayıs 2019’da Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri yapılmıştı; Güney Kıbrıs siyasi partilerinden AKEL Kıbrıslı Türk bir adayı listesine dahil etmişti. Kuzey Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği sahibi olanların seçimlerde oy kullanması üzerinde propaganda yapıldı, odağında da Kıbrıslı Türk adayın seçilmesinin ve onun AP’de olmasının Kıbrıslı Türkler için yararları vardı… Kıbrıslı Türklerin iradesi de yansımış olacaktı oralara… Halbuki, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki haklardan yola çıkılıyorsa, Kıbrıslı Türk siyasi partilerin katılması ve Kıbrıslı Türk seçmenler tarafından seçilmiş iki Kıbrıslı Türk’ün AP’de vekillik görevi yapması gerekiyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek taraflı yöneten Kıbrıslı Rumlar, kurucu ortak Kıbrıslı Türklerin iradesinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nde geçerliliğini ret ve inkâr ettiği için 2019 seçimlerinde AKEL aday listesine bir Kıbrıslı Türk dahil etmişti. Ve bazı sol grupları, Kıbrıslı Türkler arasında yarattıkları kafa karışıklığı ile, bu seçimlerde oy kullanılmasını teşvik etti. Katılım yüksek olmadı ama AKEL’in adayının seçilmesine yetti…
Sonuç ne oldu?! Kıbrıslı Türklerin iradesi AP’ye yansıdı mı, Kıbrıslı Türkler AP’de temsil ediliyor mu? Hayır… Türkçenin AB’nin resmi dili olması üzerine bir girişim yapıldı, rafta kaldı… AB’nin Kıbrıs’a verdiği Covid-19 aşılarından Kıbrıslı Türklerin payını Güney Kıbrıs eksik verdi; seçilen Kıbrıslı Türk AP üyesinin bunu düzelttirmek gibi bir iradesi pratikte yer aldı mı?! Hayır… Adadaki siyasi statüko ber-devam, Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklerin iradesini yok saymaya ber-devam…
Geldik bugüne… 23 Ocak’ta genel seçimler var… Bu seçimi boykot etmek üzere örgütlenen sol gruplar var… Yukarıda konu edilen iki olayda da sürükleyici olanlar da genellikle onlardı… Türkiye’nin aşikâr hoyrat baskılarını ve seçimlerde seçmenin iradesini çarpıtma çabalarını boykotlarının odağında tutuyorlar. Odak hatası yok; hata mücadeleyi boykotla yapmayı tercihte… Boykot Gandi’nin pasif direnişi de değildir, sadece karşı tarafa bir ikaz yapma eylemidir; karşı taraf dize gelmedikçe de boykotçu taraf, dayanabildiğince direnecek…
Boykotlarda sonuç ne olur… 1970’lerin ve 80’lerin Türkiye üniversitelerinde öğrenci olanlar bu konuda zengin deneyime sahiptir… Yapılan boykotlarda boykotçuların direniş gücü çözülmeye başlayınca boykotu örgütleyenler karşı taraf ile en hassas birkaç konuda ara yolu bulup, anlaşıp boykotu kaldırmak zorunda kalırdı… Şimdi genel seçimleri boykot edenlerin karşı tarafı da sağ siyaset veya Türkiye değildir; doğrudan talep aslında seçimlere katılan sol siyasi partilere yöneliktir, onlarla geleceğe dair ortak mücadele için bir çatı oluşturabilmektir. Ama o kadar sert eleştirdikleri ve kendi duruşları bağlamında karşı tavırda olanların teşhir olduğunu iddia ettikleri diğerleri ile seçimlerden sonra nasıl ve hangi zeminde bir araya gelebilecekler ki? Bir araya gelmeleri ne kadar samimi ve inandırıcı olabilecek, muhatapları olan halka ne kadar güven verebilecek?
Sözün kısası, boykotu organize edenlerin seçim sandıklarında eksilttiği her oy, sağ siyasetin hassasiyeti olan mevcut statükonun ber-devamına kolaylaştırıcı olacaktır. Tıpkı anayasanın ber-devamı gibi… Tıpkı AP seçimlerinde Güney Kıbrıs siyasi rejiminin ve sisteminin Kıbrıslı Türklerin varlığını ve iradesini ret ve inkar ederek kendi iradesini konsolide edebilme hırsına kapı araladığı gibi…
Boykot organizasyonuna katılan grupların ve kişilerin seçimlere katılan sol siyasi partileri şeytanlaştırmak yerine, seçimlerden önce seçimler sonrasında bir araya gelebilecek zemini hazırlamalarında ve bu zeminde güçlü ve samimi bir buluşma ve birliktelik yaratabilmek için “kerhen” de olsa seçim günü sandığa gidip oy kullanmalarında o hayata geçirmek istediklerini başarmak için daha faydalı olabilecektir.
Bu seçimlerden sol siyaset güçlü çıkacaktır; aslolan, kırık dökük parçalar olmasın…