Geçtiğimiz hafta başkent sokaklarında bir karmaşa hâkimdi. Yaşanan ekonomik krizin etkilerini protesto eden Hayvan Üreticileri ve Yetiştiricileri Birliği üyeleri, araçları ile birlikte Lefkoşa’nın birçok noktasında eylemler yaptılar. Mehter marşları, bakanlığın girişinde bulunan duvarın yıkılması ve bina önündeki ağaçların ezilmesi eyleme dair kaydedilmesi gereken hususlar arasında yer aldı. Süreç içerisinde her iki taraf da uzlaşı sağlamak amacıyla görüşmeler gerçekleştirdi. Ama tüm girişimler sonuçsuz kaldı. Son olarak polis teşkilatı eylemcilerin üzerine biber gazı sıkarak, kontrolü sağlamaya çalıştı. Bu küçük çerçeve, aslında ülkenin içinde bulunduğu durumu açıklamak için kısa bir kesit olarak sunulabilir. Çünkü ekonomistlerin dediğine göre krizin henüz girişindeyiz. Önümüzdeki günler daha karanlık olacak.
Meselenin bu boyutunu bir kenara bırakarak, demokratik hakkını kulanan eylemcilere karşı polisin biber gazı kullanımına yönelik değerlendirme yapmak gerekiyor. İnsan Hakları standartlarından bahsedildiğinde, bunları ihlal eden devletlerin her türlü savunması kabul edilmez. Örneğin taşkınlık yapan bir eylemci grubu dağıtmak isteyen kolluk güçleri, ellerinde bulunan cop, biber gazı, silah vb araçları dilediği gibi kullanamaz. Hepsinin ayrı ayrı koşulları ve kuralları vardır. Bunlar da yerelde yasalar, uluslararası alanda ise sözleşmeler ile belirlenir. Tabi bir de içtihat oluşturan yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin her olay bazında değerlendirip tespit ettiği kaideleri vardır. Devletler bunların dışına çıktıkları an sorumlu olup, tazminat ödemek durumunda kalırlar. Bu çok temel bir hukuk kuralıdır. Önümüzdeki somut olaya gelindiğinde de bu perspektiften değerlendirme yapmak gerekir.
İddia edilenlere göre eylemde biber gazı sıkılmadan önce herhangi bir uyarı yapılmamıştır, yakın mesefa hatta eylemcilerin yüzüne doğru kullanım fotoğraflanmıştır, bir çocuğun yaralandığı bilgimizdedir yani aslında eylemciler arasında gözetilmesi ve özellikle dikkat edilmesi gereken kişiler vardır, video görüntülerinden anlaşıldığı üzere eylemcilerin kaçabilecekleri bir konum yoktur, o anda eylemcilerin elinde silah veya benzeri bişey yoktur. Tüm bunlara ek olarak biber gazının vatandaşın suratına sıkılması, o silahı kullanan kişinin yeterli eğitimi almadığını gösterir. İyi bir yerden bakacak olursak, öyle bir durumda direkt üzerine sıkmaması gerektiğini söyleyebiliriz. Yani aslında biber gazı kullanımına yönelik eğitim alınması gerekir kriteri de sağlanmamış olduğu iddia edilebilir. Bunlara yönelik hukuki çerçeveyi daha iyi anlayabilmek için, Kıbrıs Türk Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi ve Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı tarafından yapılan açıklamalar gayet bilgilendiricidir. İşte tüm bunları çürütmek ve meşru bir müdahale olduğunu söylemek için idarenin her bir noktaya ilişkin şeffaf bir şekilde açıklama yapması, gerekli gördüğü noktalarda soruşturma başlatması önemlidir. Bunu yapacak olan da polisin kendisine bağlı olduğunu söyleyen başbakanlıktır.
Maalesef ülkemizde hak ihlallerini önleyici tedbirlere yönelik pek bir girişim yoktur. Genellikle bir mağduriyet yaşandıktan sonra, ya bir daha yaşanmayacağı söylenmekte ya da rehabilite edilmesi ve sorumlunun cezalandırılması için girişimde bulunulmaktadır. Diğer bir ifade ile olayın öncesinde, hak ihlali oluşmaması için pek politika üretilmemektedir. Son olayda da Başbakan, Polis Genel Müdürü ile görüşüp biber gazının bir daha kullanılmayacağı bilgisini vermiştir. Bu paylaşım tabi ki anlamlıdır ama insan hakları algısına sahip olunacağı fikrini yerleştirmemektedir. Çünkü buna karşılık Polis Genel Müdürü, “daha fazla cop kullanmamak adına biber gazı uygulaması için inisiyatif aldığını” söylemiştir. Sayın müdür sokaktaki işkence yöntemleri arasında bir tercih yapmış, kendisine göre daha hafif olanı seçmiştir. Hiçbir yerinden tutulabilecek ve kabul edilebilecek bir açıklama değildir. Eğer sivil idare ciddi anlamda insan hakkı ihalinin gerçekleşmesini istemiyorsa, önleyici tedbir almalı yani polis teşkilatının zihniyetini işkence yöntemleri üzerine değil demokratik yolları kullanma yönünde geliştirmelidir*.
Tüm bunlar yanında konunun sağlık boyutu da vardır. İlk gün TIP İŞ’in sonradan da Tabipler Birliği’nin yaptığı uyarılar yerindedir. Her iki örgüt de biber gazının kısa ve uzun süreli insan sağlığı üzerine etkilerini açıkça belirtmiş ve bu kullanımın yasaklanması gerektiğini ortaya koymuştur. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye’de gerçekleşen birçok eylemde kullanılan biber gazları, ölüme varan sonuçlara neden olmuştur. Keza yine dün basına yansıyan bir habere göre, cuma günü eylemde cop ve biber gazın maruz kalan bir eylemci, 2 gün sonra fenalaşıp Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’ne kaldırılmıştır.
Açıkcası yaşananlar demokrasi açısından büyük bir kayıpken, ilgili sivil toplum örgütlerinin buna dair tavır geliştirip uyarı yapmaları sevindirici bir gelişmedir. Toplumsal olarak mücadele etme yeteneğimizi hâlâ kaybetmediğimizin kanıtıdır. Her ne kadar önümüz karanlık görünse de, inadına o ışığı yakmaya çalışan kesimlerin olduğunu görmek umut vericidir. Umarım bu hassasiyet sönmeden devam eder ve hep birlikte yürüyeceğimiz yollar devleşir.
* Bu öneri, polis teşkilatının sivil idareye bağlı olduğu iddiası üzerine yapılmıştır.