LURUCİNA’DAN HATIRALAR…
Artun Gökşan Lurucinalı
Yıllardan 1963. Lurucina’da sıcak bir Mayıs günü. Yaz güneşi taş yakmaya başladı bile. Ekinler iyice sararmış, orak zamanı gelip çatmış. Verimli gelen o sene ekinler oldukça güzel ürün vermiş, sapsarı başaklar biçilmeyi beklerken, çiftçilerin, çobanların yüzü gülüyor.
O güzel yaz ortamında herkes işine gücüne koşar, çiftçiler orak biçme hazırlığı yapar, çobanlar yeni doğan kuzu ve oğlaklarını besleme, hayvanlarını meraya çıkarmakla uğraşırken, Lurucina’daki okullar da sınıfları dolduran çocuklarla cıvıl cıvıl kaynıyordu.
Herkes işine gücüne, okuluna, ev işlerine dalarken, günün ne getireceğinden habersiz yaşam normal rutini içerisinde dakika dakika, adım adım ilerliyordu. Herkes varacağı yere varmış, çocukların da sınıflara girmesiyle ortalığı derin bir sessizlik kaplamıştı. Herkes işinin başına yumulmuş, yapması gerekeni yerine getirmeye çalışıyordu.
Saat 9’a doğru ilerliyordu. Aniden o büyük sessizliği yaran büyük bir kadın çığlığı duyuldu. Çığlık atan ve evin havlısında bir aşağıya bir yukarıya koşan, sonra sokağa atılarak yardım isteyen annem Fatma Gaççari’ydi. Evde ev işleri yaparken, aniden oğlunun, yani benim ortadan kaybolduğumu fark etmiş, beni bulamayınca çığlık atmaya başlamıştı.
Ben Mayıs 1963’te tam ikibuçuk yaşındaydım. Kardeşim Birtan da dört aylıktı. O beşikte uyurken annem ev işlerine dalmış olacak ki, benim ortadan kaybolduğumu fark etmemiş, ortada olmadığımı fark edince de, her anne gibi o da panik olmuş, yardım çığlıkları atmaya başlamıştı.
Şu anda Akıncılar Belediye binası olarak kullanılan bina, o zaman ilkokul binasıydı. Yanılmıyorsam o yıl, yukarıdaki ilkokul olarak bilinen bu okulda büyük sınıflar, yani 4, 5 ve 6’ıncı sınıflar okumaktaydı. Bizim evimiz de, ilkokulun hemen karşısındaydı.
Annemin çığlıklarını ilk duyan okuldaki öğrencilerle öğretmenler olmuştu. Öğretmenler, komşular, çığlıkları duyanlar hemen bizim eve koşmuş, benim kaybolduğumu duyunca sağa sola bakmaya, beni aramaya başlamışlardı. Evin etrafındaki hızlı aramalar sonuç vermeyince, bir yandan annemi teselli etmeye çalışanlar, diğer yandan da beni arama çalışmaları için organize olmaya çaba harcayanlar vardı.
Kısa zamanda bütün öğrenciler toplandı. Öğretmenler öncülüğünde gruplar halinde herkes görev bölümü yaptı. Zorlu bir arama çalışması başlayacaktı. Arama bir metreyi aşmış ekinlerin içerisinde, kuyularda, tepelerin arkasında, kısacası kaybolmam mümkün olan her yerde yapılacaktı. Evimizin avlusunda üstü kapanmamış, içinde su birikmiş bir de kuyu vardı, ama o ilk kontrol edilen yerler arasındaydı. Beni o kuyuda bulamamışlar, orasını ihtimaller arasından çıkarmışlardı. Ben kesinlikle evden çıkmış gitmiştim, ama nereye gittiğimi hiç kimse görmemişti.
***
Bir köpeğimiz vardı. Adı yanılmıyorsam Lasi idi. Ben bu köpeği çok severdim. Onunla havlıda oynardım. O gün de köpekle havlıda oynarken, ne olduysa köpek havlıdan dışarı çıkmış, ben de peşinden gitmişim. Lasi, ilkokulun yanından futbol sahasına doğru yürümüş, Osman Ertuğ’un evlerinin bulunduğu yerden tepeyi devirmiş, ben da peşinden birlikte Limgya’ya gitmişiz. Bu gidişimizi nasıl olduysa kimse fark etmemiş.
Limgya’ya girmiş, yolumuza devam ederken, köyün kahvelerinin önünden geçiyormuşuz. Kahvede oturan bir grup Limgyalı, bizi görünce merak etmişler. Köpeğiyle beraber günün o saatinde yolda gezen bu çocuk kim acaba diye? Birbirlerine sormuşlar tanıyan var mı diye. Bir tanesi, köydeki ailelerden birinin çocuğuna benzetmiş beni, kucağına alıp o evin kapısına dayanmış.
Kapıyı çalmış, açan kadına neredeyse kızacak, çocuğunu sokağa bıraktı diye. Kadın, “Benim çocuğum evde” demiş. Adam bu defa daha da meraklanmış. Kadın, adama isterse beni orada bırakmasını, durumu çözülmeyince gelip almasını önermiş. Beni bu kadının evinde bırakmış adam ve gitmiş.
Ben halimden memnun, yeni bir arkadaş bulmanın mutluluğu ile o evdeki erkek çocuğuyla oyuna dalmışım. Annesi bana kahvaltı da hazırlamış. Dediklerine göre yumurta da yapmış, beni çok güzel ağırlamış.
Aradan birkaç saat geçtikten sonra, beni oraya bırakan adam yeniden geri gelmiş, kim olduğumu bulamamanın telaşı ile kara kara düşünüyormuş. Ben ise hiç konuşmuyormuşum. Sorulan sorulara cevap vermiyor, sessizce etrafıma bakıyormuşum.
Adam beni yine kucağına alıp kahvelere getirmiş. Orada bulunanlardan belki tanıyan olur diye herkese soruyormuş. Bu arada, Limgyalılardan birisi, nasıl olduysa, bana Türkçe seslenmeyi akıl etmiş. Bana, “Nedir be senin adın?” diye seslenince, ben de “Baba baba” diyerek ona doğru koşmuşum.
Bu soru ile benim, Limgya’nın hemen yanıbaşındaki Lurucina’dan gelmiş olabileceğimi düşünmüşler doğal olarak. Köydeki polise haber vermişler. Limgya polisi Lurucina polisini aramış. Lurucina polisi de saatlerdir beni aradıklarını, ama Limgya’ya gidebileceğim ihtimalini hiç düşünmediklerini söylemiş. Anlaşmışlar, Rum polis beni motoruyla Lurucina’nın Limgya çıkışına getirmeyi kabul etmiş.
***
Haber polise ulaşmadan önce, Lurucina’da her yer aranmış, taranmış; bütün köylüler seferber olmasına karşın beni bulamamışlardı. Umutlar gittikçe yok oluyordu, annem tamemen perişan olmuştu. Köyde aranmayan, taranmayan yer kalmamıştı. Köyün ovalarına kadar çok geniş bir bölgede yapılan tüm aramalar hiçbir sonuç vermemişti.
Olaydan babamın hiç haberi olmamıştı. Babam o gün sabah erkenden orağa gitmişti. Yanlışım yoksa Hikmet ile beraber kumbayda çalışıyorlar, ekinleri birlikte biçiyorlardı. Panik olmaması için ona haber vermemeyi tercih etmişti köylüler.
Tam umutların yok olduğu, herkesin aramaktan yorgun düştüğü bir anda Limgya’dan gelen haber yüreklere su serpmişti. Polise ulaşan haber bir anda bütün köye yayıldı. Herkes, özellikle de annem sevinç gözyaşları döküyordu. Benim Limgya çıkışına getirileceğimi öğrenen herkes oraya doğru gitmeye başladı. Kısa zamanda, annemle birlikte köyün Limgya çıkışına büyük bir kalabalık toplanmıştı.
Bir süre sonra Limgya’dan gelen polis motoru göründü. Rum polisi beni kucağına almış, motorla köy girişine doğru geliyordu. Kalabalığa yaklaşan polis memuru, beni orada bekleyen kalabalığın önünde duran Türk polisine verdi. Türk polisi de beni kucağına alıp anneme teslim etti. Herkes büyük bir coşku ile hem alkışlıyor, hem de sevinç gözyaşları döküyordu.
Annemin beni kucağına alıp sarılmasını sanki hatırlıyor gibiyim. Annemin kucağında iken etrafta toplanan o büyük kalabalık, beynimin bir yerinde fotoğraf gibi duruyor sanki.
***
Annem beni kucağına alıp sarıldıktan, hasretini giderdikten sonra, oradan yürüyerek evimize doğru gittik. Kalabalık da evimizin önünde toplanmış, hem anneme teselli veriyor, sevincimizi paylaşıyor, hem de olayla ilgili yorumlar yapıyorlardı.
Limgya’dan gelen haberlerden, benim köpeğin peşine düştüğüm anlaşılmış, herkes köpeğin peşine nasıl düştüğümü, nasıl olur da kimsenin bizi görmediğini konuşuyor. Bu arada ben bulunmadan önce köpeğin geri eve döndüğü, evdeki yerinde yattığı anlaşılmış. Bunu gören köylüler, köpeğe karşı pek de sempati ile bakmıyorlar.
Babam henüz oraktan dönmemiştir. Vakit epey ilerlemiş, insanların işten dönme vakitleri yaklaşmaya başlamıştı. Evin önüne toplanan insanlara artık dağılmalarını söyleyen Yusuf Gaşeri, “Hadeyin, artık herkes evine. Zeki Hasan Efendi gelir da burada galabalık görürsa olmaz. Hade dağılalım” demiş ve herkes onun bu sözlerinden sonra oradan uzaklaşıp evlerine çekilmişti.
Babam eve gelince her şey normale dönmüştü. Onun yıkanıp yemek yemesini bekledi annem, ondan sonra ona olanları anlattı. Babam şok olmuştu. Gözbebeği oğlunun kaybolmadığına, ona bir şey olmadığına şükretti. Fazla bir şey demedi.
Ertesi sabah kalktı, yanına av tüfeğini alarak havlıya çıktı. Lasi’yi yanına çağırdı. Evin havlısından çıkıp, Veli dayımın evinin arkasındaki tarlaya doğru yürüdü. Lasi de onu takip etti. Tarlada epey uzaklaştıktan sonra birkaç silah sesi duyuldu. Babam, Lasi’yi bu yaptığından dolayı cezalandırıp infaz etmişti.
***
Aradan yıllar geçecek, ben büyüyüp delikanlı olacağım. Köyde artık dışarıya çıkmaya, diğer insanlarla karışmaya, köylülerimle tanışmaya başlayacağım. Her yeni birisiyle tanıştığımda bana “Be, ma sen osun oşu gaşdın da gittin Limgya’ya?” cümlesi beni tanımlayan cümlelerin başında gelecekti.
Halen bugün, o günleri yaşamış, bugüne kadar karşılaşmadığım bir Lurucinalı ile tanıştığımda, aynı soruyla karşılaştığım oluyor.
(ZİZİRO Mizah Gazetesi – Artun Gökşan Lurucinalı – 10.6.2020)