DÜNYADA GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA NELER YAPILIYOR?
FOTİ BENLİSOY
“Yüzleşme Atölyesi”nde yayımlanan Foti Benlisoy’un “yüzleşme” hakkındaki notlarında “Gerçek bir ‘yüzleşme’, ancak üzerine oturduğumuz insani felaketten bambaşka bir bugün ve gelecek tasarımıyla mümkündür” deniliyor.
Foti Benlisoy’un “yüzleşme” hakkındaki notları, özetle şöyle:
*** ‘Tarihle hesaplaşmanın’ ya da ‘yüzleşmenin’ nötr, siyasal ihtilaflardan, politik-sosyal güç dengelerinden bağımsız bir objektif manası yok. ‘Geçmişle yüzleşmek’, orada bir yerlerde durup bizi bekleyen ‘objektif’ bir geçmişin keşfedilmesi, pasif bir biçimde hatırlanması ya da ‘tarihçilere bırakılması’ değil, onun bugünkü gerçeklik içerisinde yeniden tasarlanmasıdır. Hafızayla ilişkimiz geçmişten çok gelecekle ilgilidir. Nasıl bir geçmişe ihtiyaç duyduğumuz, nasıl bir gelecek tahayyül ettiğimizle doğrudan alakalıdır. Bu anlamda tarihle yaşanan her ‘hesaplaşma’nın siyasi bir içeriği vardır. Erdoğan’ın taziye mesajının siyasal ajandasına dair yazının hemen başına bakılabilir…
*** Geçmiş felaketlerin hatırası bugün karşısında olduğumuz felaketler karşısında bir işaret fişeği işlevi gördüğü ölçüde ‘tarihle hesaplaşmanın’ radikal bir muhtevası olabilir. Aksi takdirde ‘geçmişle yüzleşme’, günümüze dair hiçbir özgürleştirici mana taşımayan, geçmişin ehlileştirilmesine, bugünün muktedirlerinin ihtiyaçlarına tabi kılınmasına, dahası bugünün haklılaştırılmasına yol açan bir strateji halini alır. Güncel tahakküm ilişkilerinin ‘perdelenmesi’ için geçmiş gündeme getirilir; ancak geçmiş felaketlerle bugün arasında bir rabıta kurulmaz, geçmiş orada uzaklarda kendi başına duran bir şeydir. Oysa mesela 1915’te yaşanan barbarlığın koşul ve nedenlerinin farklı biçim ve adlar altında hâlâ aramızda olduğu bilincini kışkırtmayan bir ‘yüzleşmenin’ özgürleştirici bir siyasal işlevi olmayacaktır.
*** Geçmişteki felaketleri yaratan ezme-ezilme ilişkileri ayaktayken dilenmiş bir özrün-taziyenin geçmişle gerçek bir ‘yüzleşme’ sayılması güç. Böyle bir özür ya da taziye özgürleştirici bir potansiyele sahip olabilir mi? Gerçek bir ‘yüzleşme’, ancak üzerine oturduğumuz insani felaketten bambaşka bir bugün ve gelecek tasarımıyla mümkündür.
*** Muktedirlerin denetimindeki ‘tarihle yüzleşmede’ geçmişin ancak yası tutulabilir, geçmiş acılara hayıflanılabilir, ‘keşke yaşanmasaydı’ denilebilir. Mazideki barbarlığın failleriyle bugünkü insani felaketlerin müsebbipleri arasında bir bağ kurulmaz. Geçmiş felaket tarihe, tarihçilere havale edilir… Bu zihniyete göre geçmiş geçmiştir; bugün geçmişten niteliksel olarak farklıdır; geçmiş felaketlerle ‘hesaplaşılıyor’ oluşu da zaten bunun delili değil midir? Devlet ‘özür’ diliyorsa ya da taziyede bulunuyorsa bir şeyler, hem de radikal bir biçimde değişmiş sayılmaz mı? Sözün özü bu zihniyet çerçevesinde geçmişle ‘hesaplaşmak’ kendi başına bugünün muktedirlerini geçmişten azade kılan, onları niteliksel olarak farklılaştırıp meşrulaştıran bir işlev kazanır.
*** Geçmişin acıları, bugün de geçerli olan sömürü ve tahakküm ilişkilerinden azade kılınarak tekerrürü mümkün olmayan ‘benzersiz’ hadiseler haline getirilmiş olduğunda ortada ciddi bir sorun var demektir. Soykırım ‘istisnai’ bir barbarlık biçimi olsa da onu mümkün kılan saik ve maddi ezme-ezilme ilişkileri, 1915 dünyasında olduğu gibi 2014 dünyasında (ve Türkiye’sinde) da hayli hayli mevcuttur. Bunu unutturan bir ‘yüzleşme’, hesaplaşılmak istenen tarihin bugün de devam ettiğini gözlerden gizlemek anlamını taşır. Kürtlere karşı linç girişimleri sıradanlaşmışken tek başına 6-7 Eylül pogromu ile ‘hesaplaşmak’ anlam ifade etmez mesela. Yüzleşmemiz gereken tarihin bugün de hâlâ ‘bizimle’, yani tepemizde olduğunu bir an bile unutmaya hakkımız olmamalı.
*** Günümüzde ütopya gelecekten olduğu kadar tarihten de sürgün edilmiştir. Enzo Traverso’nun hatırlattığı üzere, Gulag’ın anısı devriminkini, Yahudi soykırımının anısı büyük antifaşist mücadelelerinkini, köleci barbarlığın anısı sömürge karşıtı mücadelelerin anısını gölgelemiştir adeta. Muktedirlerin denetim ve gözetimindeki ‘yüzleşmelerde’ kurbanların-mağdurların anıları anılır, onların zafer ve yenilgilerinin anısı değil. Geçmişte kurbanlar kadar sömürü ve tahakküme karşı mücadele edenler de olduğu ve kurbanların çoğunun aslında bu ikinciler olduğu unutturulmaya çalışılır. Böylece geçmiş mücadelelerinin anısı silikleştirilir ve geçmiş, ancak pasif bir biçimde anılacak bir felaketler toplamına indirgenir. ‘Ölenlerin dövüşerek öldükleri’ es geçilir, devletin alicenaplığının eseri olacak bir özürle hatıraları yâd edilebilecek pasif kurbanlar oldukları kafamıza kakılmaya çalışılır. Bu anlamda, zamanında Ermeni devrimci örgütlerinin uluslararası işçi hareketiyle bağlantılı olduğunu, temsilcilerinin Lenin’le Rosa Luxemburg’la aynı kongrelere katıldıklarını unutmaya, onların mücadelelerini es geçmeye hakkımız yok. Bizim, yenilenlerin yitip giden umutlarına sahip çıkacak, onları şimdide yeniden canlandıracak aktif-militan bir belleğe ihtiyacımız var.
*** Tarih, mücadele ve direnişlerin, hatta kısmi ya da geçici de olsa zaferlerin hiç bulunmadığı bir yenilgiler kısır döngüsü değil. Tarih ‘başka’ bir geleceğin ipuçlarını, kısa anlar için de olsa altta kalanların birleşip direnme ve hatta bazen kazanma kabiliyetini gösterdiği gizli kalmış epizodları açığa çıkardığında verebilir ancak. Bu anlamda geçmişte gerçekleşmemiş, bastırılmış ihtimaller de, katedilmemiş patikalar da tarihin bir parçasıdır. Gözümüz kulağımız o gerçekleşmemiş ihtimallerde olmazsa bizim için bugün de var olan seçenekler arasına sıkışmaktan, onların peşinde sürüklenmekten başka çıkar yol kalmaz. ‘Bizim’ geleceğimiz, geçmişin bu gizli-kaçak anlarında, mesela Ermeni devrimcilerin soykırım öncesinde yürüttüğü mücadelelerde gizlidir.
*** Özgürlük ve eşitlik mücadelesinin tarihin ‘nesnel’ yasaları uyarınca zafere ulaşacağı kesin değilse, onun esinleneceği yegâne şey, ‘köleleştirilmiş atalarımızın’ zincirlerini kırmaya cüret ettikleri anlar olacaktır. Boyunduruk altına alınmış, katledilmiş atalarımızın bu köhne dünyada sıkışıp kalmış, zincire vurulmuş ruhlarını huzura kavuşturacak şey devlet ricalinden gelecek bir özür ya da taziye olamaz elbette. Onların kefaretini ödeyebilecek yegâne şey, bu felaketlere geçmişte de günümüzde de gebe olan dünyanın biz torunlarınca alt üst edilmesidir ancak….”
(YÜZLEŞME ATÖLYESİ – Foti Benlisoy - 24.4.2014)
Uluslararası Ceza Mahkemesi Başkanı:
“Biz eski Yugoslavya’ya gerçeği sunduk, yeniden uzlaşmayı değil…”
Balkan Insight’ta Denis Dzidic’in kaleme aldığı bir habere göre eski Yugoslavya’daki savaş suçlarını yargılamakta olan Uluslararası Ceza Mahkemesi Başkanı Carmel Agius, yaptığı açıklamada mahkemenin eski Yugoslavya’da 1990’lı yıllardaki savaşla ilgili pek çok önemli gerçeği ortaya çıkardığını ancak mahkemenin görevinin yeniden uzlaşma sunmak olmadığını söyledi.
Haberde özetle şöyle denildi:
*** Bu yılın sonunda görev süresi tamamlanacak olan eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi Başkanı Carmel Agius geçtiğimiz Çarşamba günü Saraybosna’ya yaptığı bir ziyaret sırasında yaptığı açıklamada 1990’lı yılların savaşlarıyla ilgili mahkemenin bir dizi kanıtlanmış gerçeği ortaya çıkarmasından memnuniyetini dile getirdi.
*** “Mahkemenin kapılarını kapatıyoruz ancak sizlere kanıtlanmış pek çok gerçekten oluşan büyük bir koleksiyon bırakıyoruz… Bizler sizlere yeniden uzlaşma sunmuyoruz çünkü bu mahkemenin görev tanımında hiçbir zaman böyle bir şey yoktu” dedi.
*** “Bizler yeniden uzlaşma konusunu hiçbir zaman ele almadık. Bu ülkelerdeki tüm yurttaşların yeniden uzlaşma konusunda sorumluluğu vardır” diyen mahkeme başkanı, karmaşık duygular içinde olduğunu belirtti. “Bir yandan yapılmış olan işlerden gurur duyarken, öbür yandan bölgede yapılması gereken çok büyük işler bulunduğunu da görüyorum” diyen mahkeme başkanı, mahkemenin çok fazla eleştirilmiş olmasından da üzüntü duyduğunu belirtti.
*** Mahkeme başkanı, “Pek çok insan bizi tüm suçluları suçlamamakla itham ediyor ancak bu bizim görevimizde yoktu. Bizim rolümüz bu konularda en fazla sorumluluk taşıyanları ele almaktı ki bunu yaptık. Görev süremiz kısaydı. Sınırlı bir zaman süresi içerisinde büyük bir iş yapmış olduğumuzu düşünüyorum” dedi.
*** Agius, şimdi artık savaş suçlarını soruşturmanın bölgedeki yerel mahkemelere, özellikle de Bosna devlet mahkemesine kaldığını belirterek “Bizim bıraktığımız miras şimdi artık bu kurumların nasıl çalışacağına bağlı olacaktır. Bosna devlet mahkemesinin kuruluşuna çok büyük yardımlarda bulunduk, onlara bu mahkemede çalışmak üzere uluslararası yargıçlar verdik ta ki birileri artık onlara ihtiyaç olmadığını belirterek ayrılmalarını isteyinceye kadar da çalıştılar. Benim görüşüme göre bu, büyük bir hataydı” dedi.
*** Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluşluyla ilgili olarak bu konudan büyük gurur duyduğunu, İkinci Dünya Savaşı ardından ilk kez insanlığa karşı suçların cezasız kalmayacağının dünya tarafından ifade edilmiş olduğunu, mahkemenin bunu ifade ettiğini belirten Agius, “Artık yeter! 1990’lardaki mesajımızdı… Bu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin mesajıydı” dedi.
*** Agius, “Günümüz dünyasında, örneğin Suriye’de benzer durumlar yaşanıyor. Ancak uluslararası topluluğun bu konuda aynı tutumu gösteremeyişinden üzüntü duyuyorum” dedi.
*** Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi bu yılın sonunda görev süresini tamamlıyor. Bosnalı Sırp askeri lideri Ratko Mladic ile altı Bosnalı Hırvat eski yetkililere karşı kararlarını açıklamış olan mahkeme önündeki diğer davalar Lahey’deki Uluslararası Mahkemeler Mekanizması’na devredilecek. Bu davalar arasında Bosnalı Sırp lider Radovan Karadziç’in istinafı da bulunuyor.
(BALKAN INSIGHT’tan derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ – 22.6.2017)