Hayat hassas dengeler üzerine kurulu. Bir anlık yanlış karar pek çok şeyi altüst edebiliyor. Hayat hikayemiz bir anda değişebiliyor küçük bir ayrıntıyı önemsemediğimiz için. Bu çok ürkütücü. Bununla nasıl mücadele edilir diye düşünmüşümdür hep. Verdiğimiz kararlar adalet duygusu, sevgi, empati gibi değerlerle kuşatılmışsa hem başkalarına hem de kendimize daha az zarar vermemiz mümkün sanki. Hayatın içindeki küçücük bazı anlar için bile geçerli bu. Düşmekte olan birisine hızla elini uzatmak gibi mesela. Bir başkasının zarar görmesine acı çekmesine izin vermemek, durduk yerde kalbini kırmamak birilerinin. Bazen engel olamayız buna. İçimizde gizli bir hınç hortlayıverir. Belleğimiz bize geçmişteki mağduriyetimizi anımsatır. Kalbimiz öylesine kırılmıştır ki gerçek adaletin birilerinin cezalandırılması ile gerçekleşeceğini düşünürüz. Başkalarının kırdığı kalplerimiz için hiçbir suçu olmayan insanlara da yöneltebiliriz hıncımızı. Hayat bize haksız davrandığı için herkes suçludur sanki. Sistemin kötülüğü için başkalarını cezalandırmak isteriz.
Nefret korkudan doğar. Başkalarının bize zarar vereceğini düşündüğümüz için onlardan korkarız ve nefrete dönüşür bu. Bizden yönelen nefret, karşı tarafı onların düşmanları olduğumuza ikna eder ve onlar da bizden nefret etmeye başlarlar Artık karşılıklı kötülüğün hükümranlığı başlamıştır. Hem mikro hem de makro düzeyde oluşan nefret sarmalları tarihsel belleğe kazınmış korkularla oluşmuştur.
Verdikleri kararlarla yüzbinlerce, milyonlarca insanın hayatını etkileyebilecek insanlar var. Politikacılar, kilit noktalardaki bazı karar vericiler bunlar. Önceleri güven duyup seçtiğimiz ama sonradan güç zehirlenmesine uğrayanlar da söz konusu. Demokrasinin yalnızca oy vermekle sınırlı olduğu ülkeler var. -ki seçimlerin ne denli adil bir düzlemde gerçekleştiği de şaibeli- Mekanizmanın sadece bir parçası politik karar vericiler. Bir güç taşıyorlar ama başka güç odakları da söz konusu. Parayı ele geçirip yönetenler dünyanın en büyük hakimleri. Politik alanın gerçek yönlendiricileri de onlar.
Dünyayı değiştirmek isteyenler defalarca yenilgiye uğradılar. Kapitalizm, neoliberalizm tartışılmaz zaferini ilan etti en sonunda. Savaş karşıtlığı marjinal hale geldi. Barış için savaş paradigması kimi pasifistleri bile eksenine aldı. Çaresizlik her türlü savrulmayı tetikledi. Baskı altındakiler, mağdurlar intikamcı kötülüğün safına geçti. Ezilenler gelecekteki zalimler olmaya aday.
Nasıl düze çıkılabilir bilemiyorum. Küresel ısınma, çevre kirlenmesi için çalınan alarmlar kirlenen insan ruhu için de çalınmalı. Kapitalizm her şeyi paraya dönüştürmek konusunda usta. Yaralı ruhlar için pazarlar açıyor. Paraya ulaşan paçayı kurtarabilir anlayışı pompalanan. Paraya ulaşmak da çoğu zaman her türlü sahtelik ve üçkağıtla mümkün.
Savaşlar en çok da birileri daha fazla kazansın diye çıkıyor. İnsan hayatını önemsemeyenler, sadece kendi karlı yatırımlarıyla ilgilenenler onlar. Başka insanların ölümü, şehirlerin yıkılması daha karlı onlar için.
İnsan dediğin öylesine karmaşık ki. Öfke patlamaları gözlemliyorum sürekli. Çaresizlik göstergesi bu. Uçan sinekten bile huy kapan, sürekli başkalarının kötü niyetini varsayan insanlarla dolu dünya. Onca sahtelik, onca laçkalık arasında anlaşılır bir durum bu ama küpüne zarar veren keskin sirkeye çıkıyor yol. Hemen kalem kırılmasa karşıdakinin niyeti ve davranışı biraz araştırılsa bir uzlaşma mümkün olacaktır belki de.
Doğru bildiklerimizin bir oranı yanlış; unutmayalım bunu. Başkalarına öfkelenip onların kaderini çizecek davranışlarda bulunurken kendi kaderlerimizi de etkiliyoruz aslında. Bizi mikro iktidara taşıyan bir davranış sonraları hayatımızı olumsuz olarak etkileyecek bir etkene dönüşebilir.
Temiz bir kalple usul usul söylenen, içinde kuşku taşıyıp aksine ikna olmaya da alan açan bir tutum daha güvenli değil mi? Cesaretin tanımı kesip atmak, yakıp yıkmakla ilişkilenmiş oysa gerçek cesaret kırılganlığını ortaya koymak, yanılıyor olabileceğini itiraf edebilmektir. Cesaret onca yıkıcılığa karşı yapıcı enerjiyi ortaya çıkarabilmektir.