Çok değil, bundan sadece 25-30 sene evvel, internet henüz yaygınlaşmamışken, bilgiye ve habere erişimimiz daha kısıtlıydı. Her gün gazete almazsak, TV veya radyo’da haber saatlerini kaçırırsak, oturduğumuz yerden habere ulaşmak mümkün değildi.
Bizim neslin ilkokul, ortaokul ve lise çağlarında araştırma imkanları da çok kısıtlıydı. Her sene önümüze hangi sınıf kitabı konulursa oradan bilgi edinirdik, öğretmenlerin ağzından çıkanları not alır, çalışırken onlara yoğunlaşırdık. Daha fazla araştırma gerekirse, evlerde dizi dizi sergilenen ansiklopedileri kullanırdık. Kıbrıs’ta çok fazla kütüphane kültürümüz yoktu, hatta kolay erişilebilir kütüphanelerimiz bile yoktu. Çok az sayıda kitapçı vardı.
Kütüphanede araştırma yapmak üniversite yıllarımda önem kazandı. Daha ileri araştırma yapabilmek ve farklı kaynaklardan bilgi dağarcığımızı çeşitlendirebilmek için neredeyse her gün kütüphaneye gitmek, katalog taraması yaparak hangi kitapları kullanacağımızı belirlemek, sonra o kitapları bulmak için katlar ve raflar arasında saatler harcamak yaşantımızın bir parçası haline gelmişti. Dışarıya çıkarabildiğiniz kitap sayısı kısıtlı olduğundan, çoğu zaman ya oturup kitapları inceleyerek gerekli notları almanız ya da kütüphaneden fotokopi çektirmeniz gerekirdi. Bilimsel makalelerin yayımlandığı dergiler ayrı bir bölümdeydi, onları dışarı çıkaramazdınız, o yüzden kütüphanede oturup onları okumanız, incelemeniz veya fotokopi çektirmeniz gerekirdi.
Üniversitenin son yıllarında, ‘hotmail’ ve ‘yahoo’ gibi arama motorları hayatımıza girerek, internetten bilgiye ulaşımımız yavaş yavaş başlamıştı. Tabii, bulunduğunuz yerdeki teknolojik altyapı ve imkanlara göre bu ulaşım bayağı farklılık gösteriyordu. Dolayısıyla kütüphanede araştırma yapmak, basılı yayınlardan habere ulaşmak hâlâ büyük önem taşıyordu. Ama 2000’li yılların başından başlayarak artan bir şekilde kütüphanenin yerini nasıl internete bıraktığına adım adım şahit olduk. Artık her türlü araştırmayı internetten güncel bir şekilde yapabiliyor, her türlü bilgiye ve habere anında ulaşabiliyoruz.
Bugün ise geldiğimiz aşamada, neredeyse oturduğumuz yerden, elimizdeki telefon aracılığıyla, her türlü bilgi ve habere erişebiliyor, bunları yükleyip paylaşabiliyor ve yorumlayabiliyoruz. Bizim ve bizden önceki nesiller için aslında bu ne büyük bir kolaylık, ne büyük bir özgürlük demek! Şimdiki nesle baktığımda, ellerindeki teknolojik imkanlarla neler yaptıklarını görünce, bu yeni çağa kolayca uyum sağlamış bir neslin bireyi olarak ben bile irkiliyor, kütüphane ve kitapçılarda geçen gençliğimi nostaljik ve melankolik bir şekilde yad edip duruyorum.
Gelişen bilgi teknolojileriyle ve sosyal medya yoluyla bir de artık hemen herkes kolayca ve özgürce bilgi ve haber üretip yayımlayabiliyor, görüş ve yorumlarını yine kolayca ve özgürce yazıp paylaşabiliyor. Böylelikle, her türlü bilgi ve haber, kamusal veya kişisel, siyasi veya ideolojik, gerçek veya manipülasyon, artık herkesin kontrolünde...
Demokratik toplumların vazgeçilmezi olan farklı bilgi ve düşüncelerin yer aldığı kaynaklar, demokrasinin tam olarak içselleştirilemediği yerlerde ise, iktidarların her zaman hedefinde oldu. Eskiden ağırlıklı olarak yazılı kaynaklar olduğundan, dergiler, kitaplar ve gazeteler yasaklı ilan edilir, toplatılırdı, hatta yakılırdı. Şimdi, tabii, bu erişim alanı sanal ve dijital mecrayı da kapsayacak şekilde genişlediğinden, daha fazla internet sitelerine, sosyal medyaya erişim yasakları söz konusu oluyor.
İçinde bulunduğumuz ve çoğu zaman ‘post-truth’ çağı olarak nitelendirilen bu dönemde, bir de hangi bilgi ve haberin ‘doğru’ ya da ‘gerçek’ olduğu sorunsalı var. Herkesin bilgiye erişebildiği bir çağda, dayanağı var ya da yok herkesin bilgiyi üretip yayıma sürmesi de söz konusu. Bu bağlamda, ‘dezenformasyon’ önemli bir sorun haline geldi. Bu sorun, sadece bireyle devletin ilişkisini değil, devletler arası ilişkileri de ciddi anlamda etkiliyor. Örneğin, birbiriyle çekişen devletler tarafından birbirine karşı kullanılabiliyor, birbirlerinin seçimlerine dahi müdahale edebildikleri savunuluyor. Siber terörizm artık önemli bir uluslararası güvenlik sorunu. Uluslararası güvenlik literatüründe artık siber saldırılar, siber casusluk gibi kavramlar var.
Tüm bu gelişmeler içinde, devletlerin sosyal medya dahil siber alanı düzenleme yoluyla kontrol etme çabaları artmış bulunuyor. Özellikle demokrasiyi hazmedememiş veya demokrasiyi kendi iktidarına tehlike olan gören otoriter yönetimler, dezenformasyon sorununu bireylerin özgürlüklerini sınırlandırmak ve hatta cezai yaptırımlarla törpülemek için kullanıyorlar. Hiçbir siyasi faaliyet amacı taşımayan sıradan vatandaşların en basit sosyal medya paylaşımları bile artık mercek altına alınıyor, gazeteciler haber amaçlı yazıp yaydığı yayınlardan dolayı sorguya çekiliyor, aktif vatandaşlık yapma derdinde olan ve her türlü sosyal, ekonomik ve siyasal sorunları gündeme getiren insanlar hapsedilebiliyor. Dolayısıyla, sorun artık dezenformasyon sorunu olmaktan çıkmış, iktidarın kendisiyle aynı görüşte olmayan, farklı düşünen, eleştirel yaklaşan herkesi kriminalleştiren ve aslında demokratik ortamı ortadan kaldırarak algı ve korkuya dayalı bir yönetim anlayışının hâkim hale getirilmiş olmasıdır.
Bu yeni bir durum mu? Hayır, elbette değil. Eskiden muhalif siyasi grup ve siyasi parti mensupları buna maruz kalırdı, sadece fikirlerden dolayı belirli kesimler veya kişiler marjinal, anarşist veya terörist ilan edilerek kriminalize edilirdi. Şimdi ile temel fark, teknolojik imkanlardan dolayı artık oturduğu yerde buna maruz kalan siyasi kimliğe sahip olan veya olmayan her bir birey… Sonuçta, günümüz kitle iletişim araçlarının genişliğinden dolayı toplumun geneline öyle bir algı ve korku aşılanıyor ki iktidarla aynı görüşte değilseniz, ‘düşündüğünüzü düşünmeyin, düşünseniz bile sakın ola dile getirmeyin, hele de hiç paylaşmayın, sinin ve kalın’ deniliyor her birimize…
Uzun lafın kısası; bir tarafta hayatlarımızı kolaylaştıran teknolojik gelişmeler çağ atlatarak ilerlerken, diğer taraftan da özgürlüklerimizi daha büyük ölçeklerde kısıtlayan ve aslında yaşam alanlarımızı sığlaştıran ilkel anlayışlarla yönetilmeye devam ediyoruz. Üstüne üstlük, olan biten artık bir tuşla veya bir tıkla elimizin altında, oturduğumuz yerden, yaşananları canlı canlı seyrediyoruz. Tıpkı bir film veya belgesel izler gibi, kendi yaşamlarımızı, kendi gerçekliğimizden kopuk bir bağlamda, zaman zaman heyecanlanarak, zaman zaman hayıflanarak, zaman zaman isyan ederek izliyor, ama sadece izliyoruz. Ekranın karşısına oturup, canlı canlı savaşları, darbeleri, askeri harekatları, eylemleri, protestoları, hak ve özgürlük mücadelelerini izliyoruz. Ne büyük kolaylık, ne büyük özgürlük!