“Gerçek Yaşam” ve Gençlik

Niyazi Kızılyürek

Ünlü Fransız şair Arthur Rimbaud karamsarlık anlarından birinde kaleme aldığı mısralarda “La vraie vie est absente” (“gerçek yaşam kayıptır”) diyordu.

Filozof Alain Badiou bu mısralardan hareketle, felsefenin esas konusunun “gerçek yaşam” olduğunu ileri sürüyor ve Fransızcada “Gerçek Yaşam” başlığı altında çıkan, ama Almancaya anlamlı bir biçimde “Gençliği Yoldan Çıkarma Çabası” olarak çevrilen kitabında Sokrates’in yolundan giderek günümüzün gençliğini “yoldan çıkarmaya” uğraşıyor. Sokrates gibi Badiou de, “gençliği yoldan çıkarmayı” başkaldırıda arıyor ve gençliği verili durumu kabul etmemeye, bildik yollardan gitmemeye, topluma kayıtsız şartsız boyun eğmemeye, yeni şeyler aramaya, farklı bakış açıları geliştirmeye, kısacası “gerçek yaşama” yönelmeye davet ediyor.

Fakat Alan Badiou bunun kolay bir şey olmadığının bilincindedir. Gençliğin “gerçek yaşama” yönelmesinin önünde önemli engeller vardır. Bunların başında da “Anlık Yaşama Tutkusu” ile “Başarı Tutkusu” geliyor.

“Anlık Yaşama Tutkusu”, gençleri, oyuna, anlık zevklere, anlık maceralara sürükler. Bunlar elbette genç olmanın özelliklerindendir ama abartılı bir şekilde yaşandıklarında ve gündelik hayatı sadece bunlar belirlediklerinde, kaçınılmaz olarak anlam kaybına ve giderek de nihilizme yol açarlar. Hayata anlam veren kodlarının yokluğunda tekrarlanan gündelik hayat, giderek yaşam karşıtı bir biçim alır. Anlık yaşam, “gerçek yaşama” uzak düşer. Böyle bir yaşam, sonunda yaşamı ortadan kaldırır.

Badiou bu noktada Platon ve Freud’a hak verir. Platon, Freud’tan çok önce, anlık yaşamın yaşamı yok ettiğini, çünkü onu parçalandığını, kendisini tanıyamayacak bir biçim aldığını ve hiçbir anlama tutunamayacağını söyler.

Freud’ta bu, Eros itkisinin Ölüm itkisine teslim olması anlamına gelir. Anlamdan kopan, anlamsızlaşan yaşam, ölüme boyun eğer!

Alain Bodiou, bu durumun gençlerin en büyük düşmanlarından biri olduğu söyler, çünkü anlık yaşam gençliğin kaçınılmaz özelliklerinden biridir.

Ve felsefenin esas amacının bu “içsel ölümü” inkar etmek değil, aşmak olduğunu ileri sürer.

“Başarı Tutkusuna” gelince. Gençliği tehdit eden önemli tutkulardan biri de başarı tutkusudur, çünkü başarılı olmak, güçlü olmak, zengin olmak gibi hevesler, mevcut toplumsal yapı içinde “iyi bir yer” kapmayı gerektirir. Gençler rahat bir yaşam sürmek için çeşitli yollara baş vurular. Hesaplı hamleler yaparlar, planlı davranırlar, anlık yaşamın zevklerinden vaz geçerler ve her şeyi ince eleyip sık dokurlar. Bu da ister istemez mevcut sisteme boyun eğmeye yol açar.

Başta eğitim olmak üzere, pek çok şeyi araçsallaştırarak, her yola baş vurarak başarıya ulaşmayı denerler. Bu tutkuya kapılan gençler “gerçek yaşamdan” uzaklaşırlar.

Anlık yaşam, gençleri nihilizme ve yaşamı “yakmaya” sürüklerken, başarı hırsı, “yapma” saplantısına yol açar. Fakat iyi bir meslek edinmek, aile sahibi olmak, çok para kazanmak, pahalı arabalar kullanmak, gençleri mevcut düzene ve güç ilişkilerine boyun eğmeye sürüklediğinden, bu tutucu eğilim gençliğin doğasına yakışmaz.

Alain Badiou’ye göre, gençlikte bu iki çelişkili eğilim bir arada bulunur. Bir yandan anlık yaşamanın zevklerini tatmak, diğer yandan taş üstüne taş koyarak kendisi için bir “ev yapmak”, gençliğin yaman çelişkilerindendir.

Fakat ne biri, ne de öteki “gerçek yaşam” değildir. Ne anlık zevklerde kaybolmak, ne de “ev yapmak” gibi saplantılı bir görevi yerine getirmek gençlerin kendilerini gerçekleştirmelerine yarar.

Tam aksine, bu yollarda kaybolmamak mümkün değildir. Dolayısıyla, “gerçek yaşamı” keşfedebilmek için gençlerin öncelikle bu yollarda kaybolduklarını fark ederek kendilerine yönelmeleri gerekiyor. Örneğin, “sağlam bir ev yapmanın” eski bir geleneğin dayattığı bir yanılsama olduğunu, anlık yaşamın ise günün sonunda yaşam karşıtı bir edim olduğunu kavramak önemlidir.

O zaman frene basıp, yön değiştirmek ve yeniden başlamak mümkün olur. Kendinin farkında olarak, kendini yeniden yaratarak, farklı bakış açılarına sahip ve yeniye açık olarak...

Evet, çok katmanlı anlam haritalarından oluşan “gerçek yaşama” yelken açmak imkansız değildir. Yeter ki, gidilen yolun yanılsamalarla dolu bir yol olduğu fark edilsin!

Badiou bu noktada Eski-Yunandan bir örnek verir. Paralı asker olarak Perslerin kendi aralarındaki savaşa katılan Yunanlılar, savaş-tüccarı öldürülünce başı boş kalırlar ve yollarını şaşırırlar. Memleketlerine geri dönmek için Anadolu içlerinden Batı’ya doğru ilerlemeye başlarlar. Deniz insanı olan Yunanlılar denizi görünce “Thalassa, Thalassa” diye bağırmaya başlarlar. Denizi ilk defa görmüyorlardı elbette. Fakat yollarını kaybettikten sonra yeniden denizi bulduklarında, artık hem kendilerinin hem de denizin farklı bir anlamı vardı!

Bu, gidilen yoldan vaz geçip, yeniden başlamak demekti.      

Alain Badiou bu kitabında, tıpkı Sokrates gibi, gençliği “yoldan çıkarmaya” uğraşıyor. Bunu yaparken aslında gençleri felsefeye davet ediyor. Çünkü Badiou’ye göre, “Yeni Bir Siyaset İçin Felsefe” adlı kitabında yazdığı gibi, felsefe, “yerleşik bir düşünsel düzeni ters çeviren ve makbul değerlerin ötesinde yeni değerler yaratan (...) teorik ve pratik deneyleri yeniden düzenleme edimidir.”

Ve bu edim en çok da gençlere hitap etmektedir. Çünkü Badiou bir felsefeci olarak bilir ki, “gençler kendi hayatlarıyla ilgili kararlar verirken, mantıksal bir isyanın risklerini herkesten fazla kabullenmeye hazırdırlar.”

Evet, “gerçek yaşam” hiçbir zaman bütünüyle kaybolmaz!

Yeter ki, yeniden başlamayı bilelim...