Gerçeklerin labirentlerinde bir kitap… SESLİ DÜŞÜNCELER…

Gerçeklerin labirentlerinde bir kitap… SESLİ DÜŞÜNCELER…

Neriman Cahit



“Evet, kimliğimiz – kültürümüz aşınıyor… Toplumsal kirlenme tavan yapıyor. Birey olmak yerine, ‘BİREYCİ’ olmayı seçiyoruz… Sevgisizliğimiz, hoşgörüsüzlüğümüz, acımasızlığa ve dışlayıcılığa dönüşüyor. Üretmekten çok, sınırsız tüketmeyi tercih ediyoruz… İnsana, doğaya, çevreye değer vermiyor; dünyayı, ‘Ortak Evimiz’ değil, ‘çöplüğümüz’ gibi kullanıyoruz…”
(…) Bu “iç karartıcı tabloyu” tam anlamıyla anlatmaya sayfalar yetmez, biliyorum…”
Biliyor ama ‘kırk yıldır da yazıp duruyor Tamer Öncül, kendi deyişiyle..
O, bir doktor, biliyorsunuz; hani, “Tıbbiyeden her şey çıkar” denenlerden… Ama, iyi de çıkıyor… Çıkıyorlar… Yazın ve diğer sanat dallarına hayli katkıları var…

ŞİİRLER YAZAR BOŞ KAĞITLARA…
Ve, şu dizelerle sorguluyor, kırk yıllık yazma serüvenini:
“Şiirler yazarım boş kağıtlara
‘Yazdın da n’oldu?’ demeyin sakın…
Şiir, kanıdır soluk yüzlü kağıdın…”
Ve, doğru bir de tanım ekliyor bunun altına: “Şiir / yazı – genellersek sanat – yalnızca, o soluk yüzlü kağıdın değil; ‘insan olanın’ kanıdır aslında… O kanı, damarlarımıza pompalayan  kalp da, ‘DÜŞÜNCE’dir…
Ve, çıkardığı (272) sayfalık “Sesli Düşünceler” adlı kitabını da, ‘O kalbin bir anatomisi’ olarak’ niteliyor. Bu onun, on birinci kitabı ve “YENİDÜZEN” gazetesindeki, “Ekin Gündemi” başlıklı, “kültür – sanat” yazılarından seçilmiş…

ŞİMDİ…
Bazıları burun kıvırabilir ama Tamer, bu konuda çok iyi yapmış; çünkü, gazete sayfaları arasında kalan yazılar unutulmaya mahkumdur zamanla…
O, araştırıcı ve sorgulayıcı bir kişiliğe sahip. Türkçe’yi de gerçekten iyi kullanıyor… Yalnız… Lütfen dilbilgisi kurallarına biraz daha dikkat…
Bu  yazıları okuduğunuz zaman göreceksiniz, yazar, ayağını sürüyen geçişlerden kaçındığı ve hep, bir durumdan öbürüne sıçradığı için, okuru, anlatım temposuyla sımsıkı bağlıyor.

***
Bu yazıları yayınladıkları zaman da okudum ama bir hatta iki kez daha okumak, başka bir etki yaratıyor…
Özellikle de, son dönemlerde yaşadıklarımızın da etkisiyle…
Çirkin politikalar, şiddet uygulama ve gösterileri, yalnızlıklar, ‘köşe kapma ve kaptırmacayla karışık bir yaşam bütün karartı ve karamsarlığıyla’ sürüyor. Pek çok oyunu sahneye koyan bu karartı, bir sis perdesi gibi her geçen gün biraz daha kalınlaşırken…
Ülkemizin, “hüzün atlası” kanamayı sürdürüyor…

***
Tamer Öncül’ün bu kitabının okunması… Bu gidişin gidiş olmadığının farkındalığını artırması dileğiyle…

-------------------------------------------------

RÜZGARA YAZILANLAR


(383)
Bir arkadaşın “dikkatli oku” diyerek verdiği, “Jean Marie Gue Henno”nun – ‘Demokrasinin Sonu” adlı kitabı gerçekten de çok ilginç. Bazı savların altını çiziyor: ‘Bazı toplumlar zaten ‘demokrasiyi’ talep etmiyor. Bazılarıysa demokrasinin yavaş yavaş silinerek yeni bir imparatorluk görünmeyen zincirler, Zorunlu Konformizm, Tanrısız Dinler, Para ve İmparatorluk başlıkları altında incelemiş… Altı çizilesi şöyle bir de yaklaşımı var:
“İktidar, artık başkalarının bilgisine – onlara gereksinim duyulacaktır – kısıtlamak değildir – aksine – başkalarının bilgisini harekete geçirebilmektir…”

(384)
Bir okuyucum - ki sanırım yaşlılığın kapısındadır – şu mesajı gönderdi, ille de okuyucularla paylaşmak  dileğiyle… Bir bölümünü vereyim:
“Ben ve birkaç arkadaşım, hayatımız boyunca olduğu gibi, edilgen bir tutum yerine etken bir tutumu tercih etmeye kararlıyız.” Üçüncü çeyrek (Çocukluk, gençlik, yaşlılık) adını verdiğimiz dönemi, suyun kenarında oturarak tüketmeye hiç niyetimiz yok.
Birkaçımız, çalışmayı tümden bırakmayı düşünmüyor. Gönüllü olarak da olsa sonuna kadar bir şeyler yapmaya kararlı görünüyorlar. Yeni iletişim ve enformasyon teknolojileri bize yepyeni olanaklar sağlıyor.
Yaşlandıkça daha az değil daha çok spor yapma, müzik dinleme, internetle tur atma vb. bizi çekiyor.
Ve kararları: “Siyasetin önemini anladıklarından bir ‘baskı grubu’ olabilmenin şartlarını” araştırıyorlar…
Yani, “Üçüncü Çeyrek’, bir ölüme hazırlık dönemi olmaktan çıkıyor… Ve, bir olgunluk ve meyve verme dönemi haline geliyor…

***
Artık bir şey açıkça belli: Davara da baksalar, toruna da baksalar… Bunu başka bir şeye yaramadıkları için değil… İstedikleri için yapıyorlar…
Kendilerinin sıkıştırılması hele de eleştirilmesine ise hiç dayanamıyorlar…
Yani, yaşlılığın eski tanımını sallıyorlar…

(385)
Yaşam, giderek daha da ince bir çizgiye dönüşüyor ülkemizde… Pek çok şeyin üzerine gölge düşüyor…
Turunç çiçeğinden üremiş sevecenliğimizi, o bizi hiç tanımayan ‘yüzlere ve yüreklere’ gösterebilecek miyiz?..
Yavaş yavaş yitip gitmekte olan bir yurt için… nice ufuksuz deryaları aşıp, sınırsız bir ayna karşısında… ‘Umudun Çığlığını’ yükseltebilecek miyiz?..

***
Acaba ve gerçekten… Vakit çok mu geç?..
Bir türkü olmalıyız… Hiç susmayan…
Bir şiir olmalıyız… Çağlayanlar gibi özgür…
Sevdanın ve umudun geniş göğünde…

***
Varolanın değil… Varolması gerekenin ayrımına… Sahi… Ne zaman varacağız…

-------------------------------------------------

PARANTEZ


“Zincirlerinden başka kaybedecek bir şey yok” demişti Marx…
Yanılıyordu… Kaybedecek başka şeyleri vardı: ‘Gorki, Çehov, Cernisevski, Erenburg, Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarlarla anlatımın… Puşkin, Mayakovski gibi şairlerle… şiirin doruğuna erişen, “Büyük Rus Edebiyatı” vardı !
Ama, son yüz yıla yakın sürede, ‘Rus Edebiyatı’, dişe dokunur hiçbir yapıt koymadı ortaya…
Kuşkusuz, ‘Gizsiz, yalansız, alını yukarıda yaşamak vardı kaybedecek…
Ve, birer birer kaybedildi hepsi…

Dergiler Haberleri