Sadece İstanbul ve Türkiye’yi değil, dünyayı sarsan “Gezi Direnişi” 18. Gününde hiç de küçümsenmeyecek bir başarı elde etti. “Her ne pahasına olursa olsun Gezi Parkı’nı yok edeceğim” diyen Erdoğan, “yargı kararı kesinleşene kadar Gezi’ye dokunulmayacak; yargı, idare lehine karar verse bile Gezi hakkındaki kararı İstanbul halkının oyuna sunacağı” çizgisine geldi.
“Ulusal ve küresel faiz lobisinin darbe komplosu” ile karşı karşıya olduğunu her fırsatta dile getiren ve AKP seçmenini de buna inandırmış görünen Erdoğan, “3 ay öncesinden istihbaratını aldığını” ileri sürdüğü 18 günlük direnişin temel gerekçesi ile faiz lobisi arasındaki “ilişkiyi” muğlak bırakmakta ısrar ediyor.
Çok soru birikti bu “muğlaklığın” etrafında:
Velev ki Erdoğan “3 ay öncesinden istihbaratını aldığı” büyük bir komplo ile karşı karşıyaydı. İstihbaratı önceden alınmış büyük bir sivil darbe girişiminin (!) başladığı gün bir Başbakan yaşamsal önem arz etmeyen 4 günlük bir Kuzey Afrika gezisine çıkmasının mantıklı bir açıklaması olabilir miydi?
Velev ki Gezi Direnişi uluslar arası ayağı da olan bir komploydu. Erdoğan’ın sadece “Kışla projesini iptal ediyorum” açıklamasını yapması böylesi bir “komployu” boşa çıkarması ve direnişi gayrı meşru çizgiye taşıması için yeter de artardı.
Velev ki Gezi Direnişi uluslar arası bir komploydu. Erdoğan her sözcüğüyle 100’er, 500’er insanı sokağa dökecek bir üslubu neden seçti? Zira çok sayıda iletişim uzmanı ile çalışan Erdoğan, kadrolu ve kadrosuz iletişim uzmanlarının her kanaldan kendisine ulaştırdığı uyarıları elinin tersiyle itmeyi tercih etti.
Direnişin 17. Gününden itibaren son derece gecikmiş olarak devreye sokulan iletişim operasyonu için neden bu kadar beklendi?
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Direnişin 18. Gününde bir “bilanço” yayınladı. Rakamlar ürpertici:
TİHV raporuna göre Gezi Parkı’ndan 77 ile yayılan olaylarda 3’ü direnişçi, 1’i polis, 1’i de temizlik emekçisi olmak üzere toplam 5 kişi hayatını kaybetti. 55’i ağır, toplam 11.823 kişi yaralanma ve gazdan etkilenerek sağlık kuruluşlarına başvurdu. 48’i sosyal medya mesajları nedeniyle toplam 2.636 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanların sadece 2’si hakkında tutuklama kararı verildi.
Bir de “konuşulmayan” kayıplar var. Gezi Direnişi sırasında 9 kedi, 2 köpek ve 1000’e yakın kuş öldü. 80 kedi, 14 köpek halen tedavi altında.
Gezi Direnişinin uluslar arası maliyeti de çok ağır. Avrupa Parlamentosu yıllar sonra ilk kez son derece ağır bir dille Gezi Olayları nedeniyle Türkiye’yi kınadı.
Eğlence sektörü %90’a ulaşan düşüşle ağır kayba uğrarken, asıl büyük etki piyasalarda oldu. Yabancıların elindeki hisselerde 145 milyon USD’lik azalma gerçekleşirken, bono piyasasında kayıp 25 milyon USD ile sınırlı kaldı. Tahvilde ise 1 milyar 98 milyon USD’lik çıkış gerçekleşti. Bu rakamlar, Türkiye piyasalarından 1.7 milyar USD’lik yabancı çıkışı anlamına geliyor. Mevduatlarda ise 80.3 milyar USD’den 65.9 milyar USD’lik gerileme kaydedildi. (7 Haziran 2013)
Başbakan her ne kadar “IMF’ye borcun kapatılmasıyla” övünse ve küresel güçlerin “Türkiye’nin büyük ekonomik başarısını kıskanmaları” nedeniyle faiz lobisinin bu operasyona giriştiğini söylese de, Türkiye’nin 7 Haziran 2013 tarihinde Dünya Bankasından 724.1 milyon USD borç aldığını ve halen toplam 340 milyar USD civarında bir dış borcun bulunduğunu bilenler için bu sözler bir şey ifade etmiyor.
Erdoğan’ın “bir kışla uğruna” şimdilik bu kadarı hesaplanabilen bu denli büyük bir maliyete, uluslar arası prestij kaybına değecek bir “kazanım” elde etmiş olması gerekiyor.
AKP’ye yakın çevreler her şeyden önce Başbakanın “birkaç yakın danışmanı” dışında parti içi ve dışı uyarılara tamamen kulak tıkadığını belirtiyorlar. Nitekim yakın bir danışmanın “efendim Menderes ve Özal gibi bir komplo ile karşı karşıyasınız” sözünün ciddiye alındığı ve “Yedirtmeyiz” sloganının Başbakan tarafından onaylanarak tüm parti kamuoyuna yaygınlaştırılaması, bu çevrelerin sözlerini iddia olmaktan çıkartıyor. Erdoğan ve yakın çevresi, Gezi Direnişi sürecinde AKP seçmenini konsolide etmeye, betonlaştırmaya dönük bir iletişim dilini benimsemiş görünüyorlar. Bu, bir yandan yaklaşan yerel seçim, anayasa referandumu ve genel seçimler öncesinde kartların yeniden karılması, seçmenin Erdoğan etrafında bütünleştirilmesi, olası ittifaklara ilişkin de pozisyon netleştirilmesi anlamına geliyor. Evet, Erdoğan sert oynuyor…
Bir diğer kazanım, muhalefet partilerinin Gezi Parkına gömülmesi olarak ortaya çıkıyor. Tamamen “sivil” bir hareket olarak ortaya çıkan ve hızla büyüyen Gezi Direnişi aslında Türkiye’de muhalefet boşluğunun bir sonucu. Ana muhalefet partisi başta olmak üzere parlamento içi ve dışı muhalefet partilerinden umudunu kesmiş kitlelerin, mevcut muhalefet partileriyle son bağının da kopartıldığı bir süreç oldu Gezi Direnişi süreci. Erdoğan bir yandan seçmenini kendi etrafında bütünleştirirken, öbür yandan da CHP ve MHP’nin “iradesiz” kaldığı, kitleleri öfkelendirecek ölçüde “kuyrukçuluk” yapmakla yetindiği bir ateşin ortasında bıraktı ve ağır ağır erimelerini izlerken, canı istediğinde ateşe benzin dökmekten de kaçınmadı. Erdoğan’ın öfke dozunu her yükseltişinde, öfke katsayısı artan kitleler direnişin ilk birkaç gününden sonra artık ne CHP’ye ne de diğer muhalefet partilerine bakmaz oldular. Hatta Gezi Parkı’na asılan “2 P GİREMEZ” (Polis- Politikacı) pankartı bu açıdan çok şey anlatıyordu.
Erdoğan olası bir Suriye müdahalesinde sokağa çıkacağına kesin gözüyle bakılan “unsurlara” yönelik de bir tatbikat yaptı Gezi Direnişi sırasında. 18 güne uzanan, 77 ile yayılan olaylarda “savaşa karşı” sokağa çıkma potansiyeli taşıyan unsurları “kontrollü bir ortamda” ve sonuna kadar kışkırtarak sokağa dökerken, Toplumsal Olaylara Müdahale güçlerine tatbikat olanağı sağladı.
Bununla da bitmedi elbette. Erdoğan, büyük ölçüde biat ettirmeyi başardığı sermayenin son cılız çıkışlarını da sindirmek için Gezi Direnişinin “ruhundan” ustaca yararlandı. Faiz Lobisi ifadesi ve belirli banka ve holdingleri açıkça işaret ederek “kontrolü dışına çıkmaya meyilli” veya “kontrolsüz büyümeye meyilli” sermayeye ince ayar verdi, eski hesaplarını da “kapatacağının” sinyalini vermekten kaçınmadı.
Hayli “sert” oynadığı anlaşılan Erdoğan, bu süreçte dünya piyasalarına da mesajını güçlü biçimde vermekten kaçınmadı. Küresel yatırım alanı olarak uzun süredir işbirliği yaptığımız İstanbul ve Türkiye’de eğer durum kendi kontrolünden çıkarsa neler olabileceğinin “demosunu” gösterdi. “Bana bir şey olursa, olacak şeyler artık sadece bana olmaz” mesajını çok güçlü biçimde verdi.
Avrupa Parlamentosu’nun kararı karşısında “pardon? Tanışıyor muyuz?” mesajı AP’de “Türkiye’yi kaybediyoruz” algısını yaratacak kadar güçlü etki yarattı ve bunun Türkiye açısından “pozitif” sonuçlarını göreceğine inanıyor Erdoğan ve çevresi…
Bunlar “kaybetmiş görünen” Erdoğan’ın kazanımları…
Ama asıl büyük kazanımı kuşkusuz Türkiye kamuoyu elde etti… Gezi Direnişi umudunu parlamentodaki muhalefete bağlamış ve muhalefet partilerinin basiretsizliği yüzünden de derin bir düş kırıklığına uğramış geniş kitleler için güvenebileceği yegâne gücün yine kendisi olduğunu öğretti. 10 yıldır tek sesli, tek partili bir ülkeye dönüşen Türkiye’de mevcut muhalefet partileri Gezi Parkına gömülürken, hiç kuşku yok ki yatağından taşan geniş kitleler artık yeni arayışlara yönelecek.
Erdoğan küçümsenen, göz ardı edilen , “kayıp” olarak görülen yepyeni bir kuşağın parlamasına istemeden yardımcı oldu. Herkesi şaşırtan 90 kuşağı, eski tüfeklerin tüm yönlendirme çabalarına karşı kendi yaratıcı eylemleriyle uzun yıllar unutulmayacak bir direniş destanı yarattılar.
31 Mayıs’tan sonra Türkiye’de ne Erdoğan ve AKP’si ne de sokağın, direnişin tadını yeniden hatırlayan kitleler için hiçbir şey aynı olmayacak…