Hangi yıllar olduğunu dahi unuttum… En fazla 90’lı yılların başına kadar herhalde… Arkadaşlarla sahil boyunca kaç tur attığımızı da hatırlamıyorum artık…
Bir yukarı, bir aşağı gider, yorulunca da Do Lİmani’de oturur, biramızı yudumlardık.
Çoook eskilerde kaldı gibi…
Zorunlu kalıp geçtiğimiz veya uğradığımız hallerden başka uğradığımız yok artık… “Haydi Girne Kordonboyu’nda turlayalım biraz” diye davet yapan, fikir ortaya atan birilerini bulamıyoruz çok zaman oldu…
“Liman’da oturup bir şeyler içelim” diyeni de…
“Neden?” diye düşündüğümüzde artık rahat edemediğimiz çıkıyor ortaya… Tanıdık yüzler göremiyorsunuz, kendi kültürünüz dışında başka bir kültürü kendi evinizde yaşamak zorunda kalıyorsunuz, nargile dumanları arasında pasif içici konumunda kalmak durumundasınız, her cafenin önündeki “buyurun, buyurun” diyen, neredeyse kolunuzdan, bacağınızdan tutup çekecek çalışanların baskısından bunalıyorsunuz vs…
Yabancısınız memleketinize… Yüzlere, ağızlara, görüntülere yabancısınız… O yabancı durumları başka yerlerde yaşamak isterseniz gidersiniz oralara ama burada değil…
Olduğunuz yerde kendiniz olmalı, kendi kültürünüz yaşamalı, onu başkalarına sunmalısınız…
Olmuyor?
Neden?
Çünkü sunulan şeyi alacak olan ağırlık artık siz değilsiniz de ondan…
İşletmeci, esnaf ve tüccar, sayısı fazla olan tüketiciyi hedef kitle olarak almak durumunda kalıyor.
Daha fazla kâr, daha fazla gelir, sayısı az olandan değil, fazla olandan sağlanır düşüncesindedir de ondan…
Tıpkı turizm politikasında olduğu gibi…
Kitle turizmi…
Kelle başına teşvikler… Ne kadar fazla turist gelirse o kadar gelir düşüncesi orada da var.
“Bu kadar yatağa casino izni, bu kadar turiste bu kadar teşvik” diye diye tabii ki Türkiye’den turist sayısı çoğaldı ama ekonomiye (casinolar dışında) kazandırdığı bir şey olmadığı görüldü.
Şimdi alternatif turizm biçimleri aranıyor…
Kelle değil, kültür
Girne Kordonboyu da öyle… Yerlinin artık uğramadığı, belki nostalji olsun diye anda arada oradan geçtiği ama uğradığı için pişman olduğu bir yer haline gelen Kıbrıs’ın incisi Girne, Girne’nin incisi Kordonboyu…
Gündüz fotoğraflarını dün çektim… Yine bir merak ile geçtim dün oralardan… Birkaç foto alayım diye ufacık da olsa yer bulabildiğim kaldırım kenarındaki bir araya iki dakikalığına park ettim arabayı…
Bir yanda casino, hemen yanında simitçi, kebapçı diye giderken iki yabancı turist nereye gidebileceklerini düşünüyorlar… Kaldırım kenarında durup bakıyorlar etrafa… Belki de Kıbrıs’tan bir şeyler arıyorlar… Gördüklerini de büyük ihtimalle Kıbrıs’tan şeyler diye algılıyorlardır ama değil… Satılan şeyler, ikram edilenler, turlayan simalar bizden şeylermiş gibi algılanıp yanılgıya düşürürken o yanılgıda ayrılıyor o gerçek turistler adadan…
Çamur ve kahve sunulan ama bulunan başka…
Turizm fuarlarında Hasan abimiz Dizayn 74 çamurunu yoğurup bardak-çanak yaparken, Con kahvesini götürüp tattırırken o görselde, o tatta adaya gelenler burada başka bir şey görüyorlar.
Gördükleri farklı, kafaları karışık, umdukları ve buldukları çok değişik hallerde iken başka yerlerde gördüğümüz sokaklardaki turist rehberlerini arar gözler bir taraftan… Şaşkınlıkla Kıbrıs’ın tadını, kültürünü arayan turistlere rehberlik edecek birilerini bulmak fena olmazdı. Hatta çok iyi olurdu.
Ama yok.
Öylesine, el yordamıyla yürümeye çalışan, gözleri bağlılar gibi…
Benim olanı sunmak
Girne Kordonboyu ile başlamıştık yazıya… Devam edelim… Birçok yeri terk ettik, Kordonboyu da onlardan biri… Savaşta cepheyi terk etmek gibi bir terk edilmişlikten söz etmiyorum ama bizim değerlerimizin başkalaşmasına, farklı şekillerde sunulmasına da karşı durmak, direnmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Onun için de önceleri çok bulunduğumuz yerlere geri dönmek, oraları kullanmak, çoğaldıkça sunulan hizmetin de öze dönmesini sağlamak gibi bir değişim olabilir.
Elbette ki geri dönen sayının fazla olması mümkün değil ama eskiyle yeninin bir arada olabileceği mekânları tekrar yaratmanın da olasılığını göstermek gerekiyor.
Benim-senin ayrımcılığı yapmak değil ama benim olan şeyin benim değerlerimle sunulması ve benim kültürümle yaşamasının yollarını bulmak gerek.
Nasıl ki başka yerler kendi kültürleriyle yaşayıp, kendi üretimlerini sunabiliyorsa…
Birol Bebek ve ortağı Gülsüm Gözenler’in işlettiği otelin terası terkedilen yerlerimize geri dönmenin en uygun yerlerinden biri… Bunun için havaların biraz ısınmasını sabırla bekliyorum.