Girne Üniversitesi bünyesinde “Yelken ve Su Sporları Okulu” tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen “Yelken Kursu”na 7 yaşındaki oğlumu yazdırarak bir “adalı” olarak denizle olan eksik-yetersiz bağımızı küçük yaşlardan itibaren kendisine kazandırmayı bir görev bildim. Yelken kursuyla ilgili düşünce ve önerilerimi az sonra dile getireceğim ama önce şu denizle olan organik bağımın izini sürerek sizleri biraz geçmişe götürmek istiyorum.
Dedem, isminin kimlik üzerindeki yazılan şekliyle “Ali Ahmet Gemici”, 16 yaşında “denizci kimliğiyle” limanda bu mesleği sürdürmeye devam etmiş. Ama kendisini deniz motorlarının tamiri üzerine geliştirmiş, limanın önde gelen “makinistlerinden” olmuştu.
Daha sonraları ortağı olacak ve aile dostluğunu ’74 savaşı günlerinde ve sonrasında da paylaşacak Vasos Ayvalyodis’le birlikte aldıkları (sanırım) 4 adet motorlu (ahşap) tekneyle, o yıllarda Limasol limanına yanaşamayan yolcu gemilerinden insanları, havuzluğu geniş oturma yerleriyle oluşturulmuş teknelerle karaya taşımaya başlamışlardı. Dedem elbette bu teknelerin motorlarının bakım ve onarımını da sürdürüyordu... dedemle ve dolayısıyla denizciliğiyle ilgili yazımı bir başka zaman daha uzun şekilde sizlerle paylaşırım...
Dededen kalma tuzlu suyun damarlarımızda dolaşmasını bilsek ve hissetsek de, denizle birlikte yaşama ortamını kendimize yaratmadığımız sürece ne bu gelenek devam eder, ne de bir “adalı” olarak adalı olmanın gereğini yerine getirmiş oluruz diye düşünüyorum. İşte bu bağlamda küçük yaşlarda çocuklarımızı denize alıştırmak, sadece yüzmek ve eğlenmek için değil, denizcilikle birlikte onları doğaya katmak, rüzgârla arkadaş edip sırası geldiğinde deniz’e saygı duymasını öğretmenin yolu, belki de tek yolu, böylesi “yelken kurslarından” geçmektedir. Çünkü özellikle yelkencilik; paylaşım, birlikte hareket etme, öz güven, denizi ve dolayısyla doğayı tanımak, yardımlaşmak ve “iptidai” denilen eski-katıksız ve elektronikten uzak denizciliği öğrenmek için idealdir. Ve elbette bir spor dalıdır da aynı zamanda.
İşte “spor dalı” konusu, Temmuz ayından itibaren kurslara devam eden oğlum ve diğer küçücük yürekler için “gelecek” konusunda bu spor dalını sürdürmeleri açısından imkânların yaratılması çok önemli.
Elbette üniversite dışında bu konuda eğitim veren kuruluşlarımız da vardır. Ve fakat özellikle YDÜ camiası içerisinde 3 yaştan bu yana birlikte olan ve birçoğunun sınıf arkadaşlıklarıyla birlikteliğin pekiştirildiği bu neslin, Girne Üniversitesi bünyesinde seçtikleri yelken sporu dalında daha ilerilere taşınması, aldıkları bu güzelim ve değerli eğitimlerini bir yandan taçlandırmak için yarışmaların olması, diğer yandan da “denizci çocuklar” yetiştirmenin ne kadar önemli olduğunu sanırım anlatmak açısından kelimeler yetersiz kalır.
Evet bizim bir avantajımız var. Küçük bir yelkenli teknemizin olması oğlumun bu konuda denizden kopmaması, büyük büyük dedesinin yolundan gidebilmesi için bir şans olabilir. Ama önemli olan yarışma-spor dürtüsüyle yelkenciliği bir “disiplin” içerisinde öğrenmesi, uygulaması ve bunu bir yaşam biçimi halinde getirmesidir.
Ki böylesi bir “dürtü-motivasyonun” ancak, Girne Üniversitesi ya da YDÜ bünyesinde bu çocukları gerek Optimist gerekse Laser veya diğer dallarda bir “sporcu” olarak yetiştirerek hem kendilerine, hem okullarına ve hem de bir adalı olarak toplumuna, birer “denizci” olarak katkı koymalarının olanağı sağlanabilir.
Biliniyor ki özellikle “yarışmalar”, her zaman bir motivasyon aracıdır. Bu küçük denizci yüreklerin yelken tutkularını geliştirmenin başlıca yollarından biri de kuşkusuz, bir ekip haline getirilip yarışmalara girmelerine imkân sağlanmasıdır.
Böylesi güzel ve anlamlı girişimlerin birçok kuruluşta da yer almasını dilerim.
Tümünün de pruvaları neta, rüzgârları uyarlarına olsun...