Bülent Fevzioğlu
‘60’lı yıllar boyunca, Liverpool’lu dört İngiliz gencinin üç gitar ve bir bateri ile oluşturduğu ‘‘The Beatles’’ topluluğu dünya gençliğini avucunun içerisine alırken, bu ada coğrafyası üzerinde de henüz, ‘Çalgıcılar’ vardı…
Sünnet, nikâh ve düğün gibi törenlerimizin vazgeçilmezleri idi onlar…
Kimi zaman davul – zurna, kimi zaman deblek, kemane, zil ve cümbüştüler şarkılı, türkülü, karşılamalı havalarında…
Ne zamanki esmeye başladı ‘Beatles’lar fırtınası; yavaş yavaş ‘Hoşça kal’ dendi yüzlerce yılın geleneği, ‘Çalgıcılara’…
Meydan davulunun yerini ‘Bateri’; udun, cümbüşün ve kemanenin yerini bas, ritim ve solo gitarlar aldı…
Üstelik de buralarda zaman, toplumlararası çatışmaların ve ayrışmaların yoğunlaştığı, barut kokularının geniz, kurşun yaralarının tenler yaktığı bir zamandı…
Ve lâkin onca yokluğun ve yoksunluğun içerisinde, yine de, Baf’tan Larnaka’ya, Lefkoşa’dan Mağusa’ya müzik toplulukları kurulmaya başlandı Beatles’lar etkisinde…
Gece silâhlı gündüz gitarlı gençler Baf’ta ‘Rintler’, Larnaka’da ‘Kareler’, Lefkoşa’da ‘Bayrak Kuartet’, Mağusa’da ‘Damlalar’, ‘Feveranlar’ oldular…
Kıbrıs Türk müzik tarihinin batılı anlamdaki ilk gitar topluluğu, 1964 yılında, Larnaka’da Erol Baybars tarafından kurulan ‘Stage Five’ topluluğudur …
1964 – 74 yılları arasında, ada genelinde 20’ye yakın gitar topluluğu kurulur, müzik yarışmaları yapılır, konserler - turneler düzenlenir…
Ancak bu toplulukların hiçbiri, 1968 yılına değin aralarına bir kadın ‘Solist’ almazlar…
Kıbrıs Türk müzik tarihi içerisinde ve batılı anlamda bir müzik topluluğunda ‘Solist’ olarak yer alan ilk kadın sanatçımız, ‘‘Ruşen Şengül’’ olur.
60’lı yılların sahne çalışmalarında yalnızca ‘‘Gül’’ ya da ‘‘Şengül’’ adını kullanan Ruşen Şengül’ün, Mağusa’nın ‘‘Bozoklar’’ topluluğunda ‘Solist’liğe nasıl başladığının ve yine müzik topluluklarımız arasında nasıl ‘‘İlk Kadın Klavyeci’’ olduğunun öyküsüne gelince…
18 Nisan 1947, Lefkoşa doğumlu olan Ruşen Şengül’ün müzikle tanışması Lefkoşa Türk Kız Lisesi’nin ortaokul sıralarında başlar. Önce okul korosuna alınır, kısa bir süre sonra da öğretmeni tarafından ‘‘Solist’’ olarak seçilir…
1968 yılında, dayısı ile birlikte, Mağusa Mücahitler Gazinosu’nda yapılan aile düğününe gelir… Düğün sahibi, dayısının yakın bir arkadaşı idi…
Düğünde müzik yapan topluluk ise Mağusa’nın ‘‘Bozoklar’’ topluluğudur…
Düğün sahipleri tarafından sesinin güzelliği bilinen Ruşen Şengül, büyük bir tezahürat ve alkışlar arasında sahneye davet edilir…
Sahneye çıkar, mikrofonu alır ve dönemin en ünlü kadın sanatçılarından Neşe Karaböcek’in seslendirdiği ‘‘Artık Sevmeyeceğim’’ ve ‘‘Bana Çok Mu Görüyorsun?’’ adlı günün en popüler şarkılarını seslendirir…
‘‘Bozoklar’’ın o geceki gitaristleri arasında Ersen Akbay da vardır…
Ersen Akbay şöyle anlatır:
‘‘Şengül’ün şarkıya başlayıp da ilk dörtlüğü okuduğu an, topluluğun solisti Hüseyin Cevat’la göz göze geldik…
Şengül çok iyi bir solistti ve o güne kadar da bizde, batılı anlamda müzik yapan topluluklarımız arasında sahneye çıkan bayan solist yoktu…
Hüseyin Cevat’la hiç konuşmadan, yalnızca karşılıklı bakışarak karar verdik. Şengül’ü, topluluğa solist alacaktık…
Düğün sonrasında hemen Şengül’le konuşup, teklifimizi yaptık…’’
Ruşen Şengül ise bu teklif sonrası anılarını, şöyle anlatır:
‘‘Hemen kabul ettim ve dayıma,
- Ben Lefkoşa’ya dönmüyorum’’ dedim, dönmedim…
O gece Ersen Akbay’ın evinde kaldım ve hemen ertesi gün ‘‘Bozoklar’’ın solisti olarak çalışmalara başladık…
O yıllarda bir bayanın sahneye çıkması kolay kolay kabul edilmiyordu… İki kız kardeşim karşı çıkmasına rağmen, babam her zaman yanımda oldu, destekledi ve ortaokuldan beri bildiği müzik tutkum nedeniyle bana başarılar diledi…
Benimle birlikte grubu da yenilemeye karar verdik.
Org’umuz yoktu…
Bir akşam aklıma, ailemden almam gereken maddi bir payım vardı, o geldi… Hemen ertesi gün Lefkoşa’ya gittim, payım olan parayı aldım ve Mağusa’ya geri döndüm.
Ersen’le birlikte Maraş’a giderek o para ile bulabildiğimiz ilk Kilise orgunu satın aldık…
Ben, ortaokuldayken, piyano ve akordeon çaldığım için, ‘Bozoklar’’ da hem Hüseyin Cevat’la birlikte solistlik yapıyor hem de org kullanıyordum…
Çok hızlı bir şekilde işlerimiz açıldı…
Sürekli davetler alıyorduk…
‘‘Bozoklar’’la, yaklaşık beş yıl çalıştım…
Sonra aramızdan yükseköğrenim için ayrılan arkadaşlarımız oldu ve ne yazık ki kendini hızlıca geliştiren grubumuz çaresiz, dağılmak zorunda kaldı…
‘‘Bozoklar’’ sonrasında da sahneye çıktım fakat oradaki birlikteliği ve güzelliği bir daha hiç bulamadığım için sahne solistliğini ve müziği bıraktım…’’
Önce ‘‘Apaçiler’’di Sonra ‘‘Bozoklar’’ oldu...
Ruşen Şengül’ün, müzik tarihimiz içerisinde ve batılı anlamdaki müzik topluluklarımızda ‘İlk Kadın Solist ve İlk Kadın Klavyeci’ olarak yer aldığı ‘‘Bozoklar’’ topluluğu, ‘‘Bozoklar’’ olmazdan önce ‘‘Apaçiler’’ adıyla kurulmuştu…
Önce ‘‘Apaçiler’’di, sonra ‘‘Bozoklar’’ oldu…
Topluluğun ‘‘Apaçiler’’ adıyla ilk kuruluşundan, ‘‘Bozoklar’’ olarak dağılışına değin her adımında yer alan gitarist Feridun Ardost; topluluğun kuruluşunda (Eylül 1967) aldığı ‘‘Apaçiler’’ adının nedenini, o yılların toplumlararası çatışmalarına ve ayrılıklarına atıfta bulunarak, şöyle açıklar:
‘‘ Ezilen bir toplumduk… Ve işte grubumuza bir isim ararken aklımıza, beyaz Amerikalılar tarafından sürekli ezilen Kızılderililer ve onların bir kabilesi olan ‘‘Apaçiler’’ geldi…
Amerika’da ezilen, dışlanan bu insanların feryatları aklımıza geldi ve bunun üzerine biz de ‘‘Grubumuzun adı Apaçiler olsun’’ dedik, ‘‘Apaçiler’’ adını aldık.’’
Ada genelindeki gerginlik, 1967 yılı ortalarında derin bir nefes alırken, Makarios da 1964 yılı Ocak ayından adalı Türklere uyguladığı yurtdışı giriş - çıkış yasaklarına son verir…
Dönemin müzik toplulukları, yasağın kaldırılmasıyla birlikte ciddi bir bozguna uğrar…
Çünkü topluluk üyelerinin önemli çoğunluğu başta Türkiye ve İngiltere olmak üzere yükseköğrenimleri için yola çıkarlar…
Geride kalan bozguna uğramış müzik topluluklarımız ise yeniden yapılanırken, kimileri aynı isimler, kimileri de yeni bir isim altında müzik çalışmalarına devam ederler…
İşte bu süreçte ‘‘Apaçiler’’ de ‘‘Bozoklar’’ olur…
1972 sonrası, ‘‘Bozoklar’’ da çıkıp gider kültür tarihimizden…
Geriye; yaşam topraklarımıza serpeledikleri anılarıyla, tarihsel siluetleri kalır çokları gibi...