Kemal Vural
Kemal_vural@yahoo.com
Son günlerde art arda yaşadığımız iki kadın cinayeti ve daha o haberlerin mürekkebi kurumadan basına yansıyan kadına yönelik şiddet olayları sonrasında, Gizli Dünya (Room, 2015) filmi ve bende çağrıştırdıkları hakkında bir yazı kaleme almaya karar verdim.
Film, uzun süredir sistematik şiddet ve tecavüze uğrayan Joy (anne) ve tecavüz sonucu dünyaya gelen oğlu Jack’in hayatını konu alıyor. Jack’i içinde bulundukları gerçeklikten ve kendisini kaçıran yaşlı Nick’ten korumak için hapis tutuldukları oda hakkında kurguladığı hikâyelere de filmde yer veriliyor. Bu hikâyeler sayesinde Jack’e kocaman bir dünya yaratıyor. Filmin ilk yarısında ikilinin esaret altındaki “normal” hayatlarını ve bu hayata bir gün daha dayanacak gücü kalmayan annesinin kurtulmak için yardımına ihtiyaç duyduğu Jack’e gerçekleri söylemesi anlatılıyor. Filmin en önemli sahnelerinden biri küçük Jack’in annesinin yaptığı plan sonucu yaşlı Nick’in elinden kurtulması ve polise ulaşmasıdır. Fakat başına aldığı bir darbe sonucu sersemlemiş ve söylemesi gerekenleri unutmuştur. Burada iki polis memurunun farklı yaklaşımlarına tanık oluyoruz. Bir tanesi hiç çaba sarf etmeden kendince bahaneler uydurup çocuğu başından atmaya çalışırken, diğeri ise vazgeçmeyerek sorduğu sorularla tutuldukları yerin bulunmasını sağlar.
Ne yazık ki ülkemizde şiddet gören bir kadın yetkili mercilere başvurduğunda, eğer yapılması gereken işlemlerden haberi yok ise ve maddi olarak hukuki destek alabilecek durumda değilse, çoğunlukla birinci muameleye maruz kalıyor. Sözlü ifadesi alındıktan ve “aile içinde olur böyle şeyler”, “kocandır sever de döver de” gibi “nasihatler” veriliyor. Ve sonrasında hiçbir işlem yapılmadan, devletin kadın sığınma evi de olmadığı için mecburen şiddet gördüğü eve geri dönmek zorunda bırakılıyor. Bunu gören şiddet uygulayıcı (eş, baba, kardeş, patron veya tamamen yabancı biri) şiddete başvurmaya hakkı olduğunu düşünüyor ve hiç tereddüt etmeden tekrar şiddete başvuruyor. Şiddete uğrayan kadın ise karşılaştığı muamele ve toplum baskısı sonucunda suçu kendinde aramaya başlayabiliyor. Bu aşamada maddi gücü ve yurttaşlık durumu gözetilmeksizin devletin şiddet gören her kadına hukuki destek sağlaması, tekrarlanabilecek kötü durumların önlenmesinde büyük önem arz ediyor. Çünkü şiddete uğrayan kadın göçmen statüsünde olduğu zaman işler kadın aleyhine daha da karmaşık bir hal alıyor. Ülkesinden uzakta zor şartlar altında sendikasız ve güvencesiz çalıştırılan göçmen bir kadın, aile içi şiddete maruz kaldığında polise giderse sınır dışı edilme tehlikesiyle de karşı karşıya kalıyor. Hem de yabancı dil sorunu nedeniyle iletişim problemi yaşayabiliyor. Kadınları korumaya yönelik yasalar üretmek ve uygulamakla sorumlu olan devletin göçmen kadınları da kapsayacak şekilde yasalar üretmesi gerekmektedir.
Filmin ikinci yarısı birkaç duyarlı sivil toplum örgütü, medya kuruluşu ve yakın aile bireyleri dışında çok fazla üzerinde durulmayan, şiddet gören kadının içinde bulunduğu ruh halini ve dış dünyaya uyumda yaşadığı zorlukları yansıtması bakımından oldukça etkileyici. Ayrıca, eve geldikleri ilk gün karşılaştıkları basının ilgisinden rahatsız olan Joy’a avukatının verdiği cevap acı bir gerçeği daha gözler önüne seriyor: “Merak etmeyin, çabuk sıkılırlar.”
Ne acıdır ki medyanın ve dolayısıyla toplumun dikkati çok kolay bir şekilde başka yöne kayabiliyor. Örneğin Yiğit Bulut’un yaptığı meşhur vilayet açıklamasından sonra kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet olaylarıyla ilgili haberler birinci sayfadan üçüncü sayfaya gerileyebiliyor. Veya bir sömürü şekli olan hayvancılık sektöründen et fiyatlarında artışla ilgili bir söylenti çıktığında, pazar günleri yapılan “mangal keyfi” bir kadının hayatından daha önemli hale gelip gündemi meşgul edebiliyor ne yazık ki. Hâlbuki basının görevi suçu özendirip, suçluyu neredeyse haklı çıkaracak şekilde (“namusunu temizlemek için öldürdü” gibi) yaşanan olayı öyküleştirerek yayınlamak değildir. Basının görevi kadına yönelik şiddete uygulanan, daha doğrusu uygulanmayan cezaları, poliste uygulanmayan işlemleri ve devletin yerine getirmediği görevlerini takip etmek ve bunları haberleştirip yayınlayarak bir kamuoyu oluşturmak olmalıdır.
Filme dönecek olursak, kurtuluş sonrası uyum sağlamakta zorluk çeken ama zaman geçtikçe bunu başaran Jack, fakat mutlu olmayı beklerken gittikçe depresyona sürüklenen ve psikolojik destek almayı reddeden annesiyle karşılaşıyoruz ikinci yarıda. Evde yaşadığı bazı olaylar Joy’un kendini yalnız, değersiz ve güçsüz hissetmesine neden olur. Annesiyle yaşadığı bir tartışma sonrası evden ayrılmaya karar verir ve hikâyesini para karşılığı anlatmak üzere bir televizyon kanalıyla anlaşır. Söyleşi esnasında kendisine yöneltilen sorularda erkek egemen toplumun baskısını ve eleştirisini bariz bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Örneğin, Jack’i tutsaklıktan daha önce kurtarmak için neden bebekken hastaneye bırakılmasını istemediği sorulduğunda, açıkça erkek egemen toplumda kadına yüklenen birincil görevin annelik olduğu ve çocuğu için kendini feda etmesi beklendiğini görebilirsiniz. Bu örnekte de görüldüğü gibi basın şiddet olayını hikâyeleştirmekle kalmıyor, üstüne üstlük sorduğu yıkıcı eleştirel sorularla kadının üzerindeki baskının iyiden iyiye artmasına neden oluyor. Şiddet sonrası içinde bulunulan ruh hali nedeniyle psikolojik desteği kabul etmek her zaman kolay olmayabiliyor. Ancak aile fertleri ve diğer insanlarla olan iletişim ve güven sorunlarını giderme devletin ücretsiz sağlayacağı psikolojik danışmanlık desteğinin, bu sorunları aşmada önemi küçümsenemeyecek kadar fazladır. Bu danışmanlık hizmetinin, ev dışına çıkamayacak durumda olan mağdurlara ev içinde verilmesini sağlamak da devletin görevleri arasında olmalıdır. Ama bırakın ev içi danışmanlık hizmetini, ülkemizde devlet hastanelerinde bile bu hizmeti almak oldukça zor. Ayrıca rehabilitasyon süreci kişiden kişiye farklılık göstereceğinden, özel kliniklerden bu hizmeti almak maddi olarak büyük bir yük oluşturur. Maalesef ülkemizdeki sosyal yapı ya da daha doğru tanımla “sosyal yapısızlık” nedeniyle, özelden alacağınız psikolojik danışmanlık hizmetlerinin bedelini devlet karşılamıyor. Sorumluluk sahibi olması gereken fakat kılını bile kıpırdatmayan bir devlet. Buna karşılık toplum baskısını sürekli omuzlarında hisseden, suçu kendinde arayan(dış görünüş, hal ve tavırlar vs.) ve yalnızlığa itilen bir kadın.
Sonuç olarak kadına yönelik şiddeti önlemede örgütlü mücadelenin ve buna götürecek eğitim ve bilinçlenmenin önemi büyük. Fakat bunu erkek egemen toplum yetiştiren bir eğitim sistemiyle sağlamak maalesef imkânsız. Bunun yanında şiddet gören tüm kadınlar Joy gibi kendisine destek olan bir aileye ve/veya maddi duruma sahip olacak kadar şanslı değiller. Yapılması gereken bireysel kurtuluşu değil, sosyalist feminist bir anlayışla kadınların şiddete karşı bilinçlenmesini, örgütlü mücadele içinde dayanışmalarını ve haklarını sokakta aramalarını sağlayacak ve onların deneyimlerinden yola çıkarak onları cesaretlendirecek, karşılıklı etkileşimi esas alan bir eğitimdir. Ve bu eğitimin ırk, eğitim durumu ve sınıf farkı gözetilmeksizin tüm kadınlara, hatta tüm erkeklere ulaşması gerekiyor. Çünkü yaşanan olaylar bize gösteriyor ki kadına yönelik şiddet sınıf ve eğitim düzeyi gözetmeden tüm kadınların başına gelebiliyor. Ülkemizde Kadın Eğitimi Kolektifi'nin çabaları buna güzel bir örnek olsa da şiddeti önlemede en büyük görev, her türlü imkânı ve erki elinde bulunduran devlete düşüyor. Önleyici mekanizmaların hayata geçirilmesi, şiddet olayı sonrasında kadınların güvende olabileceği, hukuksal ve psikolojik destek alabileceği sığınma evlerinin açılması ve kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak imkânların yaratılması sosyal yapıya sahip bir devletin temel görevlerinden olmalıdır.