Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, araştırmacı-yazar, grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı sayfasında Kıbrıs’ın ünlü fotoğrafçısı Glaszner ve ailesinin çok ilginç öyküsünü kaleme aldı. Okurlarımız için Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip özetle Türkçeleştirdik. Yazı özetle şöyle:
*** Glaszner ailesi ve onların Kıbrıs’ta fotoğrafçılık mirası beni her zaman büyülemiştir. Böylece Kıbrıs’ı son ziyaretimde, Glaszner stüdyosunun yerini bulmaya çalıştım. Bir arkadaşım bana Leopols Glaszner’in torunu Monika Vulgari’nin, Larnaka’da “Finikudes” diye bilinen hurmacıkların bulunduğu caddenin yakınında yaşadığını söyleyince, arayışıma oradan başladım.
*** Gerçekten de elimde hiçbir ipucu olmaksızın, kapı kapı gezerek, her bir dar sokağa girerek ahaliye Glaszner ailesini tanıyıp tanımadıklarını sormaya başladım. Kader öyleymiş ki tam da Kıbrıs’a ziyaretimin son gününde Monika Vulgari’yi bulmayı başardım. Çok hoş bir insandı. 76 yaşında olmasına rağmen oldukça genç görünüyordu. Önce ona “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’ın hikayeleri” projemden söz ettim, o da hızlı bir röportajı kabul etti...
*** Kendisinin isteği üzerine Sun Hall Oteli’nin salonunda oturduk, burası evinden o kadar uzakta değildi. Önce sanat ve resimlere duyduğumuz sevgiden söz ettik, kızı İrma’nın da bir ressam ve benim gibi bir resim öğretmeni olduğunu keşfettim konuşmalarımızın başında...
*** Monika’nın büyük dedesi Charles Glaszner, Kıbrıs’a bohem eşi Aloyşia ile birlikte 1882 yılında gelmişti. Bilinmeyen bir nedenden ötürü beş yaşındaki oğluları Leopold, akrabalarıyla birlikte Almanya’da kalmıştı. Charles Glaszner aslında profesyonel bir kuşbilimci idi ancak aynı zamanda çok da iyi amatör bir fotoğrafçıydı. 19ncu yüzyılın sonlarına doğru Leymosun’da bir profesyonel fotoğraf stüdyosu kurmaya karar vermişti – burada efsanevi fotoğrafçı J.P. Foscolo’nun iş alanında rakibi olacaktı.
*** Glaszner stüdyosu, yerel efendilerin, aristokratların, kentsoylu orta sınıfın ve köylülerin fotoğraflarını çekmeye başlayınca derhal ün kazanacaktı. Stüdyo ayrıca kartpostallar çıkarmaya da başlamıştı. Bu kartpostallar manzara resimleri, örneğin deniz sahili ve sokak manzaraları içermekteydi.
*** 1900 yılında Leopold Galszner Kıbrıs’a gelerek ailesiyle yeniden bir araya gelmişti. O artık tanınmış bir müzisyen ve Almanya’da eğitim görerek Yunanistan’da çalışmış bir kondüktör idi. Tıpkı babası gibi, Leopold da fotoğrafçılığa çok meraklıydı. 1904 yılında Leopold 27 yaşındaydı, Larnaka Belediyesi, kendisini bir filarmoni orkestrası kurmaya davet etmişti, bunu yaşacak ve orkestrayı birkaç yıl boyunca yönetecekti. Aynı zamanda babası Charles bu kez Larnaka’da olmak üzere ikinci bir fotoğraf stüdyosu açmaya karar vermişti. Bu stüdyoyu da Leopold idare edecek ve sahibi olacaktı...
*** 1915 senesinde Leopold Glaszner, Sicilya doğumlu Anneta Riccobono ile tanışıp onunla evlenecekti – Anneta’nın ailesi Kıbrıs’a Sicilya’dan göç etmişler ve Leymosun’da, Glasznerler’in evinin yakınlarına yerleşmişlerdi... Evlenmelerinden bir sene sonra, 1916 yılında kızları İrma dünyaya gelecekti – Monika’nın annesiydi bu. Ailesinin katı gözetimi altında yetiştirilecek ve özellikle annesine çok bağlı olacaktı. İrma, Larnaka’da büyüyecek ve St. Jozef Katolik Kızlar Okulu’na devam edecekti.
*** İrma, babasının fotoğrafları için esas model olacak ve pek çok kartpostalında bir manken gibi poz verecekti. Her zaman ailesine bağlı, sorumluluk sahibi bir kız olarak önceden düzenlenmiş çok geniş yelpazedeki alanlarda poz verecekti kartpostallar için – kimi zaman bir melek rolünde, kimi zaman bir çingene rolünde olacak, bazan da bir masal prensesi kılığında görülecekti...
*** Monika’ya bana dedesi Leopold hakkında neler hatırladığını sordum. Pek az süre okula gitmiş olduğu halde son derece zeki bir insan olduğunu ve öğrenmeye yönelik sonsuz bir tutkusu olduğunu anlattı bana. “Gerçekten inanılmazdı!” diyordu Monika, dedesi için. “Çok büyük orkestraları idare edebiliyor, keman çalışıyor, bir virtüöz gibi şarkı söyleyebiliyordu. Çok güzel bir sesi vardı... Kendi kendine yedi farklı dilde konuşmayı, okumayı ve yazmayı öğrenmişti – bunlar arasında İngilizce, Fransızca, Almanca ve Rumca da vardı. Resmi herhangi bir eğitim kurumunda eğitim almamış birisiydi o...”
*** Gerçekten de Leopold bir Rönesans insanıydı... Müzik ve tiyatrodaki olağanüstü başarılarının yanısıra, bulunmaz bir fotoğrafçıydı ve pek çok konuya ilgi duymaktaydı. Elektriğe ilgi duyuyordu, böylece pek çok eve telefon ve kapı zili taktığı bir iş kurmuştu Larnaka’da... Stavrovuni Manastırı’ndaki papazlar da onun ilk müşterileri olmuştu!
*** Monika, “Işığı ve bir fotoğraf makinesini teknik yeterlilikte kullanmanın yanısıra dedem aynı zamanda bir insanın nasıl poz vermesi gerektiği hakkında da yeteneğe sahipti. Bir insana bakar bakmaz, onun hangi açıdan poz vermesi gerektiğini hemen anlıyordu. Bir yüzü okuyabiliyor ve en iyi fotoğrafı çekebilmek için ideal pozu hangi açıdan verdireceğini biliyordu. İşte bu nedenle çektirdikleri fotoğrafı almaya gelen herkes, her zaman sonuçlardan çok memnun kalmaktaydı” diye anlatıyor.
*** Monika bana annesi İrma’nın da müzik, moda, tiyatro ve fotoğrafla çevrili biçimde çok hoş ve ayrıcalıklı biçimde yetiştirilmiş olduğunu anlatıyor... Ancak tüm bu sanat dalları arasında İrma, kendini ve özgürlüğünü tiyatro sanatında bulmuştu.
*** İrma Glaszner iki kez evlenmişti. 1936 senesinde Mario Burgis’le evlenmişti (Lefkoşalı’ydı bu adam) ve Kıbrıs’tan ayrılarak Atina’da yeni bir hayat kurmaya gitmişlerdi. Ne yazık ki o yıl birşeyler olmuş ve İrma Kıbrıs’a tek başına geri dönmüştü. Annesi İrma’nın neden ilk kocasından bu şekilde ayrılmış olduğu hakkında Monika ayrıntılı bilgiye sahip değildi. Her halukarda üç sene sonra, 1939 yılında İrma, Herman Zirigoviç’le tanışmıştı (Monika’nın babası olacaktı Herman) – Kıbrıs’ta yaşayan Avusturyalı bir müzisyendi bu adam...
*** Monika’nın hatırladığı kadarıyla İrma, Herman’la evlenemiyordu çünkü Katolik Kilisesi, onun Mario Burgis’ten boşanmasını kabul etmiyordu. Böylece İrma ve Herman Ortodoks Hristiyanlığa geçtiler ve Yunanistan’a giderek orada evlendiler. Sonra da 1940 senesinde Kıbrıs’a geri döndüler. Aynı yıl kızları Monika dünyaya gelecekti...
*** Monika henüz 11 aylık bir bebekken, annesiyle babası ayrılacaktı. Monika, annesiyle ve ninesi ve dedesiyle kalacaktı. Bir kez daha bu ayrılığın ayrıntıları hakkında bilgi yoktu. Ancak Monika, her zaman babasıyla temas içerisinde kaldığını anlatıyor...
*** Henüz küçük yaşlardan itibaren Monika fotoğrafçılığa aşık olacak ve annesi İrma ve dedesi Leopold’un dikkatli bakışları ve yönlendirmeleriyle fotoğrafçılığa girişecekti. 14 yaşından başlayarak 29 yaşına kadar müşterilere hizmet edecek, stüdyoda kameranın hazırlanmasına, arka plan için sahnelerin ve manzaraların düzenlenmesine yardım edecekti. Büyük cam fotoğraf klişelerini ellemekte ona güveneceklerdi, aynı şekilde fotoğraflara kalemler ve boyalarla rötüş yapmasında da ona güvenmekteydi ailesi. “Tek bir klişeden altı fotoğraf çıkıyordu – bu da on şiline mal oluyordu insana” diyor...
*** Glaszner stüdyosu çok özgün bir yerdi, tavanı camdı, bu da odayı doğal bir ışıkla dolduruyordu. Ancak havanın kapalı olması ya da büyük bir grup fotoğrafı gerektiğinde Leopold fotoğrafları için ışıklandırma kullanıyordu. Stüdyoda büyük bir giyinme odası da vardı ki burada müşteriler çeşitli kıyafetler giyip makyaj yaptırabiliyorlardı.
*** Monika’nın babası Herman, “Four Lanterns” (“Dört Fenerler”) tavernasının popüler bir müzisyeni idi. Daha çok keman çalıyordu. Tango, Rumba, Ça Ça Ça, Samba’dan popüler şarkılar çalıyor, her Pazar günü ise orkestrasıyla birlikte Valsler çalıyordu... Zaman zaman orkestrasıyla birlikte Leymosun’a giderek Rialto tiyatrosunda konserler veriyordu. “Çok güzel bir sesi vardı” diye hatırlıyor Monika. “Oniki yaşıma gelince, onu gidip izlememe ve dinlememe izin verilmeye başlanmıştı...”
*** Röportajımız sona erince Monika’dan bana dedesinin fotoğraf stüdyosunu göstermesini istedim, şimdilerde bir sanat galerisine dönüştürülmüştü. Tüm sabah saatleri boyunca en büyük tartışma konularımız sanatla ilgiliydi. Monika’nın bir de kızı vardı, kızına annesinin adı İrma’yı koymuştu – kızı da profesyonel bir görsel sanatçıydı ve eski Glaszner stüdyosunu, Yunanistan’da güzel sanatlar üniversitelerine girmek isteyen sanat öğrencilerini yetiştirmek için kullanmaktaydı.
*** Monika, belki de bana acıdığı için dedesinin stüdyosunu bana göstermeye karar verdi. Tahmin ettiğim gibi muhteşem bir yerdi burası. Büyük bir odanın ortasında, harika bir cam tavanın altında durdum, zamanda geriye gittim... Leopold Glaszner’in müşterisi olmanın nasıl bir şey olabileceğini tahayyül etmeye çalıştım.
*** Monika bana her bir portrenin, bir tiyatro performansı gibi aynı özen ve duyarlılıkla ele alındığını anlattı. Dedesi, arka planda değiştirilebilir pek çok manzara resmine ve sahne dizaynına sahipti – böylece pek çok konuda çok güzel ve detaylı fotoğraf kompozisyonları yaratabiliyordu. Klasik komposizyon, ataerkil bir aile fotoğrafı oluyordu. Baba sandalyede oturuyor, anne ayakta duruyor, eli kocasının omzuna konmuş vaziyette oluyor, çocuklar da annelerinin ve babalarının ayakları içinde oturuyorlardı.
*** Dedesinin her bir fotoğraf için kullandığı olağanüstü ve karmaşık sahneler, onun teknik dehasını yanstımaktaydı. Doğal ışığı kullanma yeteneğinin yanısıra, gölgelere hakimdi, aynı zamanda klişe fotoğrafçılığını da çok iyi biliyordu – böylece Leopold kendi kuşağının tarzını ve üslubunu belirleyen imajlar yaratıyordu. Sosyal fotoğrafları da kentsoylu sınıf arasında popüler olan yabancı eğilimleri de taklit edip bunları başarılı biçimde sergilemekteydi.
*** Görüşüme göre Glaszner stüdyo portresi, tümüyle sanattı, Kıbrıs’ta daha önce hiç görülmemiş birşeydi bunlar... Her bir fotoğraf çok dikkatli biçimde planlanıyordu, tıpkı bir tiyatro yönetmeninin sahneye aktörleri her bir sahne için kondurduğu gibi... Glaszner portreleri o kadar popülerdi ki, stüdyo kapılarında sokağa doğru sarkan kuyruklar görülebiliyordu. Düğün fotoğrafları da Glaszner’lerden çok talep edilmekteydi, hem Hristian, hem de Müslüman gelinlere en usturuplu hizmetleri vermekteydiler bu konuda. İrma ve kızı Monika da her zaman evlencek çiftin fotoğraflarda çok iyi görünebilmeleri için uzman bir kuaförler ekibi ve makyaj ustalarıyla çifte yardım etmek üzere orada oluyorlardı.
*** 1935 senesinde 10 şilinlik ücreti gözden çıkaran insanlar, Glaszner’lerin sahnelerinden, arka planlarından, kostümlerinden, saç ve makyaj hizmetlerinden yararlanarak altı adet çok güzel fotoğrafa kavuşabiliyordu. Kırsal alanda insanlar ise herhangi bir arka plan düzenlemesi ve sahne düzeni olmaksızın fotoğraflanıyordu... Geleneksel giysilere uygun biçimde bunlar, son derece sade bir arka plan içerisinde resimleniyordu...
*** Leopold, stüdyosunda çekilen her bir fotoğrafın çok ayrıntılı kaydını tutmaktaydı. Her bir sipariş elle yazılıyor ve numaralandırılıyor, o kişi ya da kişiler hakkında görünümleri, davranışları ve kişisel ayırt edici özellikleri hakkında detaylı ve önemli bilgiler kaydediliyordu.
*** Ne yazık ki Monika’yla geçirdiğim zamanın sonuna gelmiştik. Ünlü ailesini bana anlattığı o kısacık bir saat için ona çok müteşekkirim. Çabuk çabuk yolun aşağısındaki Pieridis Müzesi’ne giderek Anna Marangu tarafından 1998 yılında kaleme alınmış “Glaszner’ler’in Sihirli Dünyası” başlıklı kitabı satın aldım... Eğer Glaszner ailesine daha fazla ışık tutacak bilgilerini varsa, lütfen yorumlarınızı ekleyiniz...
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
İrma Glaszner Glaszner ailesi...