Hani küreselleşme ile devletler arası sınırlar anlamını yitirecekti? Hani yeni iletişim teknolojileri ile bilgi toplumları ortaya çıkacaktı? Hani global medya ile dünyanın her yerinden doğru ve güvenilir bilgilere ulaşacaktık? Hani kendi kabuğumuzu kırıp yaşadığımız coğrafyanın dünyanın merkezi olduğu iddiasından vazgeçecektik? Hani diğer toplumları düşman değil potansiyel dostlar ve partnerler olarak algılayacaktık?
1980’lerin sonlarında dünya gündemine giren “globalizm”(küreselleşme) düşüncesi, sadece bir öngürüyü değil, bir umudu da içeriyordu. Buna göre küresel çıkarlar, çatışmaları anlamsız kılacak ve dünya daha barışçıl bir geleceğe evrilecekti. Küreselleşme ekonomik, siyasal ve kültürel olmak üzere üç farklı boyutta ilerleyecekti.
Ekonomi küreselleşti ama
Aslında dünyanın ekonomik anlamda, ciddi derecede bir küreselleşmeye ulaştığı söylenebilir. Dijital teknoloji ve küresel medyanın da kışkırtıcılığı sayesinde sermaye hareketleri, üretim ve tüketim son 20-30 yılda olağanüstü derecede küreselleşti.
Üretim ve tüketim sınır tanımıyor. Amerikan patenti ile Çin’de üretilen iphone’un yeni modelini neredeyse dünya piyasalarıyla ayni anda Suriye iç savaşının merkezi Halep’te bulabilirsiniz. Fakat bu süreç, elinde iphone ile Alman malı Volkswagen araca binip cepheye giden bir cihatçının Almanları ve Amerikalıları modern haçlılar olarak görmesine ve onların cezalandırılması gerektiği düşüncesine engel olmuyor. Beyinlerdeki sınırlar, malların önündeki sınırlar gibi kalkmıyor.
Sadece cihatçılar değil, islam dünyasında ciddi bir nüfus batıya karşı giderek daha büyük bir hınç duyuyor. Ayni şekilde Batı ülkelerinde de İslam, Afrikalı ve yabancı karşıtlığı yükseliyor. Yabancı düşmanı Trump’ın Amerika başkan adaylığına giden yolu, yabancı karşıtlığı üzerine kurulu. Büyük Britanya’nın Brexit kararında da en önemli faktörün yabancı nüfus olduğu söyleniyor.
Medya ile dışa açılamıyoruz
Halbuki küreselleşme (ve bir anlamda onunla birlikte anılan postmodernizm) ulusların, toplumların birbirini kendi değerleriyle kabul etmelerini de içeriyordu. Ayrıca küresel medya, sayısız uydu ve televizyon istasyonu, internetteki sınırsız olanaklar dış dünyayı, öteki toplumları öğrenme, tanıma kabullenme, tahammül etme imkanı tanıyor.
Her evde uydu, her cepte akıllı telefon olmasına rağmen nasıl dünyadan bu kadar kopuk yaşıyoruz? Mesela nasıl hala daha dünyanın yüzyıllardır Türkleri yoketmeye çalıştığına inanıyoruz? Birisi, coğrafyamızın düşmanlarımızla dolu olduğunu iddia ettiğinde nasıl kolaylıkla buna razı oluyoruz?
Demek ki global medya, bir tıkla Amerika’ya ulaşabileceğimiz dijital teknoloji tek başına düşünce dünyamızdaki sınırları yıkmaya yetmiyor. Dünya çok hızlı dönüyor ve toplumsal siyasal dinamikler ayni hızla tanımlanamıyor. Yine de bazı araştırmalar çok büyük anlamlar yüklediğimiz küresel medyanın, küresel düşünceye fazla bir katkıda bulunmadığını ortaya koyuyor. Buna göre sayısız TV kanalının varlığına rağmen, çoğunluk kendi düşüncesine yakın 7-8 kanalı takip ediyor. Yabancı ülkelerdeki insanlar uydu yayıncılığı sayesinde kendi ülkesinin medyasını takip ediyor ve yaşadığı ülkenin toplumundan kopuyor.
Sosyal medya cemaatleştiriyor
Yine çok büyük anlamlar yüklediğimiz sosyal medyanın da çoğunluğu asosyal yaptığı öne sürülüyor; ünlü filozof Zygmunt Bauman’a göre sosyal medya onu kullananları cemaatleştiriyor. Çünkü insanlar farklı olandan uzaklaşıp kendilerine yakın enformasyon ve kişilere yaklaşıyorlar. Bu da ötekini anlama, tahammül, tolerans gibi becerileri geliştirmiyor, tersi oluyor.
Sonuç olarak, küreselleşmenin engelleyemediği, modern medya aracılığıyla yeniden üretilen yerelcilik, bölgecilik, cemaatçilik, içe kapalılık, ulusalcılık, ötekiyi reddetme hayırlı sonuçlara yolaçmıyor. Ortadoğu’daki savaş ve dünyadaki diğer çatışmalar ortada. Tablonun savunulacak bir tarafı yok. Ancak alternatif de ortada görünmüyor. Otuz yıl kadar önce küreselleşmenin bir “kurtuluş” olarak dünya gündemine sokulduğu gibi yeni bir projeden bahsedildiğini de işitmiyoruz.
Geçen yazımızda çevre felaketi açısından karamsar bir tablo ortaya koymuştuk. Galiba siyasal toplumsal bakımdan da karamsar bir dünyada yaşıyoruz.