Tarihçi ve siyaset bilimci Samim Akgönül tarafından kaleme alınan “Göçebe Yazılar”, yazarın 2006-2013 yıllarında yaptığı seyahatler sırasında yazılmış olan ve Türkiye, Fransa ve Yunanistan’daki azınlık sorunları, din, toplum ve devlet ilişkileri, kamu yönetimi, siyaset ve göçmen topluluklar gibi meseleleri konu alan toplam 68 yazıdan oluşuyor. Kitabın özgünlüğü, böylesine ‘asık yüzlü’ konuları ele almasına ve okuyucuyu bilgi bombardımanına tutmasına karşın, isminin ruhuna yakışır şekilde seyahat kitabı gibi rahat okunmasından kaynaklanmakta. Kitabın bu özelliği, “Neden Kulüp Rakı Sipariş Ettim?” başlıklı yazıda doruğa ulaşmakta, yazar, neden Kulüp Rakı’yı [Kulüp Rakısı değil, Kulüp Rakı!] tercih ettiğini anlatırken milletlerin inşa döneminde ve sanayi ötesi toplumlarda bireysel tercihlerin nedenleriyle ilgili enfes bir sosyolojik analiz yapmakta. Bunların dışında, yazılarda bahsedilen konularla ilgili sonradan ortaya çıkan gelişmeler her bir yazının başında aktarıldığından, yazara göre Fransa ve Yunanistan’da, ama özellikle de Türkiye’de değişen-değişmeyen, iyiye-kötüye giden meseleleri görmek de mümkün oluyor.
Bu uzunca girizgâhtan sonra, kitapta yer alan yazılara bakıldığında Türkiye Yazıları (Yunanistan yazıları da bu başlık altında yer alıyor) başlığı altında özellikle “Regard”, “Üç Kırılma”, “Patrikhane ve Uluslararasıcılık”, “Azınlık Hakları, Azınlığın Hakları Değildir”, “Azınlık Haklarını Kaldırın!” ve “Yeni Türkiye İçin Üç Esin Kaynağı” başlıklı yazıların bir adım öne çıktıkları söylenebilir. Fransa Yazıları başlığı altında ise “Fransa’da Yerli Seçimler” ile “Fransa’da Bölgesel Seçimler: Denge Oyunu”nun. Tabii, böyle bir seçkinin okuyucunun ilgi alanına göre yapıldığını söylemeye gerek bile yok ama “Üç Sağdan Üç Sola: Alternatif Doğar mı? Doğmalı mı?” başlıklı “Sonsöz Yazısı”nın Türkiye’nin yakın tarihine ve Türkiye’deki sol hareketlerle ilgili son dönemdeki gelişmelere (Gezi Parkı’nda yaşananlar gibi) ilgi duyan hemen herkesin ilgisini çekeceğini söylemek mümkün.
Yukarıdaki seçkiden hareket edersek, “Regard”da öne çıkan husus, Kıbrıs’ta da birbirinin yerine kullanılan ama aslında farklı kavramlar olan ‘çokkültürlülük’ ile ‘çokkültürcülüğün’ açık ve net tanımlarının yapılması, birincinin var olan bir durumu, ikincinin ise bir siyasayı, hatta ideolojiyi ifade ettiğinin altının çizilmesidir. “Üç Kırılma”da ise, toplumdaki kırılmaların ulus-devletlerde ve ulus-devletin vazgeçilmez olduğunu düşünen kesimlerde hem kâbus olarak yaşandığı hem de araç olarak kullanıldığı belirtildikten sonra, Türkiye’deki dinsel, etnik ve sınıfsal kırılmaların analizi yapılmakta, nedenleri ortaya konulmaktadır. “Patrikhane ve Uluslararasıcılık”, İstanbul’daki Ekümenik Patrikhane’nin 20. yüzyılın ikinci yarısından, özellikle de Bartholomeos’un Patrik seçilmesinin ardından öneminin ve prestijinin artmasının nedenleri tartışılmakta, Ekümenik Patrikhane ile Moskova Patrikhanesi arasında yaşanan üstünlük mücadelesi aktarılmaktadır.
Bu seçki içerisinde yeni bir seçki daha yapılırsa kitabın ‘başyapıtları’ olarak, “Azınlık Hakları, Azınlığın Hakları Değildir”, “Azınlık Haklarını Kaldırın!” ve “Yeni Türkiye İçin Üç Esin Kaynağı” başlıklı yazıları seçmek gerekecek. İlk iki yazı, azınlık haklarının Türkiye ve Yunanistan’da (buraya Kıbrıs’ı da ekleyebiliriz) nasıl algılandığına ama gerçekte ne olduğuna ilişkin zihin açıcı bilgiler veriyor. Bu noktada sözü Samim Akgönül’e bırakmak yerinde olacaktır: “Azınlık kavramı, Türkiye ve Yunanistan devletlerinin en önemli ideolojik aygıtı eğitim aracılığı ile, eğreti, ikinci sınıf, potansiyel hain vs. olarak kamuoyuna tanıtıldı. Azınlık hakları ise gayrimeşru haklar olarak. Aslında yeni azınlık hakları literatüründe, haklar grup olarak azınlıklara verilmiyor. Azınlığa ait bireylere veriliyor. Böylece birey kendini hem çoğunluktan hem de ait olduğu azınlıktan koruyabiliyor. Diğer bir değişle, 1992’den bu yana, yani BM Ulusal Azınlıkları Koruma Deklarasyonu’ndan beri, azınlık hakları yok, azınlığa ait bireylerin hakları var. İster kullanırlar, ister kullanmazlar”. (s. 85)
“Yeni Türkiye İçin Üç Esin Kaynağı”nda ise, azınlık kavramını reddeden (Fransa) ve kabul eden (Finlandiya) devletler ile federatif, konfederatif ve otonomist devletlerde ‘azınlık sorunlarının’ nasıl çözümlendiği aktarılarak başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin alt kimliklerle olan sorunlarını nasıl çözeceğine ilişkin öneriler sunulmakta. Günümüzde Türkiye’deki Kürt sorununun gerçek bir savaşa dönüştüğü gerçeği göz önünde bulundurulduğunda adı geçen yazının öneminin bir kat daha arttığını söylemek mümkün.
Fransa Yazıları’na gelince, “Fransa’da Yerli Seçimler” ile “Fransa’da Bölgesel Seçimler: Denge Oyunu” başlıklı yazılarda Fransa’da ‘azınlık sorunlarının’ çözümünde adem-i merkeziyetçiliğin oynadığı önemli role değinmenin dışında, yerel seçimlerin iktidarı ne denli etkili denetlediği aktarılmakta, dolayısıyla da bu seçimlerin iç dengeler bakımından önemi ortaya konulmaktadır.
Son olarak, “Üç Sağdan Üç Sola: Alternatif Doğar mı? Doğmalı mı?” başlıklı “Sonsöz Yazısı”na değinmek ve üzerinde epeyce kafa yormak gerek. Samim Akgönül bu yazıda, Tanıl Bora’nın referans olmuş “Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslamcılık” kitabının konusunu oluşturan Türkiye’deki sağ akımların 2000’li yıllardan itibaren geçirdikleri değişimi tartışmanın yanı sıra AKP’nin Milli Görüş’ten ayrışıp farklı siyasi görüşe sahip kitlelerin desteğini nasıl elde ettiğini aktarmakta. Bunun ardından, Akgönül, Gezi Parkı direnişiyle uzun zaman sonra kendini gösterebilen Türkiye soluyla ilgili analizlerini okuyucuyla paylaşıyor. Gezi direnişinin ruhunun iyi anlaşılması gerektiğine işaret eden ve bu direnişe katılanların beklentilerinin tahlilini yapan Akgönül, Türkiye’de (ve de Kıbrıs’ta) sol hareketin geleceğiyle ilgili ipuçları veriyor. Sistemi dönüştürmek isteyen, tahakküm altında ve kalıplara sokularak yaşamayı reddeden, kendi hayatlarına etki etmek arzusunda olan, karar mekanizmalarına daha aktif katılmak isteyen bireyleri kucaklayabildiği ölçüde solun güçlenebileceğini zihnimizde canlandırıyor…