Gökyüzünün En Parlak Yıldızıydı Helâlliğine Verilmiş Bir Kefenle Gömüldü…

Cenazesi; kimilerinin taa eskilerden beri manasını unutmaya başladığı Vicdan ve Vefa sahibi bir İNSANIN; Hüseyin Ziya Demircioğlu’nun satın alıp ‘Rahmetle-helâlle’ diyerek bağışladığı… bir kefenle gömüldü!

Bülent Fevzioğlu

Yaşasaydı eğer, bu yıl için kullandığımız takvim yaprakları "1 Kasım” gününü gösterdiği sabah 120 yaşında olacaktı…
Türk şiirinin önde gelen şairlerinden Cemal Süreya, bir şiirinde;
- Her ölüm erken ölümdür, diye yazmıştı…
Doğrudur...

Kaç yaşında ölürse ölsün insanoğlu, geride kalan sevdikleri için giden hep, "erken” gitmiştir…

Ancak, bazı "gidenlerimiz” de var ki; gidişlerinin üzerinden kaç yıl geçerse geçsin, "erken gidişleriyle” değil, giderken, "geride bıraktıklarıyla” anılırlar hep...
Tıpkı, Necmi Sagıp Bodamyalızade gibi...

*      *      *

Asıl ismi, Mahmut Aziz idi ve 1 Kasım 1897 yılında, Baf’ta doğmuştu.
Ülkemizde bir "Portreler - Biyografiler” müzesi olmuş olsaydı eğer, bu müzede, 40 süzgeçten süzülerek kendisine yer verilen seçilmişler arasında mutlaka olacaktı...

Olacaktı çünkü "0”nun hikâyesi yazılmaya, okunmaya, bilinmeye ve sergilenmeye değerdi...
Şöyle bir yoklayın beyninizi ve en yakından en uzağa değin gidebildiğiniz kadar kendinize, sora sora ve de düşünerek gidiniz...

Bizim; hikâyesi yazılmaya, okunmaya ve bilinmeye hazır kaç "Değerimiz’’ vardır meselâ?
Ne güzel olurdu böyle bir "Portreler - Biyografiler” müzemiz olsaydı da; böyle bir müzeden toplum tarihimize bakarak her yönümüzle nereden ve nasıl geldiğimizi, her yönümüzle nereye ve nasıl gittiğimizi bilebilseydik keşke...

Böyle bir müzemiz (birilerinin ciddiye alması ve hayata geçirmesi umuduyla!) ne yazık ki -şimdilik-  YOK…
Müzemiz YOK fakat her şeye karşın yine de durmayan, durulmayan uslanmayan düşlerimiz var!

Ve izninizle şimdi sizi; işte o düşler müzesinin geniş koridorlarından geçirerek, Necmi Sagıp Bodamyalızade’nin portresinin bulunduğu (meselâ!) odaya, hikâyesini okumaya - paylaşmaya götüreceğim…

*      *     *

1897 yılının 1 Kasım günü "Aziz” Efendi’nin oğlu olarak Baf’ta doğan bebeğe, "Mahmut” adı verilir…
Osmanlıca bir sözcük olan "Mahmut’’un anlamı ‘övülmüş, övülmeye değer, şükür edilmiş’ manasındadır.

Ve yine Osmanlıca bir sözcük olan babasının "Aziz” adının anlamı ise ‘kutsal, değerli, saygıya lâyık’ manasındadır ki, bu kadar anlam yüklü ve birbirinden ayrı iki sözcüğün bir araya gelmesi de gerçekten düşündürücüdür…

Kimilerince "Kader” ya da "Alın Yazısı” denilenlere bireylerin kabul gösterip göstermemesi bir inanç meselesidir elbette. Ancak eskiler, hayatın doğumla başladığı yerde "kaderin’’ ya da "alın yazısı”nın da o doğanla birlikte hayata geçtiğine inananlardır çoğunluğunca…

"Övülmüş, övülmeye ve saygıya değer” olan Mahmut Aziz, büyüyen yaşıyla birlikte ve 1911-1915 yılları arasında 4 yıl İdadi’de okuduktan sonra, 1920- 1921 yılları arasında Oxford’da "Special Research English Language and Litriture” (İngiliz Dili ve Edebiyatı) üzerine çalışmalar yapar...

Araştırmacı yazar Ahmet An, (Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, Ankara, 2002) Oxford’a gidiş nedenini şu cümlede özetler:

‘‘Lefkoşa’da zamanın İngiliz Komiseri’nin kızı Alis’e âşık olduğu için, İngilizceyi öğrenmek üzere Oxford’a gitti.’’

Necmi Sagıp, İngiltere’de bulunduğu süreç içerisinde yalnızca İngiliz Dili ve Edebiyatı ile değil, eğitiminin son yılında İngiliz İşçi Sendikaları içerisinde yer alır ve yine bu sendikaların desteklediği maden işçileri greviyle de yakından ilgilenir, onlar üzerine şiirler yazar…

Ve hatta İngiliz polisi tarafından tutuklanır, cezaevine gönderilir ve ardından bir gemiye konularak Kıbrıs’a gönderilir…

 Kıbrıs'a döndükten kısa süre sonra da İngilizce öğretmeni - eğitimci olarak ve de kendi kişisel girişimleri sonucunda özel bir okul olarak "Shakespeare School’’u kurar (1927) ve kurucusu olduğu bu okulun Müdürlük görevini üstlenir...

İngilizce öğrenmek isteyenler yanında, özellikle ilkokul öğrencilerine dersler verirken, kamu hizmeti için İngilizce sınavlarına girmek isteyen lise ve lise mezunu öğrencilere de gündüz ve gece kursları düzenleyen "Shakespeare School” okulu İngiliz yönetimince de tanınır ve daha sonraki yıllar içerisinde bu özel okul, "Shakespeare Türk Mektebi" adını alır...

Bir dönem; göğsüne değin inen simsiyah sakallarına, koyu renk giysilerine, elinde hep bir kalın kitapla dolaşmasına ve dalgın tavırlarına bakarak halk ona "Filozof’ lâkabını takarken, kendisi de "Mahmut Aziz” olan adını "gökyüzünün en parlak yıldızı” anlamına da gelen "Necmi Sagıp” adıyla değiştirmiş ve o günden sonra bu isimle bilinmişti...

Kıbrıs Türk basının ve edebiyatının en uzun soluklu yazarlarından biri olan Hikmet Afif Mapolar, 9 Eylül 1945 tarihli İnkilâp gazetesinde (Ahmet An’ın aktarımıyla) Necmi Sagıp’ı şöyle anlatır:

‘‘Orta ve dolgunca bir boy
Bu boyun üzerinde heykelleşmiş, hatta biraz ilâhileşmiş bir yüz.
Bu yüzde ışıldayarak yanan gözlere hayran olmamak kabil değil.
Bu mağrur, fakat mütebessim çehrenin zaman zaman ifade ettiği durgunluk; coşkun bir zekânın izlerini taşımaktadır.
Konuşurken çok sakin ve darıldığı zaman da heyecanlanmayan ve bu lakaydisi karşısında insanları esir eden bir sihir sahibidir.’’

Sürekli olarak okuyan, araştıran, düşünen ve yazan kişiliğiyle Necmi Sagıp; diğer çalışmaları yanında Kıbrıs’ta yayınlanan İngilizce gazetelerde de İslâmiyet üzerine makaleler yayınlıyor, çevirilerde bulunuyordu…

En önemli çeviri çalışması ise Kur’an’ı Kerim üzerinde olmuştur...
Kur’an’ın bazı ayetlerini manzum olarak önce Arapçadan İngilizceye ve daha sonra da İngilizceden Türkçeye çevirerek yayınlamıştır ki, böyle bir çevirinin ilk kez tanığı olunmaktaydı…

Necmi Sagıp Bodamyalızâde’nin bir diğer önemli çevirisi de, Namık Kemal’in ünlü "Hürriyet Kasidesi” şiiridir.

1935 yılında İngilizceye çevirisini yaptığı bu şiir, o yıllarda Kıbrıs’ta yayınlanmakta olan "Haber” gazetesinde bölümler halinde yayınlanarak okurlarına sunulur…

Daha sonraki yıllarda (1 Şubat 1979’da, Mehmetali Ağca tarafından öldürülen) ünlü gazeteci Abdi İpekçi, 20 Mart 1952 tarihli "İstanbul Ekspres” gazetesinde yayınladığı bir makalesinde bu konuya değinerek, şöyle demektedir:

"... Bu eserini Mr. Roosevelt'in hatırasına ithaf etmiştir.
Tercümenin kıymeti kadar,
Necmi Sagıp’ın bu jesti Anglo-Amerikan çevrelerinde büyük akisler uyandırmıştır.

Başta Mrs. Roosevelt olmak üzere askeri, siyasi birçok şahsiyetler tanınmış İngiliz ve Amerikan gazeteleri Necmi Sagıp’a tebrik ve takdir mektupları göndermişler, Hürriyet için mücadele etmiş olan Roosevelt’e Namık Kemal’in Hürriyet için bir asır önce söylemiş olduğu bu güzel sözlerden daha manidar bir şeyin ithaf edilemeyeceğini belirtmişlerdir...”

Aydın kişiliği ve toplumsal sorunlara olan duyarlılığıyla filozof Necmi Sagıp, Kıbrıslı Türklerin yüzlerce gönüllü imza vererek sözcülüğüne görevlendirdiği "İlk Türk Vekili” olması özelliğini de, korumaktadır…

Haşmet Gürkan (Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, s.124) ‘‘Necmi Sagıp’ın Müslüman Vekilliği’’ başlıklı yazısında şöyle yazar:

‘‘Aydın sayılanların genellikle memur olduğu, diğerlerinin nemelazımcılık zırhına büründükleri ya da hükümet tarafından mimlenecek kaygısında bulunduğu ve hemen hemen tümünün de ‘‘İngiliz asla Kıbrıs’ı bırakmaz’’ düşüncesinin rahatlığı içinde pasif kaldığı o günlerde (1941 yılı sonunda) Filozof Necmi Sagıp Bodamyalızade’nin eline ciltli, kalın bir defter alıp ev, dükkân, kahvehane ve kulüpleri dolaşmaya başladığı görülür…’’    

Ve yine Mapolar, şöyle aktarır ‘‘Vekil’’lik çalışmalarını:

‘‘Kıbrıs Türk halkından aldığı yetkiye dayanarak, Necmi Sagıp kollarını sıvar ve muhtelif makamlara, bu arada İngiltere Başbakanına telgraflar çekip yazılar göndermeğe ve Kıbrıs Türklerinin sesini duyurma görevini yerine getirmeğe başlar.

…Necmi Sagıp, Kıbrıs ‘Türk ve Müslümanlarının Vekili’ sıfatıyla Türk toplumunun duygularını, tepkilerini yansıtan telgraf ve muhtıralarını 1943 yılı sonlarına dek ilgili yerlere göndermeğe devam edecek ve maddi bir karşılık beklemeden, medeni cesaret sahibi, iyi niyetli bir aydın olarak toplumuna eğitim ve kültür alanlarında olduğu gibi, siyaset alanında da hizmet edecekti.’’

Kıbrıs Türk halkı tarafından önce filozofluğa ve daha sonra da Vekillik unvanına değer görülen bu "Gökyüzünün en parlak yıldızı” zamanla kaymaya başlar ve önce İngiliz Sömürgesinin 5 Şubat 1954 tarihli resmi bir yazısıyla öğretmenlik görevine son verilir...

1956-60 yılları arasında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu tarafından yeniden öğretmenlikle görevlendirilse de, çok sürmez, bu kez de elindeki belgelerinin bir ortaokulda ders vermesinde yeterli olmadığı gerekçesi ve okulların da Türk Cemaat Meclisi’ne devriyle birlikte öğretmenlik görevinden ikinci kez geri alınır...

Gittikçe, her gün biraz daha kaymaktaydı yıldızı...
Ve bir zaman sonra öyle bir noktaya geldi ki Filozof; ayakta ve hayatta kalabilmek için adı, Türkiye Cumhuriyeti’nin 169 sayılı kararıyla "Sosyal Yardım Parası” almaya hak kazananların! listesine yazıldı...

"Her ölüm erken ölümdür” dese de Cemal Süreya, "erken" ölmek mesele değil...
Asıl mesele, Cahit Sıtkı Tarancı’nın "35 Yaş Şiiri”nde sorduğu soruda yatmaktadır bence... Hani;

- Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanmadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında...’’

Koca bir ömrü okumakla, yazmakla, düşünmekle ve toplumsal mücadeleyle geçmiş olan Filozof Necmi Sagıp, şair Tarancı’nın bu sorusunu, 1964 yılının Nisan ayında yanıtlar:

Nerde?
- Rum kesimindeki Olimpos Oteli’nde!
Nasıl?
- Sessiz, esrarengiz ve yalnız…
Kaç yaşında?
- 67

Araştırmacı yazar Ali Nesim (Batmayan Eğitim Güneşlerimiz, 1987) şu bilgiyi verir:

‘‘Paraya pula değer vermediğinden ucuz otellerde, pansiyonlarda kalırdı…
Silâhlar patlayıp
(21 Aralık 1963’le birlikte) kurşunlar vızıldamaya başladıktan sonra da kaldığı otelini terk etmemişti…

Belki de 1958’de olduğu gibi kısa sürede ortalığın düzelip eski duruma dönüleceğini sanıyordu…
1964 Nisan’ında,
Bodamyalızâde’nin kaldığı otelde ölü bulunduğu haberi geldi…
Kızılhaç vasıtasıyla gelen bu haberle, kimse ilgilenmedi ilkin…

Ne var ki, tüccar Hüseyin Ziya Demircioğlu’nun gönlü, Necmi Sagıp’ın cenazesinin yâd ellerde kalmasına razı olmamıştı…
Demircioğlu sağa sola koşup, cenazenin Türk kesimine getirilmesini sağlar…
Cenaze getirilip hastanenin morguna konur…

Gerekli formaliteler tamamlanınca da, bu defa ortaya garip mi garip bir sorun çıkar…
Hastane idaresi, cesedin üstündeki çarşafın cenaze gömülürken geri verilmesini istemekteydi…
Eski
Shakespeare Mektebi müdürüne, ‘Mütercim ve Müfessir-i Kur’an-ı Azimüşşan’a, bir zamanların cemaat temsilcisine bir kefen çok görülmüştü…’’

*      *     *

O; gökyüzünün en parlak yıldızı, Necmi Sagıp’tı…
Filozoftu…
Bu toplumun üzerinde çokça alın teri, çokça göz nuru vardı…

Cenazesi; kimilerinin taa eskilerden beri manasını unutmaya başladığı Vicdan ve Vefa sahibi bir İNSANIN; Hüseyin Ziya Demircioğlu’nun satın alıp ‘Rahmetle-helâlle’ diyerek bağışladığı… bir kefenle gömüldü!

 

 

 

Dergiler Haberleri