Meltem Hamit
meltemhamit@yahoo.com
Doğal gaz keşfi ve eurozone krizi ortamında, adadaki mevcut bölünmüşlük durumunun iktisadi verimsizlik boyutunun temel çerçeveyi oluşturduğu, enerji meselesinin çözüm diplomasinin araç kitinde yerini aldığı ve milliyetçi söylemlerin seslerinin (en azından şimdilik) görece daha kısık kaldığı bu dönemde yeniden başlayan çözüm müzakerelerinde en belirgin öğe “ekonomik akıl”. Neşe Yaşın’ın da belirttiği gibi “bölünmüş bir ülkeyi yeniden birleştirmekten çok, daha fazla kazanç için şirketlerin işbirliği yapmasını andıran” bir süreç içindeyiz (http://www.yeniduzen.com/Yazarlar/nese-yasin/yeniden-kibris-heyecani/3199). Konjonktür hesaba katıldığında yüksek diplomasi seviyesinde işlerin bu şekilde ilerliyor olmasının pek de şaşırtıcı bir yanı yok tabii; hatta milliyetçi reflekslerin geri planda kalması ve konunun gittikçe teknikleşen bir boyutta ele alınıyor olması meselenin bu kez çözüleceğine dair sinik bir beklentiyi de arttırmıyor değil. Öte yandan, yukarılarda biryerlerde birilerinin geleceğimizle ilgili alacağı kararların ancak eldeki teknikleştirilmiş soruna teknik çözüm yordamları geliştirebileceğini, adada varlığını sürdüren toplumsal aktörlerin gönlünü alıp “barış”ı getiremeyeceği de bir o kadar açık. Bu bağlamda, hem çözüm iradesinin temin edilmesi ve olası çözüm durumunda kurulacak devletin sürdürebilirliği ve sahiplenirliği için, hem de toplumsal aktörlerin gönüllerini almak için, içinde bulunduğumuz sürecin başka bir kerteye taşınması; farklı toplumsal aktörlerin aşağıdan sürece katılımı ve süreci yönlendirmesi elzemdir. Diğer bir ifadeyle, Mertkan Hamit’in de doğru şekilde belirttiği gibi “bu aşamada her iki tarafta da sıradan insanların dilini konuşabilen bağımsız grupların, yerel insiyatiflerin ve sivil toplumun aktif desteğini güvence altına almak, kıravatlıların uluslararası ilişkiler jargonundan çok daha fazla öneme haizdir” (çeviri bana aittir, yazının tümüne http://www.chronosmag.eu/index.php/p.html adresinden ulaşılabilir). Tam da bu eksiklik yüzündendir ki, toplumsal barışın mümkünatının kollektif üretimle ilintili olduğuna inananlar, mevcut çözüm sürecine destek verse de, paketlenmiş bir tüketim nesnesi şeklinde yukarıdan sunulacak bir gelecek projeksiyonuna dair kaygı içindedir.
Peki durum buyken ve ekonomik aklın çözüm söylemindeki yeri bu denli belirginken, yukarıda ana hatlarını çizdiğim kaygılı grupların nasıl bir yol izlemesi gerekmektedir? Kanımca, mevcut süreci katılımcı, şeffaf olmaması vb. yönlerden eleştirmekle yetinmek veya tamamen reddeden ve marazi bir tutum takınmak ne stratejik ne de etik açıdan kabullenilebilir değildir. “Çözüm olsun da nasıl olursa olsun” bakış açısıyla pragmatik ve sinik bir konumu benimsemek de bir o kadar tehlikelidir. O halde bir adım ileriye gitmek ve sürece müdahil olmanın yukarıdan lütfedilmesini beklemek yerine; yerelde, sokakta, sosyal medyada ve diğer toplumsal mücadele alanlarında katılımcığı talep etmek, çeşitli müşterek mağduriyetlerimiz için farklı ortak mücadele ağları inşa etmek ve yeni bir söylem geliştirmek gerekmektedir. Tam da bu noktada, yüksek diplomasinin ekonominin diliyle konuştuğu bu dönemde, geliştirilecek söylemin diline de iktisadi ilişkiler/çelişkilerin sirayet etmesi, başka bir deyişle, Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak geçmiş ve kültürel pratiklerini hatırlatmaktan öteye geçilmesi ve ortak kırılganlıklarımız için mücadele alanları üzerinden somutlaşmış “gönül alıcı önlemleri” oluşturma fırsatının peşine düşme ihtiyacında olduğumuzu düşünüyorum.
Bu bağlamda, Vassilis Fouskas’ın Open Democracy sitesinde yayınlanan, “Kıbrıs için Üçüncü Yol?” (1) başlıklı makalesinin ufuk açıcı buluyor ve yazarın argümanlarına uzunca yer vermek istiyorum. Fouskas, “orta sınıfların kriz ve tasarruf tedbirleri sebebiyle çözüldüğü bu dönemde, etnik farklılıkların üzerinde ve ötesinde düşünüp, Kıbrıs politikasının kalbine gerçek çelişkiyi, yani finans kapitali ile emek arasında olan çelişkiyi” koymanın altını çiziyor. Hangi hükümet şekli altında olursa olsun, Kıbrıs’ın her zaman bir takım emperyalist etkiler altında kalacağı kabulu ile tartışmaya başlayan yazar, federasyonun konfederasyona göre manüpüle edilmesi daha zor bir yönetim biçimi olacağının altını çiziyor ve tartışmasının merkezine birer toplumsal güç olarak tanımladığı emek ve medeniyeti koyuyor.
Fouskas, emek ve Akdeniz medeniyeti değerleri odaklı bir siyasi proje tasarısı ile milliyetçi ideoloji ve siyasi pratiklerin ontolojik olarak parçalanabileceği ve birleşik, bağımsız, iki toplumlu, egemen, “adada yaşayan ya da yaşayıp çalışmak için gelen Türkler, Rumlar, Maronitler ve tüm göçmenleri (Avrupalı, doğu Avrupalı, Amerikalı ve Orta Doğulu)”, diğer bir deyişle Kıbrıs’ın tüm halklarını, kapsayıcı olan; yukarıdan dayatmacı değil de aşağıdan yukarıya doğru uzlaşı ile kurulan yeni bir Kıbrıs Cumhuriyeti tahayyülü için atılması gereken adımları da kısaca şu şekilde sıralıyor: “Kıbrıs Cumhuriyeti ve KKTC’nin feshi ve 1959-1960 anayasa anlaşmalarının iptali; Kıbrısın tüm NATO ordularından belirli bir zaman çizelgesine ve yeni Kıbrıs Anayasası’nın tamamlanmasından önce, tamamen askersizleştirilmesi; “yerleşikler”in en son gelenlerden başlayarak ülkelerine geri dönme süreçlerinin başlaması, ailelerini Kıbrıs’ta kuran ya da Kıbrıs’ta doğmuş çocuğu bulunanlar gibi önceden gelmiş kişilerin durumlarının insan hakları uzmanları ve avukatlardan oluşan bağımsız bir komisyonca değerlendirilmesi, Kıbrıs vatandaşlığı ve haklarının en azından Kıbrıs’ta doğmuş olanlara ya da Kıbrıs’ta belirli bir süre yaşamış ve çalışmış kişilere sağlanması; nüfusun yeniden içiçe geçip iki toplumlu devletin toplumsal, kültürler ve inanışlar arası temelini oluşturmak amacıyla, 1963 ve 1967 toplumlararası çatışmaları sonucu zorla yerlerinden edilen kişiler de dahil olmak üzere, zorla yerlerinden edilmiş tüm bireylerin evlerine geri dönme sürecinin başlatılması; “bir insan, bir oy” ilkesi temelinde hem temsili hem de doğrudan demokrasinin yeni kurumlarının yaratılması için tüm örgüt, siyasi parti ve sendikalarin “çözülme-ve-eşzamanlı-yenidenkurulma” süreci geçirmesi; Kıbrıs vatandaşlığnının, Kıbrıs’ta belirli sayıda yıldır yaşayan ve Türkiye devletine yerleşik olarak gönderilmeyecek olma koşuluyla tüm Kıbrıslılara verilmesı ve bu vatandaşlığın yeni bir vatanseverlik/milliyetçilik kaynağı değil, Akdeniz medeniyetinin değer ve toplumsal adetlerine uygun, barış içinde birarada var olmaya, inanışlararası pratiklere ve çokkültürlülüğe bağlı kalan yeni bir kozmopolitanizmin başlangıç noktası olmalısı; modern Kıbrıs, Türkiye ve Yunan tarıhini ve emperyal güçlerin bölgeye dahil olmasını inceleyecek disiplinlerarası uluslararası araştırma grubu kurularak, milliyetçilik ve emperyalizmin çözülmesini ve demistifikasyonunu amaçlayan eğitimsel ve kültürel reform yapılması”.
Fouskas’ın çatısını çizdiği bu birleşik Kıbrıs projeksiyonunda eşitlik ve farklılık odaklı, temsili “demokarsi” ile yetinmeyen, kapsayıcı, emek ve özgürlüklerden yana, ulusüstü değer ve aidiyetleri benimseyen bir model oluşturma çabası için somut öneriler sunulduğunu görmekteyiz. Barış, toplumsal adalet, eşitlik ve katılımcı demokrasi gibi gaileleri olanların da yapması gereken bu değil mi? Müştereklerimiz için ortak mücadele ağları inşa ederek ve “gönül alıcı önlemler” geliştirerek mevcut sürece yön vermek için fırsat karşımızda duruyor…
(1) Vassilis K. Fouskas, “Third Way to Cyprus?” (çeviriler bana aittiri yazının tümüne ulaşmak için http://www.opendemocracy.net/can-europe-make-it/vassilis-k-fouskas/third-way-for-cyprus-2)