Dünyanın en zengin ülkelerinden biri Finlandiya... Ve başkanı uçak yolculuğunda gösterişten uzak “ekonomik sınıf”ı seçtiği için imreniriz.
Hele bisikletle işine giden Almanya’nın Maliye Bakanı için nasıl da övgüler yağdırır, yüksek perdeden hayranlıklar besleriz.
Oysa…
Finlandiya ya da Almanya’da emekli yaşı kaçmış, kaldırımın üzerine park etmenin cezası neymiş, vergi kaçırmak nelere mal olurmuş, kamunun kaynaklarıyla yan gelip yatırken ikinci iş yapmanın bedeli nasıl ödenirmiş, çalıntı mülkiyet üzerinde bir hayat nasıl büyütülürmüş hiç merak etmeyiz!
* * *
Bir arkadaşım dedi ki, “Bu sistem değişecek diyorlar da…”
“Eğer değişirse ne yapacağız?”
Nasıl yani, dedim…
“Ülke yönetilmiyor, gelecek yok, hayatlarımız rastgele, görmüyor musun?”
İkna olmadı!
“Biz tüm işlerimizi birilerini telefonda arayarak hallediyoruz. Bizi görmeyeni, görmek dahi istemiyoruz. Gör beni, göreyim seni, gördüm seni, yine gör beni sistemine alıştık. Başbakan bizzat arıyor, senin iş oldu diyor. Hukukmuş, tüzükmüş, sınavmış, performansmış, hakmış bilmeyiz. Şimdi sistem değişirse, hangimize uyacak, hangimiz hak edecek, hepimiz sırıtacak, yok yok bu ülkede böyle…”
* * *
Hollanda Başbakanı en önemli toplantısına bisikletle giderken bayılırız elbette!
Oysa bizim yalandan “devlet”in kurucu Başbakanı’nı yürürken yol kenarında basarlar, morgda tanımazlar dahi, bunu hatırlamayız.
* * *
Dudaklarına pek bir eğreti dursa da Erdoğan’ın bir lafını not ettim geçenlerde:
“Güçlü olduğunuz zaman mutlaka haklı olmazsınız. Haklı olduğunuz zaman güçlü olursunuz...”
* * *
Ada yarısında bir “güç nizamı” ile sürüyor bu düzen...
“Haklıyız” diye değil…
“Güçlüyüz” diye...
Gücümüz bazen “asker”, bazen “garantör”, bazen “iktidar”, bazen “yavşaklık”, bazen “popülizm”, bazen “parti”, bazen “yalan...”
“Bir telefon kadar yakın” gücümüz...
Öyle yürüyor işler...
Kime sorsan “haklı”...
Onca “haksızlık” içinde!
* * *
Ve Avrupa’da bir Başbakan belki işine bisikletle gidiyor da “tapu” meselesi için düşmüyor bir yurttaşın peşine!