30 Nisan tarihinde, Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamanın ardından “iyi saatte” olsun bazı çevreler düğmeye basmış olmalı ki, ayarı bozuk koro halinde Türkiye’deki belli çevreler, Kıbrıs’taki çözüm güçlerine karşı saldırıya geçtiler.
Uzun süredir, “makul siyaset anlayışına sahip”, “makbul siyasetçi” arayan bu çevrelerin tepki adresi Sayın Akıncı oldu.
Saldıran çevreler, daha çok “Kızılelma koalisyonu” olarak da niteleyebileceğimiz, Türkiye’nin demokratikleşmesini ve Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerini reddeden, Türkiye’nin bugünü ve geleceğini, “Doğu ittifakı” (Rusya-İran ekseni) içerisinde görenlerdir. Kısmen şahin, kısmen militer, “Batı” karşıtı siyasetçiler. İşte biraz CHP’den, ardından İYİ Partiden, sonra Doğu Perinçek’in Aydınlık çevresinden ve AK Partinin şahin kanadından diyebileceğimiz çeşitli kesimler ve elbette MHP’liler. Yani geleneksel olarak kendini Türkiye “devleti” adına konumlayanlar. Millet kimin umurunda…
Türkiye 24 Haziran seçimlerine odaklanmışken, Türkiye siyasetinin bazı aktörlerine sufle verenlerin KKTC kaynaklı olduğu da bir diğer gerçektir. Kıbrıs sorununu, Kıbrıslılıların konusu olmaktan çıkarma konusunun lideri R.R.Denktaş’ın büyük ideası bağlamında, Kıbrıs’ı Türkiye’nin “Milli Dava” safsatasına indirgeyen, derin siyaset yaptığını zanneden taşeron akılların suflesi.
Resmi gayrı resmi, aynı gerici odakların hamleleridir bunlar.
Peki Cumhurbaşkanı ne dedi ? Görüşmelere hazırım dedi. “Guterres çerçevesinde ve ucu açık olmayacak bir şekilde diye de ekledi.
Bu iş böyle gitmez dedi. Yalan mı söyledi, hayır.
On ay önce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Kıbrıs Türk Lider olarak, Crans Montana’da ne dediyse onu dedi? Ne kabul ettiyse, onu belirtti.
Her şey açık ve ortada. Birbirimizi kandıracak değiliz.
Evet, süreç tamamlanmadı; güneydeki başkanlık seçimi ve kuzeydeki genel seçimlerin tamamlanması beklendi ve ardından yenen yemek ile birlikte görüşler tazelendi.
Ama belli odaklar, Crans Montana’daki sonuçsuzluğu kendi ideallerine ulaşmak için basamak yapma derdinde. Başka formüllerden hareketle hayaller peşinde. Bu formüllerin ana teması “adayı bölmek”, “böldükten sonra da sözde birleştirmeye çalışmak” ya da “bölerek sözde bütünleştirmek”. Yani Konfederasyon.
Peki, nasıl olur da taraflar iki buçuk yılda bunca yakınlaşmış iken, çözüme ramak kalmış, notlar hala masanın üzerinde canlı duruyor iken, kimileri ray değiştirmeyi konuşmak istiyor. O zaman birileri çıkıp sormaz mı, kardeşim sen on ay önce Federasyon diyordun bugün adayı bölelim diyorsun, bu ani eksen kayması senin on ay önceki tavrının samimiyeti nerde? Bunu kimse sorgulamaz mı? Birileri çıkıp bunun hesabını sormaz mı sanıyorsunuz?
Dün toplumsal çıkarın için her şey tamamdı, da bugün tamam değil mi?
Kıbrıslı Türklerin her şeyden önce asla adanın bölünmesine yönelik bir tercihi yok. Bu bir.
R.R.Denktaş bunu ömrü boyunca istedi. Olmadı, olamadı, zaten olamazdı. Başımız beladan çıkmadı.
Müzakere süreçlerinin içeriği adım adım, o noktaya çekilmeğe çalışıldı, yine olmadı, zaten olamazdı. Ardından bu “ulvi” tezi, Ertuğruloğlu devraldı. İlerleme oldu mu, olmadı, zaten olamazdı.
BM Güvenlik Konseyi kararları olduğu sürece olmaz.
Kıbrıslı Türk çözüm güçlerini “çiğnemeyi deneseniz de” olmaz.
Önce dünya sonra, Kıbrıslı Rum tarafı asla kabul etmez. Etmez, çünkü böyle bir alternatifle en çok onlar kaybedebileceklerini biliyorlar.
Konfederasyon tezi Kıbrıslı Türk toplumunu yok etmenin en açık yoludur. Olmayacak bir hayal ile statükonun kurbanı olmaya ve “içimizi temizlemeye” devam etmektir bunun adı. Artık görelim, “Yeni KKTC”ci tezler ile adada kalıcı, yaşanabilir bir sistem olamaz. Temel sorun, ana sorun açıktır. Siz istediğiniz kadar siyasi aktörler üzerinden siyaset yapınız, siyasetin öznesi toplum, zemini de toplumu kuşatan sosyal ve ekonomik şartlardır. Kıbrıs sorununu bir yana koyalım, önümüze bakalım. Günü gelince Kıbrıs sorununa asılırız demekle de, geçici çözümler içerisinde boğuluruz. Statükoyu yeniden üretmek istemediğimize göre.
Bugün, Suriye’de anayasal düzen ve toprak bütünlüğünden bahsedilirken, federasyon konuşulurken, Filistin toprakları İsrail tarafından işgal edilmiş ve Filistinliler bu nedenle haklı iken bu bölgede kimse size “hadi çocuklar gelin bölelim” gibi bir çağrı yapmaz.
Bu ülkede on yıllardır milliyetçilikten beslenen, ganimet kültürü ile ayakta duran ekonomik statüko da sonuna geldi. Bugün kumarhanenen varsa, kadın satıyorsan, para aklıyorsan ekonomik düzeni belirleyebiliyorsun.
Memnun muyuz bu gidişattan, bunları görmek zor mu?