Sessiz bir Girne gecesinde yazı yazmak için klavyeyle baş başa kalmanın ne demek olduğunu, oturduğum yerden karanlıklara gömülüp görülemeyen ve fakat sesiyle orada olduğunu bildiğim denizle baş başa kalınca, biraz daha iyi anladım. Şanslıyım. Dünyanın gömüldüğü kaosun içinden kaçmak için güzel bir gece. Doğal olarak da insanın kendi yaşam sınırlarında dönüp duran onca sorun içine çakılmış bedeni için de bir çıkış yolu… Bugünlerde kısa süreliğine yaşamdan an çaldığım kentin dalgaları konuşsa, ne acıların zamanına yazıldığını, sanırım bağıra bağıra anlatır bize ve dünyaya… Sus olmuş dağlarında kendini kaybeden benle, zamanın yoluna koyulmak gerekiyor. Hızla akıyor zaman, sormadan ve sorulsa da sorulara cevap almadan… Kentin sokaklarına yaptığım kısa yürüyüşlerde mahalle aralarından geçerken yükselen seslerde hep siyasi kelimelere çarpıyor kulağım. Malum hükümet kurma telaşında herkes… Herkes diyorum, “neden?” diye, soracak olursanız ise, üç cümleden ikisi mutlaka siyasete dayanır sohbetlerde! İlki ne diye soracak olursanız hep karşılaşmalarda sorduğumuz şu soru: Napan?
Yazıya başlarken ay gökyüzünde en parlak rengiyle çoktan yükselmişti. Gecenin parlak noktalarını yıldızları kendi ışığında yutan ayın gölgesinde kaldığımı düşündüm. Tam da kaybolan yıldızlar, “acaba hangi gece yeniden başımın üzerinde yorgan gibi serilecek?” diye düşünürken deniz seslendi az öteden: senin yaşamında bu kentten başka kentler olmadı mı? Kalabalıklığı bir yana her gün artan trafiği, mesafelerinin arttığı caddeleri, önlenemez beton yükseltileriyle yeşil alanların yutulduğu, karmaşanın karmaşa üstüne dizildiği, her şeyin sorun her zamanın hızla aktığı bir şehirde geçirdiğim 25 yılı anlatmalı mıyım, denize karşı? Anlatmak için bir 25 yıla daha ihtiyaç duyduğum gerçeğinin bir an aklımda belirlemesiyle birlikte, “sen biraz bekle zaman!”, diye geçiriyorum içimden… Zaten hep beklemekle geçmedi mi, son 40 yıl bu küçük ada için… Hep beklemek, hep umut etmek bazen de göz önündeki gerçeği oyalantı sahnelerle kişisel hesaplar içinde çıkmazlara doğru sürüklemek… Kimse kusura bakmasın ama çıkmazların içinde yaşanılan günlerde, biraz daha belirgin hissedilerek insanların sabırlarının taştığını söylemek istiyorum.
Siyaset benim haddim değil! Fakat, gel gör ki, alınan nefesin bile siyasete estiği bu küçük ve yalnız adada, “anlamıyorum!” demek, bir ironinin çemberinde kalmakla eşdeğer sanırım. Böylesi zamanlarda göçte olmanın burukluğunu bir tarafa bırakıp, ülkenin genel atmosferine akmak, buralı olmayı istetmek ve hala daha “napan?” diyebilmek için, yola koyulma olanağını veriyor size. Yıllarca göçte olup, adaya karşı kayıtsız kalanlardan olmadığıma bir kez daha seviniyorum. Kayıtsız kalmak, kuşkusuz ki bir kişisel tercih meselesi ve fakat doğduğunuz coğrafyanın şifreleri bir yerlerde hep saklı kalıyor. Belleğinizde, içinizde, ruhunuzda, konuşmanızda, hareketlerinizde ne olursa olsun büyük şehir sizi yutsa da alışkanlıklarınızda hep kolektif belleğinizde saklı kodlar, şifreler halinde anahtarını buluncaya kadar örtülü kalıyor. Bazen o şifrelerin içine girmeli, dolanmalı ve belli bir noktada bir çıkış, bir kapı, bir şekilde sizi beleğinizle buluşturacak bir alana doğru sürüklemeli…
Şifrelerinizi belleğinizden fikrinize aldığınızda, her türlü unutulmuşluk ortadan kalkmalı! Kentler birçok şeyin bir araya gelmesidir: Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin. Yediğiniz yemeklerin tadında aradığınız ve bulamadığınız tatların, kokuların, şekerlerin, tuzların… Kaybettiğinizi sandığınız aşkların… Girne benim için bir değiş-tokuş alanıdır. Bazen düşüncelerimde çoğu zaman da sohbetlerin cümlelerinde… İnsanlar burada olmadığınız zamanlarda ne yaşadığınızı merak ederler; siz de burada neler yaşamadığınızı/yaşayamadığınızı… Yaşanmışlıklarla yaşanmamışlıkların kesiştiği bir ara kesittir bu geçirilen zamanlar… Bir arkadaşım geçenlerde bana dedi ki: Gelmeden önce yapacaklarımı hep aklıma yazıyorum. Sonrasında da Girne’de olduğum zamanlar akıp gittiğinde ve dönüş yolunda yeni düşüncelerle kafamın içi allak bulak olduğunda, gelmeden önce düşündüklerimin çoğunu buradayken, yani Girne’de yapamadığımı görüyorum. Farkeder mi? Zaten onca şey sarıyor her an yaşam alanlarımızda bizleri… Yapmak ve yapmamak arasında kayıp bir zamandır Girne’de olmak! Daha doğrusu yaşamda olmak ya da olmamak! Belki de bütün mesele bu!
Italo Calvino Görünmez Kentler kitabını şu cümlelerle bitirmektedir:
“Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”
“ Üzüntü var mıdır?” böylesi bir durumda! Görünmez zamanların değerini bilmek gerek! Dedik ya: bir değiş-tokuş meselesidir kentler! Takas yerleridir. İşte bu aşamada, yaptıklarınızdan daha çok yaşadıklarınız önemli olmalıdır. Sonuçta kısa süreli geldiğiniz kentte, yalnız istekleriniz doğrultusunda bir kayıp zamana kapılmaktan öte, birlikte paylaşıp biriktirdiğiniz anılarla, mutluluk denilen ülkenin üzerine doğru kapaklanmak mümkün olacaktır.
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Girne?
Bir zamanlar: Evet!
Peki ya şimdilerde?
Kendi kaçtığım cehenneminden yeni bir cehenneme kapılmak yerine, kısa süreliğine de olsa mutluluğun resmini yine kendi yapmalı insan! Daha gidilecek o kadar çok kent var ki haritalarımızda… Varlıklarını bilerek yokluklarının içinde kaybolmak niye? Yine aynı şekilde insanın sevdiğini yokluğuyla sınaması niye?
Böylece bırakıyorum düşünceleri kendi haline! Kendi ütopik şehrimde (Girne), benim için, zaman gittikçe daralıyor. Bu nedenle siyasi sahneler, sözler, sohbetler için zamanım yok benim! Hele de sonucunu çok iyi bildiğim sahneler için…
Ne yazık ki “umut” anlam değiştirmiş bu küçük adada! Bir bakıma anlamsızlaştırılmış gibime geliyor.
“Umut”un anlamını yeniden bulabileceği bir yol var mıdır, bu eski şehrin “yeni” insanlarının?
Bu haftalık da benden bu kadar!
Dönüş yolu cümlelerinde buluşmak dileğiyle… Umutlu pazarlar sizlere…