1974 yılında Joan Miro Paris’te Grand-Palais’de bir sergi açar. Sergi için açılan deftere yazılan binlerce kelimeden, yüzlerce cümleden belki de en ilginç olanı ziyaretçilerinden birinin yazdığıdır: “Miro’nun ellerini kesmek gerek!” Bundan önce şunu da hatırlamakta yarar var: Sergilenen büyük boyutlu yapıtlarını Miro yakmıştır. Neden mi? Çünkü onun yaşamöyküsünde resim ile para birbirine karıştırıldığında yarattığını hırsla yok edecek kadar kesin bir tavır vardı. Yakılıp yok edilme nedenleri hem plastik, hem de ticari kaygıdan kaynaklanıyordu. Günümüzde para ile resmin birbirine bağlanmasından/eklemlenmesinden dem vurulup “piyasa” denilen bir sanat borsası oluşmuşken, resmin dünyayı alt üst etmek için var olduğunu söyleyen/ler hala daha var mıdır? Böyle bir giriş cümlesi üzerine uzaktan yakından herkesin söz hakkı olmalı! Ama burada benim amacım bu değil. Aksine her sanatçının kendi hikâyesini yazdığını ve bunu yaparken de karakterinde yer alan genetik kodların içten dışa vuran “radikal sapmalarıyla” yaşama dair anahtar kelimelerin oluştuğunu, belirtmeye çalışmak istiyorum. Miro örneği, bir sanatçı kimliğini tanımlarken kullanılan şifre sözcükler arasında “yenilir yutulur lokma olmamak” tanımlamasını akla getiriyor. Peki, “Romeo ve Juliet” oyununun dekorlarını yapmayı kabul eden de aynı sanatçı değil miydi? Ve Andre Breton tarafından acımasızca eleştirilmişti. Breton’un eleştirisi acaba Miro’nun sürrealistleri dogmacı olarak nitelenmesinden de kaynaklanmış olabilir miydi? Başlangıç cümlesinin yazılma sebebinin ters yöne ilerlemesinin verdiği telaşla, belki faklı bir cümleyle yönümü esas konuya doğru değiştirmeliyim. Sonuç olarak, Miro resim ile para karıştırıldığında oldukça rahatsız olan ve bu rahatsızlığını da resimlerini yakarak yok etmeye kadar götüren radikal eylemlere başvurmaktan çekinmeyen bir ruha sahipti. İşte şimdi yönümü buldum. Şüphesiz! Joan Miro’nun, Georges Raillard ile yaptığı söyleşinin onca cümlesi arasından en çok aklıma kazınan ise şu oldu: “… Çok kısa bir süre önce bir dizi resmimi yaktım. Bu tuvalleri hem plastik hem de mesleki kaygılarla yaktım, çok güzel bir malzeme elde ediliyordu yandıklarında, ama bir yandan da bütün bu tuvallerin birer servet değerinde olduğunu söyleyenlere, bok yiyin ‘efendiler’ demek için yaktım. Yakarım işte!”
Şimdi başka bir hikâyeye başlayalım: 1999 yılına ait kültür-sanat haberlerinden birisinde aynen şu cümle okunur: “Bernard Buffet, başına bir naylon torba sararak intihar etti.” Buffet, resim yapmayı çok sevdiği için yaşamayı sürdürdüğünü söyleyen bir ressamdı. İntihara kadar sürükleyen neden ise, onu resim yapamaz hale getiren “Parkinson” hastalığıydı. Sanat çevreleri tarafından pek fazla sevilmeyen sanatçının en önemli özelliği, belki de, Fransa’daki muhafazakâr bir burjuva çevresi ve bir de Japonların resimlerinin en önemli satın alıcıları olmasıydı. Her yıl düzenli olarak sergilerini açar ve o dönemdeki eleştiri yazarlarının tabirine göre hasatını toplardı. Ama “para” ya da
Evet, yazının içeriğinin sonuca ulaşması için yeni bir sanatçı öyküsü anlatmak gerek ki, bu sanatçı Cemal Bingöl’dür. Peki, Cemal Bingöl tüm bu genelleme içerisinde sanatçı olarak nerededir? Sanatsal gelişim çizgisi içindeki tavrının soyut sanatın geometrik boyutunda ilerlediğini söyleyebiliriz. Yapıtlarıyla Henri Matisse’in “makasla resim yapmak heykeltıraşların doğrudan yontmalarını anımsatır.” sözünü bize duyumsatan Bingöl, hayal gücünün sınırlarını aşarak resim yapmanın ahlak ve etiğini göstermiş oluyordu. O kendi dilini, inandığı soyut tavırda kurabilmek için üzerinde düşünmüş ve düşüncelerini renk ve biçim olarak görselleştirmiştir. Soyut sanat üzerine o dönemlerde tartışılanlar, akademik olanla yeni olanın ruhsal itkileri yüzeye yansıtması arasındaki, adeta sırat köprüsü olarak
Ve geldik son söze: “Soyut resim mi? Ben de yaparım!” diyebilme “cüretinde” bulunanlar için gecikmiş bir yanıttır bu yazı. Sizce “sanatçı kimdir?” diye sorarak bitirmek istiyorum. Bence “sanatçı” yarattığını yok edebilen, yaratamaz duruma geldiğinde trajik sonunu (ölümünü) bir naylon torba ile paylaşabilen ve Cemal Bingöl gibi, resimleriyle tek göz bir odada son nefesini verebilendir.