Kıbrıs korkunun kol gezdiği bir ülkedir. Herkes bir şeylerden korkmaktadır.
Kıbrıslı Türkler Kıbrıslı Rumlardan, Kıbrıslı Rumlar da Türkiye’den korkmaktadırlar.
Kısacası, görünüşte aklımıza korku yön vermektedir.
Bunun böyle olduğu ezelden beri biliniyor.
Yine biliniyor ki, korkularımızla baş etmek için hiçbir şey yapmadık, yapamadık.
Bir şey yapmamakla kalmadık, korkularımıza hile kattık!
Son yıllarda bir korku daha edindik ki, bu da buram buram kurnazlık kokuyor: “Çözüm Korkusu!”
Nitekim görünüşte son Kıbrıs müzakereleri “çözüm korkusu” yüzünden çıkmaza girmiştir.
Başka türlü söylersek, uzun müzakere tarihinde ilk defa çözüm imkanına kavuştuğumuz için çözümsüzlük yaşıyoruz!
Oysa eskiden müzakere masasında sonuç alınamadığı için yol alamıyorduk.
Bu yüzden, şimdi yaşadığımız Kıbrıs açmazı, diğer açmazlarından daha farklıdır.
Taraflar, iki yıllık müzakere sonucunda epeyce yol kat ettiler. Kağıda dökülen görüş birliklerini ve karşılıklı verilen taahhütleri bir araya getirdiğimiz zaman, ortaya bir çözüm taslağının çıkmış olduğunu görürüz.
Ve çözüm taslağının ortaya çıktığı bir ortamda son hamlenin yapılması beklenirken, ayaklar havada kaldı!
Nikos Anastasiadis, durup dururken müzakerelerin akışında radikal bir değişiklik yapmak istedi ve bu tavır değişikliği sürecin önünü tıkadı.
Anastasiadis, öncelikle garantiler/güvenlik ve toprak konularının görüşülüp karar bağlanmasını, sonra da yönetim ve güç paylaşımı ve diğer konulara geçilmesini önerdi.
Bu tutumu “tercüme” edersek, şöyle bir tablo ile karşılaşırız:
Anastasiadis, elindeki güç paylaşımı/dönüşümlü başkanlık kozuna sıkı sıkıya sarıldı ve garantilerle toprak konularında istediğini elde etmeden elini açmayacağını söylüyor.
Görünüşte bu tavır değişikliği korkulardan kaynaklanıyor. Örneğin, Kıbrıs Rum toplumunun dönüşümlü başkanlık konusunda olumsuz bir eğilim içinde olması, Türkiye’nin garantörlük konusunda Rum tarafını tatmin edecek kadar esneklik göstermeyeceği endişesi, çözümün referandumdan geçmeyeceği korkusu ve nihayet seçimi kaybetme korkusu!
Türk tarafı, Anastasiadis’in önerisini reddederken görünüşte kendi korkularından yola çıkıyor.
Garantiler ve toprak gibi elinde tuttuğu kozları güç paylaşımında dönüşümlü başkanlığı ve etkin katılımı sağlama almak için kullanmak istiyor. Aynı zamanda, garantiler konusunda ısrarını bir biçimde sürdürüyor, çünkü Kıbrıslı Türklerin Türkiye’nin garantörlüğü olmadan bir anlaşmaya evet demeyeceğinden korkuyor.
Şurası bir gerçektir ki, Kıbrıs Rum toplumu, Kıbrıs Anayasasına kazınmış bir hak olsa da, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini yıllarca yok saydı ve bu hakkı ancak Türkiye’nin adaya asker çıkarmasından sonra kabul etme eğilimi içine girdi.
Dolayasıyla, garantiler ve toprak konusunda Rum tarafını tatmin etmek için, haklı olarak siyasi eşitliği elde etmek istiyor.
Fakat bir gerçek daha vardır: Türkiye Garanti Antlaşmasını ihlal etmiştir ve Kıbrıs Rum toplumu bunun sonucunda büyük acılar yaşamıştır, yaşamaya da devam ediyor.
Kısacası, iki taraf da en çok mağdur oldukları ve en çok hak ihlali yaptıkları konularda katı davranmaktadır.
Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklerin ihlal ettikleri siyasi eşitliği konusunda, Türk tarafı da ihlal ettiği garantiler ve zapt ettiği topraklar konusunda...
Bunun neden böyle olduğunu anlamak zor değil.
Taraflar, yaptıkları hak ihlallerini zaman içinde o kadar “doğallaştırmışlardır” ki, toplumlar nezdinde barış için atılacak adımlar “kabul edilemez tavizler” olarak anlaşılmaktadır.
Örneğin, Kıbrıs Rum toplumu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki-toplumluluk ve siyasi eşitlik esasına göre kurulduğunu çoktan unutmuştur.
Dönüşümlü başkanlık fikrine soğuk bakmasının nedeni budur.
Zannediliyor ki, “Kıbrıs Rum devletinden” taviz verilecektir!
Kıbrıslı Türkler ve Türkiye ise Garanti Antlaşmasının çiğnendiğini, on binlerce Kıbrıslı Rum’un yerinden edildiğini düşünmek bile istemiyor ve garantilerin devamından söz ediyor!
Kısacası, iki taraf da hem korkuyor hem de mağduriyeti söylemleriyle korkularına “hile” katıyor!
Peki, çıkış yolu yok mu?
Vardır...
Kıbrıs Rum toplumunda Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğinin 1960 Anayasasından kaynaklanan bir hak olduğunu durmadan vurgulamak ve kamuoyunu aydınlatmak gerekiyor.
Müzakereci liderin de müzakere masasında bu konu etrafında manevra yapmaya son vermesi gerekiyor.
Dönüşümlü Başkanlık sistemi istenmiyorsa, Annan Planında öngörülen “Başkanlık Konseyi” sistemine başvurulabilir.
Buna göre, İkisi Kıbrıslı Türk, Dördü de Kıbrıslı Rum olan bakanlar, dönüşümlü olarak başkanlığı devralırlar...
Kıbrıs Türk toplumunda ise Garanti Antlaşmasını çiğnendiğini vurgulamak ve bu sistemin devam edemeyeceğini açıkça konuşmak gerekiyor.
Bu konu toprak meselesi etrafında manevra yapmak için kullanılmamalıdır.
Garanti Antlaşması sonlandırılıp İttifak Antlaşmasına yoğunlaşmalı.
Federal Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan ile bir anlaşma imzalar ve müttefikler gerekirse bir süreliğine adada asker bulundurabilir.
Kısacası, çare yok değil. Yeter ki korkularımıza “kurnazlık” katmaktan ve aşılmaz korku duvarları örmekten vaz geçelim ve karşılıklı yapılan hak ihlalleri konusunda kamuoyu önünde açıkça konuşabilelim...