Siyasal duruşların, ilkesel politikanın veya ideolojik konumlanmaların yerini bir süreden beridir duygular, imajlar ve tüm bunların oluşturduğu toplumsal kanaatler doldurmakta. Adına post-truth veya hakikat sonrası dönem diyorlar. Duyguların, ideolojinin; imajların politikanın ve kanaatlerin, ilkelerin yerine ikame edildiği, onların önüne geçtiği bir dönem.
Kıbrıs'ın kuzeyindeki seçim sürecine de bakacak olursak, adına ister post-truth ister hakikat sonrası veya ötesi deyin, siyaset ve hakikati konuşmanın yerine; folklorik kazanlara batırılıp çıkartılmış bir yığın imaj, dijital mimik ve ıslatmayan bir duygu yağmuru görüyoruz. Gösteri toplumunun doruklarında artık herkes siyasal konumunu fikirleri veya ilkeleriyle değil, facebookta yaptıkları logolu profil fotoğraflarıyla, paylaştıkları abartılı görsellerle veya ‘rakibini yok etmeye programlanmış’ otomatik hınç kusma ayinleriyle sergiliyor.
Siyasal bir varoluş, değerlerin icrası bağlamından kopararak, gösterinin vıcık vıcıklığında çoktandır yok olup gitti bile. Artık bir siyasal cemaate ait hissetme olgusu, çektiğiniz selfiyi desteklediğiniz adayın logosu ile paylaşmaktan geçiyor. Aslında kimse siyasal alana katılmıyor, hayatı dönüştürmeye dair bir uğraşın parçası olmuyor, bir uğraşın yükünü sırtlanmıyor, değerlerden yana bir çaba içerisine de girmiyor. İnsanlar sadece gösteriye katılıyor, gösterinin birer parçası oluyor. O kadar.
Pandemi gölgesinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir yandan Kıbrıs'ın kuzeyi için bildiğimiz siyasetin sonunu tescillemekte.
***
Siyasal sözün tükendiği, inandırıcılığını yitirdiği ve öznelerinin sahiciliğini kaybettiği koşullarda, başvurulan yöntem, kitlelerin duygularına hitap etmek; onları olmayan ideolojik dünyalarından veya siyasal konum alışlarından değil, duygularından ve hissiyatlarından yakalamak ön plana çıkıyor. Sakın yanlış anlaşılmasın, duyguların insanları harekete geçirme ve devindirme potansiyelini yok saymıyorum. Duygu politikası, ister bireysel, isterse de toplumsal, bizlere bir varoluş zemini, ontolojik bir öğe sunmaktadır. Geçmişte de duygular bu varoluşsal-politik ve etik alana etki etmekte, toplumsal ve bireysel devingenlikleri tetiklemekteydi. Günümüz zaten duyguların öneminin yeniden keşfedildiği bir dönem. Siyasette, edebiyatta ve kültürel alanda.
Yani eskiden de duygular tüm bu süreçlere etki ediyor ve siyasetin bir parçası oluyordu. Fakat eskiden olup da şimdi olmayan şey, duygular değil; duyguların destekleyebileceği, onun bir parçası, gücünü arttırıcı bir işlevin öğesi olabileceği ideolojik-politik ve etik bir dayanağın olmamasıdır. Duygular sadece duygulara dayanarak var olabiliyor. Bu da günün sonunca siyasal kesimleri de, kitleleri de birer gösteri ve duygu üretim makinesine dönüştürüyor. Bir yere varmayan, bir amacı olmayan, bir şeyleri dönüştürme potansiyelini barındırmayan, kendi eksikliğinden beslenip, kendi eksiliğini besleyen bir döngü... Tüketimin ve gösterinin kesintisizliği!
***
Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayların propaganda süreçlerine ve öne çıkardıkları ifade/imaj öğelerine bakacak olursak, adayların bireylerin aklına, fikrine veya politik konumlarına değil; duygularına, kültürel ve folklorik hassasiyetlerine ve kaygılarına hitap ettiğini görüyoruz. Dışardan bir gözle, Erhürman'ın, Denktaş'ın, Akıncı’nın, Tatar'ın, Özersay'ın seçim videolarını izleyecek olsanız tümünün siyasal bir söz veya iddia değil, toplumun kültürel hissiyatlarına, kaygılarına ve en önemlisi kanaatlerine oynadığını görürsünüz. Hepsinin ortak noktası, insanların ait olmaya dair hissettiği ve bir türlü gerçekleştiremediği duygularına hitap etmesi. Kültür, folklor, gelecek, özne veya topluluk duygusu…
Propaganda süreçlerinde doğrudan göze çarpan nokta, duygu üretiminin kimisinde geçmiş, bayrak ve tarih, Kıbrıslı Türklerin mağduriyeti, kimisinde aile ve sevgi, kimisinde Kıbrıslılık ve folklor, kimisinde gençlik ve gelecek umudu, kimisinde ise aşk ve dik/onurlu durma üzerinden yapılıyor olmasıdır. Tüm bunlar günün sonunda bir imajın üretimini, o imaja kanaat gerilmesini ve bireysel/toplumsal duygusal özdeşlik sağlanmasını hedeflemekte. Tam olarak ne hakkında mı bahsediyorum? Tabii ki bir imaj ve ait hissetme duygusunun tamamlayıcısı bir çatı olarak Kıbrıslılık kimliği!
***
Kıbrıslı Türklük veya Kıbrıslılık kimliği, bir süreden beridir sadece siyaset alanının değil, gündelik yaşam alanlarının da belirleyici unsuru haline geldi.
Aslında seçimde kullandıkları propaganda yöntemleri için sadece adayları eleştirmek haksızlık olacak. Çünkü esas hata, sadece bir şeftali kebabı meselesinden bile neredeyse isyan çıkartabilecek bir toplumda, Cumhurbaşkanlığı seçiminin de daha farklı olabileceğini düşünmek olurdu. Kıbrıs’ın kuzeyinde tüm direniş ve varoluş potansiyellerinin tüketildiği bir toplumda, kültür ve kültürel reaksiyonlar siyasal ve varoluşsal söylemler için tek dayak noktası haline geldi.
Bugün siyasetin siyasetsizleşmesisin, politik bir seçimde politikanın değil folklorik imajların ve kültürel öğelerin ön planda olmasının, fikirlerin değil duyguların işlevsel hale gelmesinin nedeninin, adayların profillerinde değil, toplumsal koşullarda, sosyal/politik yapıda ve üzeri örtülen, konuşmaktan kaçındığımız hakikatin bizi getirdiği bağlamda aramalıyız.
Evet, siyasetsiz bir siyasetin oluşmasında evrensel nedenler de var, fakat onlardan daha da baskın çıkan tarihsel ve yapısal nedenler de var.
Mesela tüm siyasal tezlerin inandırıcılığını yitirmesi, özne olmaktan ziyade nesneye dönüşen siyasal partilerin tükenmesi, yeni bir söz çabasının alışkanlıkların altında ezilmesi, toplumsal konformizmin doruklara ulaşması ve nostaljik bir folklorik alan içerisinde varoluş örgütlenebileceği yanılsamasının neredeyse her yere sirayet etmesi...
Seçimler, sonuçlarından bağımsız olarak bildiğimiz siyasetin sonunun tescili olarak da kayıtlara geçti bile. Geriye sadece içi boş, yavanlığını abartılı imajlar ve şaşalı kelimelerle örtmeye çalışan, tüm renklerin son sürat renksizliğe koştuğu bir gösteri kirliliği kalıyor.