Neriman Cahit
Geçtiğimiz yıllarda Edebiyat Eğitiminde, özellikle de ortaokul ve liselerde hafif bir kıpırdanma oldu… Bakanlığın da katkısıyla çocuklarımız kendi yazarlarına yönlendirildi… Ama o kadar yetersiz ve el yordamıyla ki! Öğretmenler kura çeker gibi çocuklara “Siz şu şairi / yazarı… Siz şunu… Araştırıp, yazıp getireceksiniz…” diye ödevler veriyor. Çocuk, onca kendince ciddi ve ağır uğraşı içinde, son bir ya da iki gün önce anımsıyor bu ödevi… Ve başlıyor evde bir gürültü patırdı. Bu kez aile yollara düşüyor…
Yazardan rica ediliyor… Ve çoğu kez diğer konularda olduğu gibi… Ödevin ya yarısını ya da tümünü aile hazırlayıp bilgisayara çekiyor… Bir de güzel kurdele ile bağlayıp… Cici, tam notluk bir ödev ulaşıyor öğretmene… Çocuğun katılımının, hele yararının çok az olduğu…
Bilgisayar çocuklar açısından da çok yardımcı ama bilinçle kullanılırsa… Sade Türkçe değil… diğer ders ödevlerinde de, çocuk ödevini… Genelde ailesinin yardımı… Ya da tümden ailesinin bilgisayardan bulup, hazırlayıp eline verdiği şekilde götürüyor öğretmene. Neredeyse hiç okumadan… Oysa, kendi el yazısı ile istenebilir, özet çıkarması, sorularla işlemesi v.b istenebilir…
***
Bu arada şairler, yazarlar olarak okullara da davet ediliyoruz. Ben kendi payıma yaşadıklarımı anlatayım: Ortaokul ve liselerde dahil çoğu sınıflarda “ülkemiz yazar ve çizerlerinden kimleri tanıyorsunuz?” sorusuna bazen tek bir yanıt dahi verilememesi, bazı verilen isimlerinse ya Türkiye’den, ya da konuyla hiç ilgisi olmayışı beni kahrediyor.
Şairleri / yazarlarımızı bilmemeleri onlardan okunan kısa bir öykünün, şiirin özünü kavrayamamaları… ama bu arada neredeyse tümünün bir Pop Starı, bir futbolcuyu, bir “gelinim/annem olur musun?” olgularını tıkır tıkır dillenmeleri ayrı bir sıkıntı kaynağı…
Öyle bir noktaya geldi ki… Toplumun neredeyse tamamını kuşatmış olan “düşünce tembelliği” çocuklara da, ‘bir fikrim yok…’, ‘hiçbir fikrim yok…’ olarak yansıyor. Sanıyorum ki bu cehaletten de öte bir durum…
Topyekün bir toplumsal uyuşturulmuşluk hali.
- Çocukların defterlerine bakıyorum… Çoğu yapış yapış özensizlik, dikkatsizlik – kendine, işine, ama başkalarına da saygısızlık, sevgisizlik taşıyan. Taa ilkokuldan almaları gereken bilgilerinin eksikliği. (ve çok az öğretmen kontrolü, düzeltisi…)
Bu neyin göstergesidir…
Toplum olarak buralarda olmanın vebali… Ve bedeli… (Bu başlı başına bir çalışma konusu tabii…)
Ama her gün karnımızı doyuruyoruz… İşimize gönüllü ya da gönülsüz her gün gidiyoruz… Sadece iş değil, boş zamanlarınızda da ‘geyik muhabbeti’ yapıyor… Bir sürü entipüften T.V programları ve dizilerini hiç kaçırmıyor… Tümünüzün birden üstüne iyilik sağlık… Ne denebilir ki başka!
ÖNERİLERE GELİNCE…
Yazı boyunca (da) önerilere değindim ama geriye kalanları da sıralayayım:
- Yinelemek istiyorum: Öğretim elemanlarının niteliği çok çok önemli…
- Edebiyat ve Sanat sonsuz bir özgürlük / bir çıkış sunuyor günümüzdeki insana. Kişinin hayal /ütopya gücünü geliştiriyor. O yüzden önemle ele alınmalı…
- Oraokul lise çağlarındaki eğitimin… şiirlerin, öykülerin, okuma parçalarının ‘ana fikri’ni başarıyla çıkarmanın… Her satırı şiir sanmanın kolaycılığı… Sınavlarda test sorusunun şıklarından birini işaretleme… Yazarın hiçbir türlü (şiir, öykü, roman) konusunda derinine inmeyen çalışmalar bir kenara bırakılmalı… Tüm türleriyle edebiyatın bir iç dökme olmadığı… anlatılanların bir amacı olduğu çocuğa sadece belletilme değil… Hissettirilmeli… Sevdirilmelidir…
- Öğrenci yazıyla haşır neşir olmalı. Yazıyla bir gönül bağı kurmalıdır… Bu da, şimdilerde unutulan bol bol kitap okuma ve bir kenara itilen kompozisyon yazılmasıyla mümkündür…
- Yaşanılan her şeyi – aklımızdan geçenler de dahil- olduğu gibi yansıtmanın edebiyattan çok belgeselcilik olduğunu kavramalı çocuk…
- Buğdayı, arpayı, değirmeni, unu bilmeyen birinden ‘ekmekçi’ olur mu? Olabilir mi?..
- Ve dilbilgisi…
Dilin / Türkçenin özü… Türkçe öğretimin laboratuarıdır dilbilgisi… Çocuklara sadece kuralları yazarak, birkaç örnekle geçiştirilen… Test kitapları satın aldırarak, şıkları işaretleterek öğretilmez dilbilgisi… Türkçe dilinin öğretilmesinde ‘ana işlevi’ olan bir baş unsurdur…
- Kıbrıs gibi küçük bir yaşam biriminde yazarın / sanatçının okul – öğretim işlevine katkı koyması çok kolay ve çok yararlı bir işlevi olabilir. Bunun yanında yazarın / şairin yaşadığı dönem / yaşadığı çevre… Sadece edebiyat değil… Sosyal, kültürel hatta evrensel ilişkiler ve açılımlar bakımından inanılmayacak veriler sunar…
- Çocuklara deneyim ve gözlem gücüyle yaşama ve olaylara özgün bir bakış, gözlem ve yazın ifade gücü kazandırılabilir…
- Çok yönlü atölye çalışmaları hem çocuklar hem de öğretmenler için çok yararlı ve gereklidir.
- Ben ilkokulda dahi deneyip çok olumlu yararlarını gördüğüm bir olgu da çocukların kendi özel gazete ve dergilerini çıkarmaları…
- Çocuklar gruplara ayrılarak başlarında bir öğretmen varmışçasına ciddi ciddi imla, dil bilgisi v.b çalışmalar yapabilir… Bazı dersleri onlar verebilir… Sıkıştıklarında öğretmenden yardım isteyebilirler…
- Türk ve Kıbrıs Türk Edebiyatında eski sayılamayacak eserleri çocuklarla yeniden çözmek… Düğümü onların çözmesine bırakmak…
- Günlük tutmak… Zamanla gencin iç bakışını yoğunlaştırır, dilini yetkinleştirir ve hayata dair gözlemlerini derinleştirir…
- Biyografi çalışmaları… Ki en zayıf yönlerimizden biridir… Araştırma güçlüğü ve belge saklama alışkanlığı olmayışı ülkemizde çok zor ama başlatılması gereken bir çalışma… Sadece edebi alanda değil.. İlgi çekici kişi ve aileleri de kapsayabilir…
- Yazarları, sanatçıları ölüm yıldönümlerinde anma… Yazarlarımızın doğdukları, yaşadıkları, halen yaşamakta oldukları çevreleri görmek…
- Dünya çok ağır bir ‘global kültür emperyalizmin’ işgali altında… Gayet dikkatli ve planlı bir şekilde bilgili / bilinçli gençler yetiştirerek bunun ve medyanın etkisinin en aza indirilmesi…
- Çocukta yaratma ediminin sürekli beslenmesi… Unutmayalım ki… Yaratma çabası içermeyen bir yaşam yaşamaya değmez…