Sabah poğaça aldığım kadın sordu:
"Buralı mısın?”
"Evet" dedim.
* * *
Dr. Küçük'ün fotoğrafını görmüş, Makarios'un yanında...
Türk askerini selamlarken...
“Bu ikisi arkadaş mıydı" dedi.
"Bilmem" dedim, "Ama bildiğim şu, biri Kıbrıs'ın başkanıydı, diğeri yardımcısı."
"Hangi Kıbrıs'ın" dedi.
"Sizin bilmediğiniz Kıbrıs'ın" diyerek gülümsedim, ayrıldım.
* * *
Öyle anlaşılıyor ki ada tarihinin “orta” yerinde yolu buralara düşmüştü ve bilmek zorunda değildi.
* * *
Nazım’ın yaş günüydü...
117 yaşında “vatan hainliği”ne devam ediyordu, hâlâ!
Ve buralı bir çocuğun vicdanına, hayallerinden ürktükleri için kelepçe takmışlardı.
* * *
“Buralı mısın” sorusunu çok daha fazla duyar olduk yurdumuzda...
Terim güzel aslında...
"Yurttaşlık" bir başka tariftir çünkü, "buralı" olmak başka...
* * *
Annem hep öğütlerdi.
"Gözünü dört aç, buralı birini al..."
Şimdi aklıma geldikçe gülümserim.
* * *
Doğduğu yerlerde büyüyemeyen kuşaklar olduk biz...
Ve şimdi...
Büyüdüğü yerlerde doyamayan çocuklar var.
* * *
Biliyor musunuz, o laf, halen söyleniyor evlerde...
"Gözünü dört aç, buralı birini al..."
* * *
Ömrün çoğunu "eskittik" galiba.
Bir gün, "ne yapmış bu adam" derlerse eğer...
"Temiz kalmış" densin isterim, en fazla...
Bir de "Buralıydı" densin...
“Buralıydı, barış için gözünü dört açtı...”