GRİ

Verda Gülçür

Siyah ve beyazın arasındaki renk… Ya da siyah ve beyazın karışımından oluşan renk.

Tıpkı hayatlarımız gibi aslına baktığımızda hiçbirimiz ne siyahız ne de beyazız. İçimizde ne saf iyilik ne de saf kötülük bulunduruyoruz. Gri tonlarımız var. İyi ve kötü yönlerimiz daha doğru bir tabirle, davranışlarımızın toplum tarafından iyi ve kötü olarak algılanması veya ayni şekilde bizim dış dünyayı algılamamız.

Peki hayatımızda bu ince ayarı nasıl koruyabiliriz?

Öncelikle en önemli şey hayatımızdaki sınırları çizmemiz, prensipleri yerine oturtmamızın gerekliliğidir.

İyiye yakın olmak adına davranışlarıyla bizi inciten kişilere incinmemişiz, ortada bir sorun yokmuş yada incindiğimiz halde ayni şekilde ilişkimizi devam ettirmek yerine karşımızdaki kişiye ( bu kişi her kim olursa olsun) mesafe koymak, bizi incitmeyecek derecede hayatımıza müdahil olmasına izin vermek psikolojik sağlığımızı korumak açısından oldukça önemlidir.

Ayni şekilde bizi inciten bireye “kısasa kısas” şeklinde davranmak en az karşı taraf kadar bizi de yıpratacaktır. Bu da öfke kontrol güçlüğü yaşamamıza, olumlu enerjimizin azalmasına sebebiyet verecektir.

Bu durumda yapmamız gereken kendi kendimizi sorgulamaktır. “ Bu insan iyi ve kötü yönlerini tarttığım zaman bana iyi mi geliyor kötü mü geliyor”, “ Bu insanın hayatımda varoluş nedeni alışkanlık mı sevgi mi?” , “Bu insanın hayatımda olması genel anlamda bana mutluluk mu yoksa mutsuzluk duygusunu mu yaşatıyor” sorularını kendi kendimize sormaktır.

Genel anlamda karşımızdaki birey bizi mutlu ediyorsa ve iyi yönleri daha fazlaysa bu insana rahatsız olduğumuz davranışlarını söyleyip değiştirmediği takdirde de mesafe koymak bizim için doğru davranış biçimi olacaktır.

Ancak gözlemimiz karşımızdaki bireyin bize zarar ve mutsuzluk verdiği yönündeyse karşımızdaki insanla tartışma dahi yaşamadan onu gölge insan olarak görmek yani bir şekilde hayatımızdan soyutlamak, bizimle ilgili konuştuklarını, yaptıklarını görmemezlikten gelmek o kişiye “yokmuş gibi” davranmak en etkili yöntem olacaktır.

Ancak burada en önemli nokta sadece karşımızdaki kişiyi değil kendimizi de bu yönde geliştirmektir. Örneğin kulağımıza gelecek bir şekilde başka bir kişiyle bize haber yollamasını sadece duymamazlıktan gelmemeli kendi içimizde de bu davranışı önemsememeyi benimsemeliyiz.

Kişinin önüne bakması, diğer insanların iyi veya kötü niyetle verdiği öğütler karşısında kendi hedeflerinden vazgeçmemesi önemlidir.

Önemli olan bizim ne istediğimizdir. Bununla birlikte kimseye “iyi görünme” kimseyi “memnun etme” gibi bir zorunluluğumuz yoktur.

Maalesef toplumumuzda bu tür sosyal baskılara fazlasıyla rastlamaktayız.  “ Sen iyi ol da varsın o yapacağını yapsın”, “Sen büyüklüğünü göster o utansın”, “Sen iyi davran o karşındakinin ayıbıdır” gibi psikolojik baskılar kişinin kendi hayatından çok yaşamını başkalarına adamasına, kendini mutsuz edecek olsa dahi karşısındakini mutlu edecek davranışlar sergilemesine yol açmaktadır.

Unutmayalım ki bu hayat bizim hayatımız ve mutlu olmak da mutsuz olmak da bizim elimizde. Kimseye hayatı bir başka insanı mutlu etmek için bahşedilmemiştir. Bu yüzdendir ki mutlu olmak adına kimseye kötülük yapmadan kendi hayatımızı kendimiz için yaşamak önce kendi mutluluğumuzu düşünmek önemlidir. Kendi mutlu olmayan bir birey kendini de başkalarını da mutlu edememekle birlikte kendi olmaktan çıkar insanları mutlu etmek adına kendinin dahi tanıyamadığı, anlayamadığı bir kişilik yapısına sahip olur.