Simge Çerkezoğlu
Aktivist, akademisyen Grigoris Ioannou’nun ilk kitabı ‘Denktaş Güneyde’, Baranga Yayınevi tarafından dilimize kazandırıldı. Ioannou bu çalışmasıyla zoru başararak, mensubu olduğu toplumu eleştiriyor. Böylece Kıbrıs konusunu çok daha iyi anlamamıza, yaşananları anlamlandırmamıza olanak yaratıyor. Bölünmeyi farkında olmaksızın kanıksıyor oluşumuzu sosyolojik ve politik bakış açısıyla gözler önüne sererken, gelecek için de uyarılarda bulunuyor.
Grigoris İoannou ülkede aktivist ve akademisyen yönü ile tanınıyor olsa da O’nu biraz daha yakından tanımak istiyorum.
“1979 yılında Lefkoşa’da doğdum. Annem Girne civarından Kördemen köyünden, babam ise Baf’a yakın Salamiou köyünden. Ben Kaymaklı’da büyüdüm. Üniversite eğitimimi Londra’da uluslararası tarih üzerine aldım. Yüksek lisansımı ise politik sosyoloji üzerine tamamladım. Daha sonra Kıbrıs’a döndüm. Uzun yıllar Kıbrıs ve Frederick Üniversitelerinde ders verdim. 2018 yılından bu yana İskoçya’da Glasgow Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyorum, sosyoloji doktorası yapıyorum. Bugüne kadar pek çok makale kaleme aldım. ‘Denktaş Güneyde’ ise benim ilk kitabım. Yunanca olarak yazdım, doğrudan Kıbrıs konusu ile ilişkili olduğu için Türkçe diline de çevirdik. İngilizce çevirisi üzerinde de çalışmalar sürüyor. Şimdi de ‘Krizin Güney Avrupa Ülkelerine Etkileri’ isimli yeni bir kitap daha kaleme aldım. Bu kitapta da Kıbrıs, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerin ekonomik krizden nasıl etkilendiğini ele aldım, bu kitap da kısa bir süre sonra İngilizce dilinde de yayımlanacak.”
“Üzülerek söylüyorum ki son on yılda daha iyi bir yere varamadık”
İlk anda göze çarpan, kitaba ismini veren “Denktaş Güneyde” ifadesi oldukça etkili. Kitabı okuduktan sonra bunun aslında bir metafor olduğunu anlıyoruz. Bu kitabı neden yazdığını ve neden bu ismi tercih ettiğini şöyle açıklıyor.
“Bu kitabı yazdım çünkü 2017’de görüşmelerin çökmesinin ardından inanıyorum ki Kıbrıs’ın geleceğine dair çok zorlu ve tehlikeli bir sürecin içine girmiş bulunuyoruz. Bu nedenle de toplumsal bir tartışma bilinci ve altyapısı oluşturmak adına, özellikle de Kıbrıslı Rum toplumunda neler olup bittiğini anlatmak adına bu kitabı yazmaya karar verdim. Yıllarca barışçıl hareketlerin içinde oldum fakat bu kez oturup özellikle de son on yıl içinde geldiğimiz noktayı değerlendirmek istedim. Üzülerek söylüyorum ki son on yılda daha iyi bir yere varamadık. 2018 yılının ilk günlerinde kitabımı tamamladım. Nisan ayında da yayımlanmasını sağladım. Bu ismi seçerken 2004 yılında yaşadığım bir olay aklıma geldi. Annan Planı referandumunun sonuçlarının açıklandığı gece evet diyen Kıbrıslı Türklerin bir kısmı gösteri yapıyordu, o sırada sonuçlar açıklanmıştı. Göstericilerden biri sonuçların açıklanması ile ‘Denktaş Güneyde’ diye bağırdı. Bunu hiç unutamadım. Bir süre ne anlama geldiğini anlamaya çalıştım. Bunu zamanla anladım. Denktaş liderdi, fikir adamıydı bunun yanında Kıbrıs’ın bölünmesinin de mimarlarındandı. O gece, o Kıbrıslı Türk onu söylerken aslında tüm bunları anlatmaya çalışmıştı. Kıbrıslı Türkler 2003 yılından itibaren ortaya koydukları kararlar ve tavırlarıyla aslında Ada’nın kuzeyinde var ola gelen Denktaş ruhunu yok etmişler, bambaşka bir düşünce yapısı geliştirmişlerdi. Fakat trajik ve ironik biçimde güneyde bu düşünce hala yaşıyordu. Elbette bunu her Kıbrıslı Rum için genellemiyorum ama dominant ideoloji için bunu kullanmak istedim. Alt başlık olarak seçtiğim, Kıbrıs Rum Tarafında Bölünmenin Normalleşmesi de, bunu nasıl normalleştirdikleri yönünde ifadedir. Tabii bu bölünme fikrinin içselleştirilmesi her iki toplumda da söz konusu. Yürüyorsunuz aniden karşınıza barikatlar çıkıyor ve biz bunu hala normal görebiliyoruz. ”
“Nesiller topraklarının diğer yarısına geçemeden değişti”
Kitabı yedi bölüme ayıran yazar ilk iki bölümde daha çok Kıbrıs’a dair tarihsel bir değerlendirmede bulunuyor. Üçüncü bölümden itibaren gözlemlerine, çıkarımlarına, yaşananların yorumlanmasına yer veriyor. Seçilen her bir bölüm ise bir dönüm noktasına işaret ediyor.
“İlk iki bölümde tarihi bilgiler paylaşıyorum. Gözlemlerim, yorumlarım üçüncü bölümden itibaren başlıyor. Kıbrıs değişmeye devam etmekle birlikte, pek çok dönüm noktasından geçerek bu günlere geldi. Ben de her bir bölümü buna göre sınıflandırdım. Üçüncü bölümde barikatların açılması var. Bana göre Ada’daki en önemli dönüm noktası 2003 yılında geçişlerin başlamasıydı. Fakat bu gün geldiğimiz noktada Anastasiadis kapıları kapatmaya çalışıyor. Kitapta yer verdiğim her bir dönüm noktası, Kıbrıs’ı değiştirdi. Dönüştürdü. Ben kuzeye geçmek için yirmi dört yıl beklemek zorunda kaldım. Nesiller iletişim kurmadan, kendi topraklarının diğer yarısına geçemeden değişti. Kitapta bunun gibi daha başka dönüm noktalarına da değindim tabii. Bunu Annan Planı, federasyon ve bölünme arasındaki on yıllık savaş takip ediyor. Bunun yanında bölünmeye hizmet eden kurumlara da değindim. Okullar ve medya bunun en güçlü iki örneği. Bunu, Kıbrıslı Rum sermaye sınıfındaki dengeler ve son sözüm takip ediyor. Tüm analizlerimi kronolojik bir sıraya göre yaptım.”
“Kıbrıslı Rumlar bu durumu tolere ederse kapılar tamamen kapatılacak”
Üçüncü bölümü geçişlerin başlamasına ayırmak, bunun Kıbrıs’taki en önemli dönüm noktası olduğunu belirtmekle birlikte, duruma eleştirel bir bakış açısı da söz konusu…
“Benim savunmam geçişlerin açılması ile birlikte insanların değişen tavırları. Binlerce Kıbrıslı ilk başta defalarca kuzeye, güneye geçti. Evlerini gördü, dostlarını buldu. Bu durumu çok önemsedi. Çok önemli bir gelişme olarak algıladı. Fakat bu iletişimi, birlikteliği geliştiremedi. Burada güçlü bir potansiyel vardı ama kullanılamadı. Bu coşku sadece birkaç ay sürdü. Ardından insanlar normal yaşantısına geri döndü. Tabii bazı insanlar iletişimi sürdürdü. Dostluk kurdu, iş yaptı, evlendi ama bunlar hep azınlıkta kaldı. Kendilerini gönüllü olarak geri çektiler, birleşme için bu durumu daha ileriye taşımayı başaramadılar. Sanki geçişler başladı. Bu bir zaferdi ve yeterlidir gibi algılandı. Oysa bunun ileriye taşınması için çaba göstermedi. Bugün geldiğimiz noktada ise Korona virüsü mazeret gibi gösterilerek kapılar kapanıyor. Geçici deniyor ama bana göre aslında Kıbrıslı Rumlar test ediliyor. Eğer bu durumu tolere edersek kapılar tamamen kapatılacak, yeniden açmayacaklar. Bu duruma karşı hem içeride hem de dışarıda ciddi tepkiler konmalıdır diye düşünüyorum.”
“Eğitim sistemini değiştirmezseniz, birlikte yaşam fikrini zihinlere yerleştiremezsiniz”
İoannu kitapta öğrencilik yıllarından bahsediyor. Eğitim verdiği gençlere de bakarak sistemde ciddi sıkıntılar olduğuna dair örnekler veriyor.
“Tabii güneyde eğitim sisteminde önemli sıkıntılar var. Bu noktada aileniz, sizin hayata olan kişisel bakışınız da önemli. İnsan sorarak, araştırarak, okuyarak olayların gerçek yüzünü öğrenebilir. Fakat çoğu kişi bunu yapmıyor. Eğitimin verdikleriyle yetiniyor. Bilinçsiz biçimde davranmayı tercih ediyor. Çocukluktan itibaren insanların zihnine yerleştirilen gerçek dışı düşüncelerle bayrak, vatan fikirleriyle çocuklar yetişiyor. Bu tabii sadece Kıbrıslı Rumların ya da Türklerin sorunu değil, dünyanın genelinin de sorunu. Tüm bunlar da bölünmeyi güçlendiriyor. Bu anlamda aileniz, kişiliğiniz önemli. Sizi ileriye taşıyabilir. Bu noktada elbette hükümetler de bazı adımlar atmalı. Hristofyas’ın döneminde bu yapılmaya çalışıldı ama buna izin verilmedi. Karşınıza çıkan tüm tepkilere rağmen eğitim sistemini değiştirmezseniz, Ada’da birlikte yaşam, devleti paylaşma gibi fikirleri de insanların zihnine yerleştiremezsiniz. Kâğıt üstünde yapacağınız anlaşmayı da yaşatamazsınız. Bu noktada derinlerde ciddi sorunlar olduğu kanısındayım.”
“Sözlüğe karşı oluşan tepkiler Kıbrıs Rum toplumunun özeti gibiydi”
Eğitim ile birlikte medyanın da Ada’nın bölünmesinde önemli rol oynadığına vurgu yaparak, Kıbrıslı gazeteciler ile Dünya Basın Özgürlüğü Örgütü tarafından hazırlanan Sözlük çalışmasına karşı Kıbrıslı Rumların gösterdiği aşırı tepkiyi de kitapta örnek gösteriyor.
“Kıbrıs’ın kuzeyindeki medyayı tam anlamıyorum ama yine de göreceli bir plüralizmin söz konusu olduğunu söylemeliyim. Öte yandan Kıbrıs Rum medyasında tüm medyanın sadece birkaç kişi tarafından idare edildiğini görüyoruz. Hatta bunu birleşme çabalarının sürdüğü dönemlerde çok daha net gördük. Bölünmeyi öne çıkarmayı tercih ettiler. Sözlük de bize bunu gösterdi. Aslında hepsi kullandıkları dilin problemli, milliyetçi olduğunun farkındaydı ama bunu kabul etme noktasında çok zayıf kaldılar. Aslında sözlüğe karşı oluşan aşırı tepkiler Kıbrıs Rum toplumunun özeti gibiydi. Gerçekleri genel bir çerçevede bilmelerine rağmen kabul etmekte, yüzleşmekte, karşı durmakta yaşadıkları zayıflığın göstergesiydi.”
“Benim fikirlerime karşı olanlar bile kitabımı okuyor”
Yüzde otuz, yüzde kırk Kıbrıslı Rum’un her türlü plana hayır diyeceğini çünkü onların birlikte yaşamaya karşı olduğunu söyleyen İoannu, kitabın genelinde parçası olduğu topluma ciddi eleştiriler getiriyor. Bunun hiç de kolay bir şey olmadığını kabul etmek gerekiyor.
“Kitapta da belirttim, böyle her plana hayır diyecek bir kitle olduğunu düşünüyorum ama ben Annan Planı’na hayır diyen herkesin de böyle düşündüğünü savunmuyorum. Böyle çekirdek bir yapı var, bunlar hiçbir şekilde Kıbrıslı Türklerle iki toplumlu bir federasyon istemiyor. Yine de içeriğe bağlı olarak Annan Planına hayır diyen ama bugün başka bir plana evet diyecek insanlar da var. Ben bu kitapta Kıbrıslı Rum toplumuna eleştirel bakışla bakmakla birlikte aslında Kıbrıslı Türkleri de zaman zaman eleştiriyorum. Geldiğimiz noktada politikacılar, medya, seçilenler hep Türkleri suçluyor. Oysa kimse onlar bunları yaptı ama biz de bunu yaptık demiyor. Kitabım bu nedenle geniş kapsamlı, gerçekçi, okunulası, yaygın fikirden uzak bakış açılarını içinde barındırabiliyor. Benim fikirlerime karşı olanlar bile kitabımı okuyor. Onların düşünmesine olanak yaratıyor. Amacım da insanların yeniden düşünmesine olanak yaratmak. Ayrıca kitabım salt gözlemden oluşmuyor, Kıbrıs’a dair analizler, fikirlerimi dayandırdığım noktaları da göz önüne getiriyor. Sonuçta ben bir akademisyenim. Bu bağlamda da değerlendirileceğine inanıyorum.”
“Durumu değiştirmezsek varacağımız nokta bölünmedir”
Kitap, Kıbrıslı Rumların geneli için işgalin sona ermesinin barışa ulaşmak anlamına geldiğini söylüyor. Ben de, onun için barışın ne anlama geldiğini merak ediyorum.
“Bana göre barış, askersiz Kıbrıs demek. Çözüm, Ada’da özgürce hareket etmek, tüm topluma ait olmak demek. Milliyetçiliği ortadan kaldırma demek. Elbette milliyetçilik tamamen ortadan kalkamaz ama politikada güçlü rol oynamasına engel olmak demek. İnanıyorum ki Ada’da iki toplumlu yeni bir federal devlet kurarsak zaman içinde etnik kimliklerden uzak, bir Kıbrıs yaratabiliriz. Böylece doğrusunun bu olduğunu da zamanla anlayabiliriz. Fakat şu anda bu fikirden uzak bir noktada olduğumuzu düşünmekteyim. Elbette kitapta da bahsettim. Bu durum değişebilir. Tarih farklı yazılabilir. Ben aslında içinde bulunduğumuz bu durumu değiştirmezsek varacağımız noktayı, bölünmeyi göstermeye çalışıyorum. Bunu hala değiştirecek gücümüz var. Birleşmek için sadece oy vermek, politikacılar seçmek yetmiyor. Bu sürece daha fazla dahil olmak, hareket etmek gerekiyor. Ada’da birleşmeye inanan insanların daha fazla adım atması gerekiyor. Partiler zorlanmalı, ilişkiler geliştirilmeli, medyanın söylemi değişmeli, gelişmeli. Benim modelim aslında Kıbrıslı Türkler… Doksanlı yıllarda Kıbrıs’ın kuzeyinde barış istemek marjinal bir fikirken, 2003’ten sonra bu, yaygın fikre dönüştürüldü. Demek ki biz bunu Kıbrıslı Rumlar olarak da başarabiliriz.”
Kitaptaki Lefkoşa fotoğrafları; Pafsanias Karathanasis