Cansu N. Nazlı
cansunazli@yahoo.com
Yayınlanan son kitabı "Sır İçinde Sır Olanlar: Alevi Kadınlar" ile ilgili tertip edilen söyleşi için Kıbrıs’a gelecek olan yazar Gülfer Akkaya ile etkinlik öncesi Gaile okurlarına bir röportaj hazırladık. Alevi kadınların yaşamları, Halkların Demokratik Partisi süreci, AKP politikalarının feminist eleştirisi de dahil olmak üzere birçok meseleyi harmanlayıp Sevgili Gülfer Akkaya’nın perspektifinden yansıttık. Röportajı okuduktan sonra kitabı merak edip yazarı daha yakından tanımak isteyenler için, Baraka Kültür Merkezi ile Kıbrıs Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin organize ettiği etkinlik 10 Mayıs Pazar günü saat 16.00’da Gönyeli Belediyesi’nde gerçekleşiyor. Keyifli okumalar dileriz.
1- Hem Alevi hem kadın kimliğiyle varlığı silikleştirilen Alevi kadınlar görünür kılmak adına son kitabınız "Sır İçinde Sır Olanlar: Alevi Kadınlar" kaleme aldınız. Kitabı hazırlarken nasıl bir çalışma/araştırma yaptınız? Yaşadığınız coğrafyada Alevi bir kadın olmak ne anlama geliyor?
İnançsal açıdan bir toplumsal gruba ait olmak ve bu grubun mevcut sorunlarına karşı mücadele etmek kimlik politikasıdır. Ama kadın olmak kimlik politikasından çok daha ötede, sınıfsal bir anlam taşır. Çünkü kadın olmak kimlik ve bedenin yanı sıra ve esas olarak üretim ilişkisi üzerinden var olur. Ki bu kapitalizm dışında, başka bir üretim ilişkisi olarak patriayarkadır.
Bu haliyle Alevi kadın dediğimizde bir değil iki şeyden bahsediyoruz. Alevilik ve kadınlık. Alevilik inançsal (kimlik), kadın olmak sınıfsal boyut. Bu haliyle Alevi kadınlar kimlik ve sınıf gibi birbirini iten ve çeken iki politik alanda, iki soruna karşı çözüm bulmakla yükümlüler. Bu kısmı özellikle belirtmek istiyorum, çünkü Alevi kadınlar politika yapıyorlarsa, ki yapıyorlar, bu iki noktayı görerek, kimlik ve sınıf politikası arasındaki o hassasiyeti atlamadan, kimlik alanına sıkışmadan, gerekli dengeyi kurarak yol alırlarsa her şey nefis olabilir.
“Sır İçinde Sır Olanlar: Alevi Kadınlar” kitabı iki yıl içinde tamamlandı. İlk olarak Alevilik hakkında yazılan kaynakları araştırdım. Kaynakları okuyup incelerken iki iş yaptım. Biri Alevilik neydi, ona baktım. Diğeri Alevilikte (teorik ve pratik olarak) kadınların durumu neydi? Alevilik üzerine yazıp çizenler, siyaset yapanlar bu konuda neler yazmış, kadınlar hakkında herhangi bir iddiaları var mı? Bu araştırmalar Alevi kadınları görmüş mü? Alevi inanç ya da siyasi kurumları Alevi kadınlarının durumunu görüp çözüm öneriyor mu?
İncelemelerimin başından itibaren gördüm ki, Alevilik araştırmalarında alevi kadınlar hakkında bir yoğunlaşmada bulunmuş olmalarını beklemek kadınca bir umutmuş. Alevi kurumlarında kadınlar varken yok sayılmışlar. Ne yazık ki bu kurumlar da kadınların emeğine el konmuş. Kadınlar buralarda çalıştırılmış ama var edilmemişler. Yok sayılıp görünmezleştirilmişler. Aleviliğin bilgisi ve pratiği Alevi erkekler tarafından ele geçirilerek erkekleştirilmiş.
Alevilik bugüne dek baskın olarak erkekler tarafından anlatıldı, topluma öyle algılatıldı, cinsiyetçi değilmiş gibi anlatılırken bile cinsiyetçileştirildi. Kadınlar yok sayıldı. İnanç olarak, bilgi ve birikim olarak Alevilik tek cinsleştirildi ve erkeklik bilgisi olarak sunuldu. Dışarıdan gelen asimilasyona, yok edilmeye karşı direnen Alevilik, içeride erkeklerin baskısına ve hükmüne teslim oldu. Bu baskı ve hüküm hem Alevi inancı pratikleriyle hem de Alevilik bilgisine erkeklerce el konulup değiştirilmesi, “özünden uzaklaştırması” ile yapıldı. Alevilik tarihindeki kadınların Aleviliğe yaptığı katkılar, Aleviliğin bugünlere taşınmasındaki rolleri ve önemi, Alevilikteki yerleri, Alevi erkeklerce daraltılarak, unutulmaya ve yok sayılmaya çalışıldı. Üzeri sessizce örtüldü. Benim bu kitapla yapmaya çalıştığım, Alevi kadınların üzerindeki bu örtünün kaldırılması için bir başlangıç yapmaktı.
Yaşadığım coğrafyada Alevi kadın olmak ne anlama geliyor diye soruyorsunuz ya! Cevap yalın, üç bela var Alevi kadınlarının tepesinde: İlki; Alevi kadınlar başta içinde yer aldıkları Alevi toplumu olmak üzere, coğrafyanın tamamında erkek egemenliği altında cinsel sömürüye maruz kalıyor, ötekileştiriliyor ve yok sayılıyorlar. Burada şunu özellikle belirtmek istiyorum; araştırmalarımdan çıkardığım temel sonuç Aleviliğin özünde kadim ve kadıncıl bir inanç olduğudur. Tek tanrılı dinlerden binlerce yıl öncesinin izlerini taşıyan Alevilik varoluşunun büyük kısmını kadıncıl bir inanç olarak sürdürdü. Ancak erkek egemen, devletçi iktidarlarla ilişkilendikçe kadıncıl olan Alevilik erkek egemenliğine yenildi, erkekleşti. Bu haliyle Alevilik Hıristiyanlık, İslam, Musevilik gibi dinlerden farklılık gösterir. Bu dinler başından itibaren erkek egemendi. Kitapları, kelamı, fikri ve zikri kadınları ikinci sınıflaştıran öğelerle dolu. Alevilikse kadıncıl olarak doğup sonradan erkekleşti. Ve bunda Alevi erkeklerin, inanç önderlerin payı hiç de azımsanacak gibi değil!
İkinci bela ise kadim ve kadıncıl olan Alevilik inancının oluştuğu coğrafyadaki devlet/iktidar/islam üçlemesinin Alevilik ve Alevileri yok etmek için yüzyıllardır sürdürdüğü saldırılar. Aleviliği yok edemeyen bu üçlü, katliamlarla, asimilasyonlarla Alevileri ve Aleviliği önce reddetti, başarılı olmayınca onu şekillendirmeye, istedikleri gibi tanımlamaya çalıştılar, çalışıyorlar. Alevilik karşıtı mücadelelerini Alevi toplumunu karalayarak, en çok da kadınlar ve aile üzerinden cinsel saldırılar üreterek sürdürdüler.
Üçüncüsü, ayrımcılık yapma. Ayrımcılık derken Alevi erkekler de ayrımcılığa maruz kalıyor. Ama Alevi erkeklerinin uğradığı ayrımcılıktan farklı olarak Alevi kadınlara uygulanan ayrımcılığın cinsiyetle iç içeleştirilmiş bir muhtevası var.
Alevi kadın olmak; nefretin cinsiyetçilikle harmanlandığı farklı bir saldırı altında olmak anlamına gelir. Alevi erkekler de bunun yeterince farkında değiller. Çünkü erkeklik belası onların da gözlerini bağlamış durumda. Yoksa neden mevcut yüzlerce Alevi kurumu cinsiyet eşitliğini sağlayacak politikalar üretmesin ki?
2- Halkların Demokratik Partisi’ne destek veren 750 feminist kadının oy verme çağrısına siz de imzacı oldunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? HDP, nasıl feministler için çekim merkezi haline geldi aktarabilir misiniz?
Halkların Demokratik Kongresi’nden (HDK) itibaren başta bir avuç feminist ve genel olarak kadınlar çok zor bir mücadele verdik. Bu mücadele daha sonra doğacak olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) ruhunu ele geçirdi.
HDK kurulduğunda HDK içinde yer aldığımız için feminist arkadaşların kimi bizi eleştirdi kimi sahiplendi. Feminizmin kazanımlarını, feminizmin kadınlar için yüzde yüz doğru olan ilklerini Kongre ve Parti’ye taşıdık. Bugün HDK ve HDP üzerinde belirgin olan feminizmin o devrimci ruhudur. Kadın partisi denmesinin nedeni budur. Neden feminizm diyorum? HDK ve HDP’yi oluşturan çokça siyasi parti var. Bu siyasi partilerin hiçbirine değil de neden HDP’ye kadın partisi deniyor? Feminizmden etkilenmeniz için feminizme kulak vermeniz gerekmez. Onu sahiplenip, savunmanız gerekmez. Feminizm gelir ve etki eder. Bundan kurtuluş yoktur. Bu kadar. Bugün AKP ve MHP dahil her yerde feminizmin etki gücünü görebilirsiniz.
Türkiye siyasetinde bugün gelinen noktada AKP bütün toplumsal kesimleri karşısına almış, kazanılan hakları gasp etmiş, mecliste gece yarıları geçirilen torba yasaları ile toplumu nefessiz bırakmıştır. HDP’nin halkları, inançları, kadınları, emekçileri ve bilcümle ezilenleri özgürleştirmek için yürüttüğü mücadele ve hele de bu mücadeleyi feminist perspektifin süzgecinden geçirerek yapma çabası feministlere bu metni yazdırdı. Öyle umuyorum ki bu seçimlerde HDP en çok kadınlardan oy alacak. Eğer bu öngörüm doğrulanırsa kadınların HDP’ye sahip çıkması aynı zamanda HDP’nin kadınlar tarafından kuşatılması anlamına gelir ve bu kuşatma partiyi kadınların ele geçirmesine neden olabilir. Ancak böyle bir basınçla HDP gerçek anlamda bir kadın partisi olabilir. Şimdilik kadınların kazanımlarının güçlü olduğu bir parti demek daha doğru bir ifade olur gibime geliyor.
3- HDP'li kadınların siyasetin sadece vitrininde değil, mutfağında da bulunması bilhassa feminist kadınlarda heyecan ve umut yarattı. Partide MYK düzeyinde yöneticilik yapmış bir kadın olarak siyasi partilerde kendilerine alan açma mücadelesi veren kadınlara deneyimlerinizden bahseder misiniz?
Çeyrek yüzyılı aşkın süredir siyasetin içindeyim. Siyaset benim için uzaktaki birilerinin hayatını kurtarmak demek değil. Ben kendi hayatımdaki sorunlardan yola çıkarak siyasi talepler üretiyorum, bunları kamuya öneriyorum. Bunu, feminizmin özel olan politiktir ilkesinden öğrendim. Hiç fabrikada çalışmamış hatta hayatı boyunca hiç çalışmamış biri o sömürüyü kendi üzerinden bilmeden işçi sınıfının kurtuluşu için siyaset yapabilir. Ama kadın olmak böyle bir şey değil. Her kadın, erkek şiddetine uğrayabilir. Çünkü o kadındır. Hiçbir kadın, kadınlıktan muaf değildir. Biz kadınlar kendimizin dışında, uzaktaki başkasını kurtarmak için değil, kendimizi kurtarmak için siyaset yaparız. Bu yanıyla erkek siyasetin ürettiği “kahraman”lardan değiliz. Kendi hayatı üzerinde erkek egemenliği ile mücadele ederken başka kadınların da hayatlarını etkilemiş kadınlarız. Kız kardeşliğimizin kaynağı burası.
Kadın erkek birlikte siyaset yapılan alanlarda erkeklerin kuralları ile değil, o kurallara savaş açan bir yerden siyaset yapmalıyız. Mevcut siyaset yapma dil, tarz, biçim ve tüm kurallarını reddedip yenisini örmeliyiz. Böyle olmazsa kadınlar siyasi oluşumlarda yer almaz. Mesele sadece kreş yokluğu ya da toplantı saatlerinin erkeklere göre belirleniyor olması değil. Yoksa neden bekar, genç, öğrenci kadınlar gelmiyor, onların çocuk, koca, ev bakma sorumlulukları yok. Kreş, toplantı saatlerinin belirlenmesi çok önemli ama kadınlar kendilerine değmeyen, içinde kendisini ifade edip, kendisi için kazanımların olmayacağı yerlere gelmiyor.
4- Feminist bir duruşa sahipsiniz. Nasıl bir feminist anlayışa sahipsiniz, biraz detaylandırabilir misiniz?
Kendime radikal feminist diyorum. Fransız feminist Christine Delphy’nin maddeci feminism teorisine inanıyorum. Delphy, kapitalist üretim tarzının yanı sıra ondan bağımsız ve de onunla aynı anda var olan başka bir üretim tarzından bahseder. Bu sistemin altyapı ve üst yapı ilişkileriyle tamamının ismi patriarkadır. Patriarkal sistem kadınların eviçi emeğinin erkekler tarafından sömürüsü ve bu sömürüyü süreklileştirecek üst yapısal (aile, annelik, cinsiyetçilik, beden politikaları, vs.) ilişkiler sistemi üzerine kurulmuştur. Patriarkal sistem de tıpkı kapitalist sistem gibi ezen ve ezilen sınıflardan oluşur. Patriarkal sistemde erkekler ezen, kadınlar ezilen sınıftır. Patriarkayı var eden ev içi üretimdir. Kadınların emeği, bedeni ve kimliği patirarkanın sömürü alanlarıdır. Kadınların ev içinde emeklerine erkekler (koca, baba, diğer erkek akrabalar) el koyar. Dolayısıyla kadınların yaşadığı kimlik meselelerinin temeli, üretim ilişkileri zemininde şekillenen sınıfsal sömürüye dayanır.
Radikal feminizm 2. Dalga feminist hareketin içinden çıkmıştır. Bu nedenle kendisinden önceki 1. Dalga feminist hareketten farklı olarak kadınların sadece haklarının (oy, eğitim) kazanılmasıyla kurtuluşunun mümkün olamayacağını bilir daha fazlasını ister. Bu, kadınların emeğinin, bedeninin ve kimliğinin erkeklerce sömürülmesinden kurtuluşudur. Bu da ancak feminist devrimle mümkündür.
HDP içerisinde sürdürdüğüm mücadele de bu perspektiften beslenmekte. Bir yandan, diğer ezilenlerle ve sömürülenlerle birlikte kapitalizme, şovenizme, mezhepçiliğe vs. karşı ortak mücadele yürütürken, diğer yandan parti içerisinde dahi erkek egemenliğine karşı feminist mücadelemizi sürdürüyoruz. Bugün HDP kadın mücadelesinin kazanımlarına sahip çıkıyorsa bu HDP içerisindeki kadınların birlikte mücadele yürüttükleri erkeklere karşı da mücadele yürütmesiyle oldu.
5- AKP'nin kadın düşmanı politikaları ekseninde dinin kadın üzerindeki baskısı ile sizce ne şekilde mücadele etmeli?
AKP, gözü dönmüş şekilde her alanda ayrımcı, toplumu kutuplaştıran politikalar üretmekte. Biz ve onlar hissi yaratarak, biz’i onlara karşı korku ile terbiye edip, nefret suçu üreterek toplumu yönetiyor. Kadın, emek, kimlik her konuda biz ve onlar diye zıtlık ilişkisi oluşturmuş durumda. AKP’nin siyaset yapma biçimi bu. Ve bu çok tehlikeli bir zemin. Düşünün AKP, Madımak katliamında bile aynı yöntemi kullanmaktan çekinmiyor. Bilinen iktidar/devlet tavrını bile gösteremiyor. Tarafgir olmayı özellikle tercih ediyor.
İnanç, erkeklerden çok kadınların ilgilendikleri, yaşamlarında önemli yer verdikleri kültürel değer. Dinin siyasallaşması tüm toplum için sakıncalı ama kadınlar gibi birbiriyle daha yoğun ilişkiler içinde, komşuluk gibi yakın temasla ilişki sürdüren, birlikte yaşama pratiklerine sahip, birbirlerinin özel alanında (evlerinde) yan yana gelerek sosyalleşen gruplar için bu tarz ayrımcılıklar daha derin neticelere neden olmakta. Dinin siyasallaştığı yerde aynı apartmanda yaşayan biri Alevi diğeri Müslüman iki komşu arasında komşuluk ilişkisi kurulamaz. Bu, kadınları kimlik üzerinden bölmek ve bir kez daha yalnızlaştırıp evlerinin içerisine diri diri gömmek demek. Korku ve güvenlik duygusu olmadan, ürkü ve korunma içgüdüsüyle her an saldırmaya hazır bir zemine sıkıştırmaktır.
Bunlara bir de inançları karalamak için kullanılan cinsiyetçiliği eklediğimizde kadın ve kadın bedeni, tıpkı milliyetçilikte olduğu gibi inanç alanında da erkeklerin sahiplenerek şiddet uyguladığı, nefret nesnesi olarak aşağılanıp, değersizleştirerek erkekliğin yeniden üretildiği bir alan olacaktır.
Tüm bunlara karşı feministler ne yapmalı? Hangi milliyetten, hangi yaştan, hangi inançtan olursa olsun bütün kadınların canını yakan çok temel sorunlar var ve biz kadınlar bu sorunlardan kurtulmak istiyorsak yan yana durmak zorundayız. Kadınları güçlendirip, erkeklere bağımlı yaşamaktan kurtaracak politikalar önermeliyiz. Erkek şiddeti bütün kadınların sorunu. Ev içi emeğin sömürüsü… Ev içi bakım emeğinin (hasta, yaşlı, çocuk ve tüm erkekler) bedava ya da çok düşük ücretle kadınların üzerine yıkılması… Kadınları erkeklere ve aileye bağımlı yaşamaktan kurtaracak politikalar kadınlar açısından ötelenemez aciliyette. Örneğin kadınlara erkeklerden bağımsız sosyal güvence… İşsiz kadınlara devlet desteği… Aileden bağımsız yaşamak isteyen kadınlara devlet desteği… Taleplerimiz böyle olmalı.
Aile meselesi feminizm açısından özel bir önem taşıyor ve feministlerin yok etmeyi hedefledikleri en temel kurum. Neden? Aile patriarkal sistemin kadın erkek rollerini kurduğu ve çocuklara geçirdiği bir kurum. Kadınları denetleyen, bedavaya emeğini sömüren, cinsel her türlü istismarın yapılıp bir de üzerinin örtüldüğü resmi kurum. Patriarkanın kalesi. Bu kale yıkılmalı!
Ve tabii ki inançlar! Kadınlar ve erkekler inançsal kimliklerini de ilk olarak ailede öğrenirler. Alevilik gibi kadıncıl bir inancın bile patriarkanın etkisiyle nasıl değişip, erkekleştiğini anımsarsak, evet, kadınların kurtuluşu için her alanda cinsiyetçilikle mücadele etmek şart.