“Hükümet” diye anılan irade yoksunu, talimat bağımlısı, kapasite fukarası bu utanç ortaklığının tutunacak dalı yoktur.
Bunu en başta söyleyelim.
Gidecekler!
Sendikalar güçlü bir eylem yaptı dün…
Epeyidir böylesi bir yığınsal güç, kararlılık, direnç gösterilmemişti.
Sokağa yansıyan dayanışmanın yalnızca “maaşlara dokunulduğu an” ortaya çıkması da hüznümüzdür.
Bu da düşündürücü yanıdır eylemin…
***
Yeni bir yasayla “Toplu Sözleşme Hakkı” darbelenmek isteniyor.
Örgütlü mücadele dağıtılmak isteniyor.
Temel özgürlüklere göz dikiliyor.
Kabul edilmez.
***
Gelelim maaşlara…
İşte burada kimi çelişkiler vardır.
Çünkü “Bütçe Planlaması” diye olgumuz yok ve bunu konuşmadığımız sürece, toplumsal bir sonuç elde etmemiz mümkün değildir.
“Bütçe Planlaması” derken kastım şudur.
Bütçe yapılırken ihtiyaç alanları belirlenmiyor.
“Maaş Bütçesi” yapıyoruz biz!
Altyapı yatırımlarının, yoksullukla mücadelenin, kayıt dışılığı önlemenin, eğitim ve sağlık reformlarının bütçede yeri yok.
Maalesef yok!
“Bütçenin yüzde 20’si altyapıya ayrılacak” denmiyor.
Ne yollar var bütçede ne de okullar…
Maaşlar var, transferler var, imtiyazlar var!
***
“Hayat Pahalılığı” ödeneğine yönelik bir “yöntem” değişikliğine gidilmek isteniyor ve sendikalar bunun üzerine ayağa kalkıyor.
Şimdi mevcut yöntem üzerinden rakamlara bakalım.
Geride bırakmaya hazırlandığımız bu yıl için öngörülen “Hayat Pahalılığı” oranı yaklaşık % 55’tir.
İlk altı ay için % 32.99 Hayat Pahalılığı açıklandı.
Kasım ayına kadar da Hayat Pahalılığı oranı % 51.63’e geldi.
Yılsonuna kadar beklenen oran en fazla % 55’tir.
Çalışanlar elbette Hayat Pahalılığı karşısında korunacak.
“Konsolide” içeren mevcut yönteme göre yılda iki kez Hayat Pahalılığı artışı olsa, bunun kamudaki maaşlara yansıması % 62’lik bir artışa denk gelecekti.
Bu hesabı Dünya Bankası Ekonomi danışmanlarından sevgili Mertkan Hamit’e danışarak yapıyorum.
Yani mevcut sistemde kamu maaşlarına yansıyan artış, Hayat Pahalılığı oranının % 7 üzerinde oluyor.
Şimdi soru şu: Bu % 7 farkı kim ödüyor?
Bunun iki yanıtı var.
Ya “dış kaynak” gelecek.
Yani Türkiye ödeyecek.
Ya da bu farkı halk olarak hep birlikte ödeyeceğiz.
En fazla da yoksullar ödeyecek.
“Bu fark nasıl ödenecek” sorusuna yanıt bulamazsak eğer istediğimiz kadar bağıralım toplumsal bir refaha ulaşmamız mümkün değildir.
“Hayat Pahalılığı” neyse, en doğru hesaplama ile bu oran maaşlara yansıtılmalıdır, eksiksiz…
“Hayat Pahalılığı” oranı üzerine çıkılacaksa da işte o zaman hem bunun kaynağını oluşturmak önemlidir, hem de asgari ücretlinin alım gücünü korumak…
Kamu görevlileri “hayat pahalılığı” karşında korunurken, bütçede yoksullukla mücadeleye, yatırıma, reformlara da kaynak ayrılabilmelidir mutlaka…
Alım gücünün nasıl korunacağına dair de bir eylem planı çıkartılmalıdır.
Öyle olmazsa yalan bir sarmal içerisinde eziliriz.
***
AKSA’ya, Taşyapı’ya, yandaş sermayeye yönelik vergi aflarının, olanca kayıt dışılığın, akaryakıt ihale yolsuzluklarının, “hükümet” denen yapıdaki savurganlığın bilincindeyim.
Ama bunların tümü tamam dahi olsa sırtını üretime yaslamayan bir düzenin sürdürülmesi imkânsızdır.
Maaşlar yüksek, yollar çukursa…
Maaşlar yüksek, okullar dökükse…
Maaşlar yüksek, ilaç yoksa…
Maaşlar yüksek, kamusal hizmetler köhneyse…
Maaşlar yüksek, hayat hep daha pahalıysa…
Burada da bir yanlış vardır.
Hele hele özel sektörde çalışan onbinlerce insanın güvencesiz, korumasız, yoksul hallerine hiçbir çözüm üretilemiyorsa yıllardır…
Yetmez.
***
Evet!
“Hükümet” denen bu kirli ortaklık gitmelidir ve gidecektir eninde sonunda…
Ama sorunun aslını konuşmazsak…
Yenisi gelse de…
Böylesi bir “bütçe planlaması” içinde ayakta durabilmek şansı zordur.
Evet!
“Hükümet” denen bu kirli ortaklık kendi aklıyla değil talimatlarla hareket ediyor ve ayıplıdır.
Yine de bu düzenin bozuk olduğu gerçeği değişmiyor.
***
Bu direniş sürdürülebilir bir bütçe yapısı, köklü reformlar ve ayrımsız tüm çalışanların hayat kalitesini iyileştirecek bir bilinçle çoğalmalıdır.
“Geçim derdi”nin en mağdur sakinlerini de kucaklayan, Kıbrıs sorununa gerçekçi bir çözüm isteğini de kapsayan, bütçe disiplinini de yorumlayan rasyonel bir ayaklanmaya ihtiyaç vardır.
Böylesi gerilimi bir ortamda bunu konuşmanın zorluğunu bilsem de “hesabı” tutturmak şarttır!
Çünkü o hesap tutmazsa, hep birlikte gülemeyiz ve geleceği göremeyiz.
O büyülü dizeye inanırım çok fazla: “Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir.”
Fotoğraf: Doğan Samer