Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a gelecek su ile ilgili ilk tartışma, boruların taşıma izni olmayan araçlarla yapılmasına oldu.
Esnaf ve Zanaatkarlar Odası Başkanı Hürrem Tulga’nın, “ülke dağ başına döndü” açıklaması aslında durumu tam da özetleyen cümle.
Ne var ki, burası dağ başı olalı, yani kanunun, nizamın, kuralın, demokrasinin işlemediği bir yer olalı çoook uzun zaman oldu.
Belki de hep böyleydi ama geçen zaman içinde bu dağ hepimizi yuttu.
Su projesi, son derece önemli bir proje olmakla birlikte, iki ülke arasında yapılan bir proje olmadı başından beri.
Yapılan anlaşma, bu anlaşma gereği olan Bakanlar Kurulu kararları çıktıktan ancak aylar sonra meclisin gündemine sureten getirildi.
Yani aynen bizim dağın başındaki örgüt ağasının yanındakilere konudan bahsetmesi gibi….
Projeyle ilgili hiçbir daireden izin de alınmadı.
Çünkü kendilerini kanunların üzerinde gören kişiler yönetiyordu, projeyi ve biz de bütün o mercilerin her türlü kanunumuzun üzerinde olduğunu çoktan kabullenmiştik.
Şimdi her şey bu kanunlar üstü yerlerde çizilen projeye uygun ilerliyor.
Bildiğimiz, bu suyun fiyatının henüz belirlenmediği ve dağıtımının özel bir Türkiyeli şirket tarafından yapılacağı.
Bilmediğimiz, yılda 75 milyon metre küp su ile bizim ne yapacağımız?
Bu su dışında bizim suyumuzun konumun ne olacağı?
Açılış töreninde, Tarım Bakanı’nın ve bizim dağ başı yetkililerinin adını yazmaya bile tenezzül göstermeyen davetiyeler bastırıldı.
Herkes tepki gösterince bu davetiyeler değiştirildi. Ama aslında bu projede Kuzey Kıbrıs’a dair hiçbir makamın iş yapmaması dolayısı ile hiç de yanlış değildi, o davetiyeler.
Ne var ki, Başbakan kurultayda tek kalem oynatmadığı bu proje üzerinden propaganda yapmaktan sıkılmadı.
Söz konusu su projesi, gelecek vizyonu olan her devlet için son derece stratejik bir proje. Gelecekte savaşların ana nedeni olması beklenen suda söz hakkı kimdeyse, refah da ona doğru akacak öngörüsünde bulunuyor, konunun uzmanları.
Tabii aynı proje kapsamında enerjinin de geleceğini düşünürsek, önem biraz daha artıyor.
Ama bizim bu projede bir söz hakkımız yok. Acı olan ise, buna değil, sadece göstermelik konulara tepki göstermemiz.
Proje Kıbrıs’ın coğrafi konumundan yararlanarak daha stratejik bir hal alırken, suyun bütün dağıtımı ve dış ülkelere satılacaksa karar vericisi ve kazanç sağlayıcısı Türkiye olacak.
Biz kendi üzerimizden geçerek stratejik önem kazanacak bu proje ile ilgili tek satırlık politika üretmedik şimdiye kadar.
Anlaşmadan kazanç sağlamak adına talepte bulunmadık.
Muhtemelen gerektiği yerde bu politikalar da yine Türkiye tarafından üretilecek ve şanslıysak, bize uygun olursa, biz de gündelik bir kazanç sağlamış olacağız.
O yüzden şimdi boruları taşıyan araçlar izinli miydi değil miydi tartışması biraz havada kalıyor. Proje zaten başından beri bizden izin alma ihtiyacı hiç hissedilmeden yönetilip hayata geçirilirken, kimse ses çıkarmadı.
Mecliste bile konu muhalefetin genel eleştirileri kapsamında kaldı.
Şimdi birilerinin gündelik çıkarına dokunuldu diye tepki göstermek son derece anlamsız kalıyor, maalesef.
Varsın boruları da iznimiz olmadan taşısınlar, varsın davetiyede adımız yazmasın...