Güney Doğu Anadolu’nun “fıstığı”

Güney Doğu Anadolu’nun “fıstığı”


Öpülesi Kent Gaziantep…


Filiz Besim


Yüreğimin peşinden sürükleniyorum bu kez Anadolu’nun o meşhur medeniyetler kenti Gaziantep’e, ya da Ayıntep’e… Minicik ama temiz, tertipli bir uçak alanı karşılıyor beni, “Doğu” denince artık hep hüzün ve korku duyduğumuz o coğrafyada. “Taksi ile Antep’in merkezi 30 dakika’ diyorlar. Atlıyorum taksiye ve bir düş gibi başlıyor bir başka kentin merkezine yolculuk. Nüfusu çarpıyor bir ara gözüme: Bir milyon üç yüz kusur falan…
“Burada asla terör olmaz” diyor genç, konuşkan taksi şoförü. Çalışkan, işine, toprağına saygılı Gazianteplilerin terörü kentlerinde barındırmadıklarının altını çiziyor. Suriye’nin en yakınındaki kent olarak ve Osmanlı döneminde Şam idare merkezine bağlı olan Gaziantep, bu günlerde Suriye’den epey göç alıyormuş. Kimi zengin Suriyeliler Gaziantep’ten ev alarak, ya da kiralayarak Gaziantep emlâk piyasasını bayağı yükseltmişler. Ancak yoksul birçok mülteci de, içler acısı koşullarda, yine Antep ve özellikle sınıra en yakın şehir olan Kilis’te yaşama tutunmaya çalışıyorlarmış.
Eskiye tutkun ruhum, biraz ürkerek de olsa, eski şehrin merkezinde, tarihi bir ortamda konaklamayı seçti. “Zeynep Hanım Konağı”, eski Antep’in birbirine geçen daracık sokaklarının arasında. Yollar, minik taşlarla döşeli. Daracık sokaklardan geçip yüz elli yıllık konağa ulaşmaya çalışırken taş evlerin demir kafeslerine takılmamak elde değil. Avluları birbirine bakan örme taştan evlerin arasından geçerken; “masallar diyarına mı geldim?” diye hoş bir ürperti sarar insanı. Zeynep Hanım Konağı, iç bahçeli tarihi yapısıyla, insanın ruhunu hemen sarmalıyor. Örme taştan bu evlerin ortak özelliği, sanki yüzyıllar boyunca hiç boyanmamış gibi durmaları. Bu da sanırım kente gri bir renk veriyor.
KENTİN SARMALAYICI RUHU…
İlk gecemizde arkadaşlarla Gaziantep’in dillere destan restoranı İmam Çağdaş’ta yemek yemeye karar veriyoruz. Eski şehirde her şey yürüme mesafesinde ve her şey sanki yüzyıllar öncesinden kalmış gibi. Yol boylarınca ne çok eski han var!.. Hepsi korunmuş; hâlâ tıpkı bir zamanlar ipek yolu üzerinde ağırladıkları gibi, şimdi de başka bir boyutta misafir ağırlamaya devam ediyorlar.
Yolumuzun üzerinde Baharatçılar Çarşısı… Kurutulmuş biber ve patlıcan dizileri, kıpkırmızı pul biber yığınları, kına çuvalları…
Ve tarihi kentin meşhur bakırcıları… Bakırın işlenmiş her hali. Dükkânların önünde ellerindeki çekiçlerle bakır döven, bakırı nakış gibi işleyen ustalar…
Minicik bir keşifte, kentin ruhu sarıyor bizi. Nerden gelip, nereye gideceği meçhul bir keşişler grubu olarak giriyoruz iki katlı eskiye sadık İmam Çağdaş’a.
GAZİANTEP YEMEK KÜLTÜRÜ…
1887’de kurulmuş olan bu restoran, önceleri yolun karşısında küçük bir mekânmış. Sonra yol genişletme çalışmalarında, yıkılıp tam karşısına kocaman ferah bir mekân olarak yeniden inşa edilmiş. Mimarı, 1800’lere sadık kalmış... Duvarında kocaman bir Osmanlı tuğrası. Masamıza yerleşip, tipik Gaziantepli garsonumuz Hasan Çağıl’a “bize Gaziantep’te olduğumuzu hissettir” diyoruz. Hasan böyle bir siparişe belli ki çok alışık, “Tamam” diyor ve Gaziantep’in meşhur lezzet fırtınalarını ardı ardına taşımaya başlıyor. Başlıyor başlamasına ama bu sıralama yüzyılların imbiğinden süzülmüş bir kültürün öylesine özü ki; insanın gözü, damağı ve midesi hep aynı şaşılası mutluluğu yaşıyor. “Bana yediklerini değil gördüklerini anlat” dese de atalarımız; ben size yediklerimi anlatmak zorundayım. Çünkü Antepliler gerçekten de yemeklerine lezzetin yanında müthiş bir kültür ve sevgi katıyorlar. Kaç şehirde yemek müzesi vardır ki? Gaziantep’te var işte…
Hasan, ilk olarak gâvur dağı salatası (nar ekşili, cevizli), Antep peynirli maydanozlu sıcacık bir ekmek, soğan peyzanı, küncülü (susamlı) ekmek, şişman pufuduk kıpan ekmek ve ezme getiriyor masamıza.  Yanında da kocaman bir tasta kaşıkla içilecek ayran. Hepsi tadımlık. “Biz bunlarla doyacağız” diye düşünürken “mola” diyor kültürüne ve tarihine âşık garsonumuz Hasan. “Şimdi çay saati”… Ana yemeğe geçmeden önce çay içirip, en az on beş dakika bekletiyor bizi. Ve yine lezzet fırtınası devam ediyor. Tadına doyulmaz bir sohbetin eşliğinde. Kâh, garson katılıyor sohbete, kâh yanımıza gelen yaşlı biletçi. Urfalı garson da arada tuz, biber… Fındık Ali Nazik, altı ezmeli kuşbaşı, simit kebabı ve sadece yılın bu ayında servis edilen şeker soğanlı kebap. Hasan hepsini ayrı ayrı anlatarak ve özel pidelerde kendi elleriyle hazırlayıp servis ediyor tabaklarımıza. Dedim ya, muhabbet koyu.
O GECENİN ESPRİSİ…
Arkadaşlardan biri Hasan’a soruyor. “Sen Gaziantepli ile Kayserilinin hikâyesini biliyor musun?” Malûm, iki şehir de Anadolu’nun tüccar esnafları ile meşhur. “Bilmiyorum” diyor Hasan. Muhabbeti hisseden biletçi de yaklaşıyor masaya. Arkadaşımız anlatıyor. “Gaziantep’te iş yapmayı düşünen bir Kayserili, buraya gelmiş. Hanına yerleştikten sonra biraz da Gazianteplilerin ticari zekâsını yoklamak için, yanına gelen hancıya demiş ki, “Bana öyle bir şey ver ki, hem ben doyayım, hem atım doysun, hem de sonrasında canım sıkılmasın eğleneyim.” Gaziantepli öyle bir şey veriyor ki Kayseriliye, adam çok etkileniyor. ‘Yok, bunlar çok zeki, bana burada iş yok deyip geri gidiyor. Neydi Gazianteplinin verdiği?” İşte bu soruyla Hasan, biletçi ve tuz biber Urfalı garson dağılıyorlar. Arkadaşımız inatçı, ısrarla cevabı söylemiyor. Uzun ama keyifli bir git - gel sürecinden sonra Hasan, cevabı buluyor: “Karpuz”… Meyvesi ile insan doyacak, kabukları ile atı… Çekirdekleri ile ise eğlenilecek… O gecenin esprisi “karpuz”du vesselâm…
KADINLAR SOSYAL YAŞAMIN İÇİNDE…
Kapuzu bilmenin de rahatlığıyla Hasan bir başka şevkle devam ediyor bize lezzet fırtınasını sunmaya. “Artık finale yaklaşıyoruz” diyor ama önce taze limon suyuna gazoz ilâve ederek bize içiriyor ve biraz bekledikten sonra kahvelerimiz geliyor. Kahvelerden sonra final: Antep’in meşhur baklavaları… Ama eğitim almak gerekir. “Baklavadan sonra asla su veya herhangi bir şey içilmez” diyor ve ekliyor manisini… “Ye yağlıyı, iç suyu/ Dondurursa dondursun./ Ye Şireyi/ İçme suyu / Yakarsa yaksın.” Ve tatlı ile ilgili çok önemli başka bir kültür: Baklava ters çevrilerek, damak üzerinde eritilerek yenir. Yani bu çok özel tat, damaktaki tat hücreleriyle yoğun bir temastan geçirilir. Baklava menümüz şöbiyet, özel dilimli baklava ve fıstık sarma dolama…
Dedim ya, adım adım gezilecek bir şehir Gaziantep. Zengini çok zengin ama çıplak ayaklı dilenci çocukları ile de kentin ekonomik durumunu tahlil etmek zor değil.
Kadınların sosyal yaşamın içinde olduğunu anlatan, lokantalar ve kahvehanelerdeki kadın arkadaş grubu toplulukları…
MÜZELER KENTİ… VE ZEUGMA…
Gaziantep tam bir müzeler kenti. Doğru dürüst bir müzesi olmayan uygarlığın beşiği bu adadan öyle bir kente gidince elbette ki hüzün duymamak elde değil. Kısıtlı zamanımız içinde biz dünyanın en büyük mozaik müzesi olma özelliğini taşıyan Zeugma Kenti müzesini gezmeyi seçiyoruz. 1700 metrekarelik mozaiği içinde barındıran 2011 yılında açılan bu müze tek kelimeyle büyüleyici.
Zeugma, MÖ 300 civarında Büyük İskender’in generallerinden Selevkos Nikator tarafından kurulmuş bir antik şehirdir. Bugün Gaziantep ilinin Nizip ilçesine yakın Belkıs köyü eteklerindedir. Zeugma kenti önce kurucusunun adıyla, sonra da Roma İmparatorluğu döneminde köprü anlamına gelen “Zeugma” adıyla anılır. O dönemlerde Antakya - Çin arasında Fırat nehri yoluyla oluşan geçitte büyük bir liman kentiydi. İşte Gaziantep Zeugma müzesinde bu şehrin o dönemdeki evlerine ve çarşılarına ait eşiz güzellikteki mozaikleri sergilenmektedir. Zeugmalılar, o günlerde bütün yaşamlarını ve mitolojik kahramanlarını on üç muhteşem renkteki mozaiklere işlemişler ve bu sanat eserlerini evlerinin duvarlarında sergilemişler. Müzenin en etkileyici eseri çok özel bir bölmede sergilenen dünyaca ünlü “Çingane Kızı” mozaiği olsa da, bir Kıbrıslı olarak Afrodit’in beyaz köpükler arasından doğuşunu simgeleyen eser de, Zeugma müzesinde beni etkileyen eserler arasında.
Müze, tarihi ipek ve baharat yolunun hemen karşısına inşa edilmiş. Müzenin kafesinde  oturup ipek yolundan geçen, simgesel olarak canlandırılmış develer, keşişler ve bu kervanın en önünde giden eşeği izlemek tam bir tarih yolculuğu…
Öyle zengin bir şehir ki Gatiantep, elbette ki bu minicik yazıya her şeyi sığdırmak çok zor. Modern alışveriş merkezleri, 1600’lerden kalma tadına ve tavla oynamaya doyulmaz Tahmis kahvecisi, Gazianteplilerin meşhur sıra geceleri, tarihi kokusu ve dokusuyla 100 kusur yıllık Beyaz Han… Daracık taşlı sokaklardan her an karşınıza çıkan Anadolu’nun bağrından kopmuş türkü barları bende iz bırakacaktı. Konakta birbirine sarılıp “biz kardeşiz” diyen Türk ve Kürt garsonlar ise yüreğime bir başka dokundu.
Ben bu buram buram tarih ve kültür kokan,  ruhu olan özel kente “birkaç günlük bir kaçamak yapın” derim.

Dergiler Haberleri