ARSLAN MENGÜÇ’TEN
GÜNEY’DE KALAN KIBRIS VE AGAPİMOU…
Biraz uzun sürdü – sağlık nedenlerimden dolayı – Arslan Mengüç’ün, “Güney’de kalan Kıbrıs ve Sevgilim” adlı yeni çıkan ‘bir kitapta ikili eserini’ okumak. O da zaten öyle not düşmüş kitabının iki tarafına da: “İki Kitap Bir Arada” diye.
Kitabı bitirince, upuzun bir düşünce yapıştı yakama… Ve, sonuçta ne kadar memnun oldum anlatamam: “Bütün Giritliler yalan söyler… Bütün X’ler kötü niyetlidir… Zenciler pis kokar” ve buna benzer önyargıların insanın yakasını bırakması ne güzel… Bunu tek bir kişi için değil, hepimiz için yazıyorum; çünkü ve maalesef, “Önyargılar” her an bizimle beraber, yan yana, iç içe…
Önyargısız yaşamak, yürümek hatta soluk almak bile olanaksız çoğumuz için…
GELELİM, GÜNEYDE KALAN KIBRIS’A
Ve, sözü, öncelikle yazarına verelim:
“24 Nisan 2004’de, kapıların açılmasının hemen ardından, Güney Kırıs’ı daha yakından tanıma fırsatı buldum. İlk başlarda, yeni yeni yerleri görme dürtüsü, zaman içinde yerini, Kıbrıs Türkü’nün, Güneydeki, gösterişsiz, kendi halindeki yaşamını daha yakından öğrenme isteğine bıraktı.
(…) “Güneyde Kalan Kıbrıs” için, hemen herkesin bir şekilde yüreğinin bir köşesine sıkışıp kalmış bir anısı veya yaşanmışlıkların ‘ortak adı’ da denebilir…
(…) Öte yandan, “Güneyde Kalan Kıbrıs’ın öbür yüzünde, benim Güney Kıbrıs’tan ‘kişisel anılarım’ yer alıyor. “Agapi Muv – Sevgilim”i, de en az bu kitap kadar beğeneceğiniz umuduyla…”
***
Kitabı büyük bir dikkatle – sanırım, kendi anılarım + değer yargılarımın da eşliğinde – Günümüzde, insanlığın savaş çığlıklarıyla kulaç attığı – daha doğrusu attırıldığı – 21. Yüzyılda bizim bu küçümencik adamızda, sanki, dünyanın en lanetlileri olan bir halk (biz), durmadan baskılara, zulümlere uğramakta… Bu zulümler eksileceğine, gün be gün artmakta…
Acılarımız, külleneceğine, her gün, üzerlerinden yeni dumanlar tütmekte…
İşte böyle bir tarihin ‘acı anılar kitabının sayfalarını’ çevirerek, onları gündeme getirmiş A.Mengüç… O bölgelerde, evlerde yaşayanların yakın tanıklığını, neredeyse yürek ağrılarının atışını sayfalara aktararak…
Bir bakar mısınız, gezilen – röportajları yer alan köylerin başlıklarının bazılarına:
“Dağ Olmuş Bağlan, Paranın Üstündeki Köy, Kırık Kaide, Tutmayan İncir, İnsan Hiç Dilini Unutur mu?, Adanın İncisi, Bu Bağ Artık Benim, Susuz, Artık Susuz, Dere Şimdi Kupkuru, Müslüman Köyün Kilisesi, Çözüm olmaz Unutun Onu, Dönüm Noktası: Geçitkale, Yağmur Almış Sular Süpürmüş, Gazi Büst, Önce Özür…
AGAPI MOU… SEVGİLİM…
Yine, öncelikle A. Mengüç’ü dinleyelim:
“(…) 24 Nisan 2004’te, kapıların açılmasının hemen ardından, Güney Kıbrıs’ı daha yakından tanıma fırsatı buldum. Kıbrıs’ın en ücra köylerinden, “Trodos’taki küçük köy’de, kimi zaman haftanın iki, kimi zaman da üç – dört günü kaldım…
(…) Yaşlı kuşaklar, yani, Türkleri tanıma fırsatı bulanlar, Kuzey’deki komşularına karşı çok daha saygılı. Buna karşılık genç kuşaklar ve özellikle çocukların, Türklerden, “öcü gibi” korktuklarını üzülerek gördüm; tabii, istisnalarını saymazsak…
Öte yandan yüzyıllar boyu aynı coğrafyayı paylaşmanın ve kız alıp vermenin doğal sonucu, Türklere en yakın halkın Rumlar / Yunanlılar olduğunu belirtmeliyim; ama, aradaki din ve dil farklarının halklar arsına ektiği düşmanlık tohumları kolay kolay yok olmuyor; bunu, deneyimlerimle de yaşadım…”
***
Her iki kitap da bizim için çok önemli… Tek satırını dahi atlamadan okumak gerek…
Bu kitapta, bu küçük Ada ve iki halkının bir bakıma ‘tragedyası’ var. Acılarla – sevinçler, baskılarla – direnişler o kadar sarmaş dolaştır ki… Okurken dahi, yaşamın o diyalektik acısı derin çentikler atar içinize… Zaten, doğrusu da bu değil midir?
Yaşama bir çentik atmak değil midir yazmak?!
***
Ve, Sotiriolla… Bir Rum kadını… Hızla ilerleyen bir dostluk… Hem Türk tarafına geçen, hem de onun yüreğine giren kadına… Yürekten, bir hoş geldin… “Kalo sorisede” deyişi… Türk ve Rum bölgesini birlikte gezme, tanıma… Hafta sonlarını “Trodosdaki küçük bir köyde” geçirme…
***
Bence bu kitap okunmalı… Hem de dikkatle…
Ve, gittikçe yozlaşan bir geleceğe karşı geçmişimizin değerlerini korumak adına… Çünkü,
Geçmişimize ve gündemimizdeki tüm siyasi karmaşanın ötesinde bir Türk erkek ve Rum kadının dostluğu / gönüldaşlığı ve bir süre de olsa bu iki insanın bir bütünün parçaları gibi olabilmesi… Ne kadar kısa olursa olsun!
Tabii ki, sonuçta, “Kıbrıs Sorununun” tüm kılçıkları giriyor araya… sonra, uzaklardan gelen bir telefon: “Oğlum, sana bir türlü ulaşamıyorum; yoksa, Rum diyarını vatan mı sandın!”
Ve, kuşkular, sorgulamalar: “Acaba ne yapıyorum bu Rum topraklarında?” ve, “evli evine, köylü köyüne…”
***
Son söz olarak: Aklımda, neredeyse tüm benliğimde, yurdumla ilgili şu soru durmadan kendini yineliyor:
“Yozlaşan bir geleceğe karşı geçmişin değerlerini korumak mümkün mü?
İnsanın özündeki ‘Sevgi’ denen duygu zenginliği körelmedikçe neden mümkün olmasın… Yalnız geçmişin değil, insanlık değerleri olan ‘Sevgi, saygı, dayanışma vb değerleri’ hatırla(t)mak, uygulamak o kadar zor olmasa gerek… Yeter ki, gönül istesin…
Bu kitapta kendi kendimizle ilgili o kadar gerçekle karşılaşıyoruz ki…
SÜRE KISALDI… HEYHAT
YENİLENME: Yeniliş… Çöküş… Ürperiş
tutunamıyoruz zamana
Çekiyoruz perdeyi… ya da tetiği…
AÇILDI SANDIK: Yığılmış geçmişimiz karmakarışık…
Birbirini kemiren akrepler…
İblisin formülleri, cebrailin taşları, cadı kazanları…
Desise, şehvet… İç denizimizin derinliğinde dolaşıyor
Dalgın ve meczup bir peder…
ÇILGINLIĞIMIZIN ŞARKILARI: Delirmiş bir arya…
Tinsel boşalım… amansız kaçış, kör beden… kör ten…
Estetik, edebi histeri… İnsan külliyatı… külli insan…
Abartı,akıldışı histeria… Akıliçi bir zafer sanrısı…
Sonsuz aldanış… Dianysus… Sarı safran ve arya…
Çılgınlık… yarık bir pencere… kuşku…
Medusan’ın esin perisi… büyülü su içinde
büyüyen ay…
TEKNOLOJİ: İnsan… makine… makine insan…
Makine… maki-ne? Hangisi inde hangi san…
İninde insan iniltileri inliyor… Sayrı…
Saf tutmuş irade… Uzun boyunlu yılkı atları
Uzak… ağzım kalabalık bir sokakortası…
Pasımsı tad… Beynim bana uyumsuz
Bir uydu… Çılgın bir çark…
TEKNO-OLOJİ: Kubik… Komik… İronik… Kopuk…
formüller ötesi ar… arık hayatları arıtır…
kirlerden… Arınma… arın-ma… arınamazsın
ki: kitle işkembe… metafor… Cebir… Cebren
yüksek gerilim… Atlas… at…
Atı al baba… Beni de al terkisine…
Sür doludizgin… Doktor Faust peşimde…
Sıyrıklar içi(m)nde bedenim, beynim, tinim…
Erotik arzu… Libido, özgür öfke+aşk…
bilinç altı mazoşist histeria…
Eros yaralı… Thanatos… Ölüm tanrısı, uykunun kardeşi…
Parosun oğlu çılgın Eros… Cin oğlu cin…
Kasıklarında ikiye bölünüyor evren…
Şehvet… bet bereket… dili ateş…
Çözülüp dağılıyor hayat…
İnsan hem ok, hem de hedef…
Ölü Ütopya… Sonsuz okyanus…Yolculuk…
MEDYA: Cüce beyin, sanal kudret…
An be an enjekte edilen kaos
ParamparçalIk… anarşi…
İçimiz derin bir zaman vurgunu
Göç ve ateş hasadı…
DÜNYA: Bir tiyatro sahnesi…
Absurd komedi, karamizah, çılgın parodi…
Mistik bir komün… ego, pop, delilik ve büyü
Çılgın parodi… Alkış: Şak şak şak…
Cinsel… eşcinsel… lezbien… travesti…
Gövde… orgazm… grup seks… karşı seks…
Pornografi… sapkı… isyan…
Sadist… narsist… mazoşist…
Politik reaksiyon… ereksiyon… tansiyon….
Duuuuuur…
Beyaz siyah zenciler… Gurbetler…
kesik elektrik… kesik organ…
bilumum han hamam
cici kız… cici oğlan…
Politika… Ahlak… Sanat…
Süre kısaldı… heyhat…
Hiyerarşi… anarşi… demokrasiiiiiiii…
Neriman CAHİT