Akıncı’nın seçilmesi ile birlikte, adada ve dışarıda, Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde genel bir iyimserlik havası egemen olmaya başladı; liderler ayrı-ayrı ve birlikte olumlu esintiler vermektedir.
Akıncı’nın New York’ta BMGS Ban Ki Moon ile yaptığı doğrudan görüşme de taşları yerine oturtacağa benziyor. Liderlerin temsilcileri yoğun çalışıyor, belli ki önceki çalışmaların taramasını yapıp, mutabakat sağlayıp, yeni konulara doğru ilerleyecekler. Her şey iyi görünüyor…
Kısa süre önce bu köşede yapılan değerlendirmede, “… sürecin ilerlemesinde ve başarılı sonuçlanmasında kilit unsur Güney Kıbrıs’dır. … bu yeni başlangıçta tedirginlik veren taraf Güney.... Dert, Güney’in statükocularının hemen işe koyulmuş olmalarından kaynaklanıyor.” denilmişti.
Hafta içinde Güney medyasında çözümün maliyetinin yüksek olacağına dair yayın yapıldı. Bu senaryo 2004’den kalmadır. İki toplumlu çalışmalarda çözüm – barış – birleşme konularında yaptığı olumlu ve hatta cesur diye görünen çıkışlar ve katkılarla nerdeyse sembol isim haline gelmiş olan bir Kıbrıslı Rum işadamı, Annan Planı’nın ilerleyen aşamalarında Papadopulos’un yanında yer alarak, halkına birleşmenin yüksek maliyeti olacağını ve bunu Kıbrıslı Rumların ödeyeceğini söylemişti. Bu propagandanın etkilerini Vasiliu bile gideremedi… Bu yoruma bir de memurların statüsünün ve özlük haklarının gerileyeceği eklenince, Güney’in ‘Hayır’ kampanyasının kitleleri çığ gibi büyüdü.
Şimdi servis edilen rapor da geçmiştekinin benzeri; memurlarla ilgili kaygı yaratacak içerik de eksik bırakılmadı… Gerçi geçen sefer Kıbrıslı Rumların ekonomisi güçlü, kendileri de zengindi ve bunları Kıbrıslı Türklerle paylaşmakta isteksizdi ama bu defa o da yok; yani paylaşılacaksa, fakirlik paylaşılacak… Geçen defa dünya ekonomileri bunalıma henüz girmemişti ve birleşme maliyetine finansal destek sağlayacak ülkeler vardı; şimdi onlar da eksildi… Dolayısıyla, servis edilen rapor, yüksek maliyetin Kıbrıslılarca karşılanacağı ve onlarda da olmadığına göre, fakirliğin dramatik boyuta gelebileceği yorumlarına kadar açılabilir.
Rapor, birleşmenin ekonomiye getireceği katkıyı, ekonominin halen kullanılamayan kapasitelerinin de devreye girmesiyle büyüyecek gelirleri pek de hesaba katmıyor. Bu raporu ekonomik yaklaşımla değerlendirip söylenebilecek birçok karşı sav var; ancak raporun amacının geçen defa olduğu gibi kafaları bulandırmak ve endişe yaratıp statükonun devamını sağlamak olunca, ekonomi bilimi üzerinden çalışma yapmak sonuç getirecek değildir.
Bu raporun bu aşamada piyasaya sürülmesinin siyasi amacı deşifre edilmeli, zenginliğin mevcut statüko altında sürdürülebilirliğinin olası olmadığı örnekleri ile anlatılmalıdır. Halklara “fakir da olsak, barış içinde yaşayalım” iddiası sahiplendirilmeli, ekonominin aktörlerine “ekonomi parfümse, esansı barıştır” kavramı sahiplendirilmeli ve başlayan olumlu sürecin zehirlenmesine kalkışanlar, işin başından etkisiz hale getirilmelidir.
Kilise henüz suskun… Bu rapor Kıbrıslı Rumlarda olumsuz hava yaygınlığı yaratabilirse, kilisenin bu başlangıcı kullanıp, dini ve ulusal şövenizmle kampanyayı geliştirme hevesi ateşlenebilir. Onun için ve şimdiden, Güney’de ipuçları verilen bu olumsuz kampanya için etkin çalışmalar yapılmalıdır. İki tarafta da ilişkileri gayet başarılı olan ticaret odaları, sendikalar, siyasi partiler, meslek ve sivil toplum örgütleri Güney’deki olumsuz akımı güçlenmeden kesme için gerekli işbirliğini yapmaları, birlikte çalışmaları ve kamuoyunu statükocuların korkutma etkisinden korumaları önemli bir ihtiyaçtır.
Kıbrıs Türk tarafı olarak, Rumların bir kez daha ‘hayır’ deme olanakları olmadığına güvenip, buna bağlı strateji kurgulamak da doğru değildir. Kıbrıs’ta barış, federal yapıda iki halkın birlikte ve bir arada yaşamaya odaklanması ile sürdürülebilir.