Kıbrıs’ta iki ana toplumdan Kıbrıslılar’ın en temel özelliklerinden biri de gözlemlerine göre şudur: Birisi bir öneri yaptığı zaman, derhal net bir tavır alınır ve ya o öneriden yana, ya da öneriye karşı olunur. Kısacası genel olarak alınan “tavır” o şekilde olur ki, farklı bir bakış açısına doğru bir eğilim gösterilmez, önerilen şeyin ne olduğu da – yani içeriği – o kadar da önemli olmaz...
Bunun nedeni belki de korkudur, kendi “statükolarını” kaybetme korkusu, gelecek korkusu, “bilinmeyen”e karşı korku, eğer bu “bilinmeyen”e doğru bir adım atacak olurlarsa, ne olacağını kestiremeyişin korkusu... Böylece herşey bir “evet” ya da “hayır” ekseninde sıkışıp kalır ve “belki de, bunu bir başka biçimde yapmak da mümkündür” gibi bir görüşe herhangi bir alan bırakılmaz. Son 40 küsur yıllık aktif gazetecilik ve barış aktivistliğim döneminde gözlemim budur – insanlar düşüncelere ve önerilere, bir futbol takımını tutar gibi ya da ona karşı çıkar gibi yaklaşmaktadırlar... Elbette istisnalar kaideyi bozmaz her zaman olduğu gibi fakat benim adamızın iki tarafında da gözlemim böyledir...
Hayat bir futbol takımını destekler ya da ona ölümüne karşı çıkar gibi düşünce ve önerileri destekleme ya da karşı çıkmanın ötesinde adımlar gerektirir ve belki böylesi “duruşlar”ın nedenlerini biraz daha iyi anlayabilirsek, o zaman belki varolan, denenmiş ya da yalnızca Kıbrıs’ta değil, Balkan ülkeleri gibi başka yerlerde de denenmiş ve toplumlarımıza yararlı olabilecek düşünceler için bir beyin fırtınası yapıp bunları destekleyebiliriz, toplumlarımızın ihtiyaçlarını, kaygılarını ve korkularını gidermeye yönelik yeni fikirler ortaya koyabiliriz, daha önce Kıbrıs’ta ya da başka yerlerde denenmiş fikirlerden feyz alabilir, bunları uygulamak isteyebiliriz... Kesin olan şudur: Bu adada diyalog ve yeniden yakınlaşmaya açılım getirecek önerilere, fikirlere, yeni bakış açılarına ihtiyaç vardır...
GELECEĞE YÖNELİK TAHAYYÜLLERİN EKSİKLİĞİ...
Toplumsal cinsiyet eşitliği ve barış konularında onlarca yıl boyunca atölye çalışmaları düzenleyen bir barış atkivisti olarak, sözkonusu “gelecek” oldu muydu grupların genelde tahayyül eksikliğiyle karşı karşıya kalıyordum... Örneğin toplumlarımızda kadınların konumunu güçlendirmeye, onları toplumsal cinsiyet eşitliği, toplumsal cinsiyet rolleri ve bunların nasıl değiştirilebileceği, ne tür örgütlenmelere gidilebileceği gibi konularda eğitim verdiğim atölye çalışmalarında kadın katılımcılara “role-play” denen küçük tiyatro oyuncukları sahnelemeleri, bu eğitimin parçasıydı. “Şimdiki durum”u yansıtan bir küçük oyun sahneye koyuyordu kadın grupları ve bir de “geleceği” gösteren küçük bir oyun. “Şimdiki durum”u sahnelerden kadınlar son derece başarılı oluyordu: Evlerinde ya da işyerlerinde karşılaştıkları sorunları, karşılaştıkları ataerkil/maço tarzı davranışları vs. çok iyi sergiliyorlardı bu küçük oyunlarda. Ancak ne tür bir gelecek istedikleri, ne tür bir gelecek öngördükleri konusuna geldiğinde, tek yaptıkları şey genellikle erkek rollerini, kadın rolleriyle değiştirmek oluyordu. Böylece genel olarak bu “geleceğe” dair oyunlarda erkekler evde kalıyor, kadınlar da arkadaşlarıyla dışarıya çıkıyordu geceleyin örneğin. Ve bunun gibi şeyler... Kısacası değişmeye yönelik korkuyu atarak ataerkil baskılardan, toplumsal cinsiyet rollerinden yoksun bir gelecek tasavvur edemiyorlardı... “Gelecek” konulu oyunlarda – ki bunu hem kırsal, hem kentsel bölgelerdeki atölyelerde, hem tek toplumlu, hem iki toplumlu gruplarda uyguladım – aynı şey oluyordu: Kadın rollerini erkek rolleriyle değiştiriyorlardı... Bunu gözlemleyip incelemek benim için inanılmaz bir deneyimdi... Geçen sene kaybettiğimiz değerli arkadaşımız Ksenofon Kallis de Kıbrıs’ta ortak geleceğimize dair yeni fikirler ortaya koyanların çok az olduğuna dikkat çekmekteydi her zaman... Ve bundan yakınmaktaydı...
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis geçtiğimiz günlerde bir dizi güven yaratıcı önlem ortaya koyduğu zaman aynı şey oldu: İnsanlar gene bir futbol takımı taraftarı gibi davrandı ve ya bu önerileri göklere çıkardı, ya da yerin dibine batırdı. Genel olarak her iki tarafta da durum buydu, gene belirtelim, istisnalar kaideyi bozmaz elbette ancak genel durum buydu... Bu önerileri alıp üzerine farklı öneriler de inşa ederek bu adada birlikte bir gelecek kurmamıza yönelik pek az görüş ortaya kondu bu süreçte... Elbette Hristodulidis’in ortaya koyduğu öneriler yeterince derine gitmiyor olabilir ancak ateş-kes koşullarının hakim olduğu, iki tarafın diyaloğunun sınırlı olduğu, müzakerelerin kesintiye uğramış olduğu bir ortamda, her türlü güven arttırıcı önlem cesaretlendirilmeli, alkışlanmalı, eleştirilmeli ve bunun başka nasıl yapılabileceğine dair yeni öneriler de ortaya konmalıdır.
AİLELERİ BİRARAYA GETİRMEK...
Bu fırsattan yararlanarak ben de “güven yaratıcı önlemler”e yönelik kendi düşünce ve önerilerimi okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Bana göre bazı “güven yaratıcı önlemler” şöyle olabilir:
*** Aileleri bir araya getirmek: Bu aslında canyoldaşım Zeki Erkut’un yıllardır ortaya koyduğu güzel bir fikirdir – canyoldaşıma göre örneğin Leymosun’da yaşayan bir Kıbrıslırum aile ile Karpaz’da ya da Omorfo’da yaşayan bir Kıbrıslıtürk ailenin pek karşılaşma olasılığı yoktur ve bir diğeri, öteki toplumun nasıl yaşadığına, neler hissettiğine, neler düşündüğüne, ne tür acılar çektiğine, ne tür mücadeleler verdiğine dair derin bir fikir sahibi olmayabilir. Canyoldaşımın fikrine göre böylesi bir projeyle aileler bir araya getirilebilir, birbirlerini ziyaret edebilirler, birbirlerinin ihtiyaçlarını, kaygılarını ve korkularını öğrenerek bir dostluk ve karşılıklı anlayış oluşturabilirler. Aslında canyoldaşımın bu önerisini sendikalar rahatlıkla uygulayabilirler çünkü bu tür bir projeye katılmak isteyen üyelerinin kimler olduğunu bilebilirler. Şunu iyi biliyoruz ki Kıbrıs’taki sendikaların – sol çizgiden sağ çizgiye kadar – birbirleriyle bağlantıları mevcuttur, çalışma hayatına ve işçi haklarına dair konularda işbirliği çerçevesinde bağlantıları vardır. Uluslararası sendikal harekete üyelikleri nedeniyle de çeşitli faaliyetler yürütüyorlar. Aileleri bir araya getirme önerisi örneğin PEO gibi ilerici sendikal bir hareket tarafından rahatlıkla uygulanabilir çünkü zaten PEO, kendine ait Pervolya’daki tatil köyünde DEV-İŞ ve PEO Kadın Büroları aracılığıyla kadın üyelerini ve ailelerini zaman zaman konuk ederek etkinlikler yapageldi senelerce...
ORTAK BİR ÇEVİRİ MERKEZİ...
*** Çevirilere yardımcı olmak için ortak bir çeviri merkezi oluşturmak: Toplumlarımız arasında iletişimde en önemli engellerden birisi de dildir. Geçmişte, çatışmalar başlamadan önce Kıbrıslıtürkler’in ve Kıbrıslırumlar’ın büyük çoğunluğu iki hatta üç dilde iletişim kurabiliyorlardı. Pek çoğu Rumca, Türkçe ve İngilizce konuşabiliyordu... Okullarda Rumca ve Türkçe zorunlu ders olarak okutulmaktaydı... Oysa günümüzde bu artık geçmişte kalmış güzel bir hayaldir – böylece ne yazık ki herhangi bir etkinlik, herhangi bir toplantı veya panel ya da atölye çalışmasında çeviri gerekmektedir ve çeviri ise son derece pahalıdır... Pek çok çalışmayı İngilizce dilinde yapmak da, katılımı ister istemez sınırlamaktadır. Yakın geçmişte “kayıp” yakınları ile Kayıplar Komitesi’ni yeniden bir araya getireceğimiz bir etkinlik için simultane çeviri fiyatlarını öğrenmeye çalıştık ve birkaç saat için Türkçe, Rumca ve İngilizce simultane çeviri için 2 ile 3 bin Euro arasında bir para ödememiz gerekeceğini öğrendik. Böylece bu etkinliği erteledik, ta ki bunu başka nasıl yapabileceğimizi çözümleyene kadar. Bizimkisi çeviri gerektiren tek etkinlik değildir... Pek çok etkinliğin çeviriye ihtiyacı vardır. Bu konudaki önerim: Yeşil Hat’ta ya da ara bölgeye yakın bir noktada her tür çeviri olanağının bulunabileceği ve toplumlarımızın karşılıklı anlayış ve yeniden yakınlaşmaya yönelik etkinliklerinde ücretsiz yararlanabilecekleri bir çeviri merkezinin oluşturulmasıdır. Bu, Kıbrıs’a yönelik AB fonlarıyla rahatlıkla yapılabilir. Böylesi bir hizmet aşırı “bürokratik” olmamalı, kolaylıkla kullanılabilmeli ve daha fazla sayıda insanı etkinliklere katarak karşılıklı anlayış ve bir barış kültürünün oluşturulmasına yardımcı olunması hedeflenmelidir.
GEÇMİŞLE YÜZLEŞME...
*** Geçmişle yüzleşme: Çatışmalar ve savaş yaşamış toplumlar olarak geçmişimizle yüzleşmeyi “intikamcı biçimde” değil, karşılıklı anlayış yaratacak biçimde gerçekleştirmeliyiz. Bu, her zaman benim en büyük düşlerimden biri oldu: İnsanları bir araya getirerek adanın farklı yerlerinde örneğin 1963-64’te neler olduğunu, neler yaşandığını, her bir toplumda durumun ne olduğunu, kimlerin ne yaptığını, kimlerin neler planladığını, kimlerin bu işlerden çıkarlar elde ettiğini ve Kıbrıs dışında o dönemde ne tür gelişmeler yaşanmakta olduğunu... Aynı tartışmalar 1963-74 dönemi için de yapılmalıdır: O dönem gerçek durum neydi? Bu dönemde kimler, ne gibi roller oynamaktaydı? Ve 1974... Her bir toplumda o günlerde durum neydi? Kimler ne planlamaktaydı? Veya örneğin Çatoz’u ele alalım... Kıbrıslırum askerlere Çatoz’a saldırmaları yönünde kim emir vermişti? Orada neler olmuştu? Veya savaş sonrası Karpaz’ı ele alalım... 1974 sonrası orada durum neydi? Kıbrıslırumlar, Karpaz’dan kaçsınlar diye neden taciz edilmekteydi? Ne tür acılar çetkiler? Bundan kimler kazanç elde etti? Yakın geçmişimizin her bir parçacığını ele alarak altında yatanları, okullarda öğretilmeyenleri öğrenmeye çalışmalıyız ancak bunu birlikte yapmalıyız, ayrı ayrı değil. Bu da, toplumlarımız arasında yeniden yakınlaşma ve güven tesisi için anahtar niteliğinde olabilir. Çok zor görünse de aslında o kadar da zor değildir, son 20 küsur senedir röportaj yaptığım insanların anlattıklarına, her gün yazdıklarıma ve toplumlarımızın bu yazılanlara tepkilerine baktığımda bunu rahatlıkla söyleyebilirim... Elbette çözüm taraftarı olmayanlar doğal olarak böylesi bir yüzleşmeye karşı çıkacaktır çünkü onlar Kıbrıs sorununun devamını ve çatışma koşullarının kalıcılaşmasını hedeflemektedir. Ancak toplumlarımızın büyük çoğunluğu böylesi tartışmaları memnuniyetle karşılayacaktır çünkü geçmişte neler olduğuna dair yeni şeyler öğrenecekler ve aynı zamanda seslerinin duyulmasına ve bu adada gerçekten de böyle şeyler yaşanmış olduğunun teyid edilmesine neden olacaktır böylesi bir süreç.
Böylesi tartışmalar ada çapında yaşılabilir, sade yurttaşlar konuşmacı olarak davet edilebilir – kelli felli isimlerden söz etmiyorum, sade yurttaşların kendi yaşadıkları geçmişi anlatmalarından söz ediyorum... Böylesi bir etkinliği geçmişte Lefkoşa’da Uzunyol’daki “Barış Holü”nde yapmıştık, on küsur sene önce ve gerek 1963-64’te, gerekse 1974’te birbirinin hayatını kurtaran insanları onore etmiştik insaniyetleri nedeniyle... Düzenlediğimiz törenden sonra etkinlik bir tür “açık mikrofon” etkinliğine dönüşmüştü, insanlar mikrofonu ellerine alıp kendi yaşadıklarını anlatmaktaydı... “İnsanlar” derken de tek taraflı değildi bu, adamızın tüm toplumlarından insanlardı... Salon hıncahınç dolmuş, kalabalık dışarıya taşmıştı... Kıbrıs’ta barış ve yeniden yakınlaşma hareketi olarak o günlerde gerçekleştirdiğimiz en unutulmaz etkinliklerden biriydi bu...
PEO ile DEV-İŞ Kadın Büroları'nın Pervolya etkinliğinde birlikte geleneksel Kıbrıs danslarını öğrenen kadın çalışanlar...
DEV-İŞ ile PEO'nun Pervolya'daki etkinliklerinde şair Neşe Yaşın bir atölye çalışmasını yönetiyor...
(Devam edecek)