Polisin istediği 7 yasa bence çok önceden gündemdeydi. Son zamanlarda meydana gelen savaş ve canlı bombalar bu taleplerin gündeme getirilmesine olanak sağladı. Böyle bir zamanda bu yasaların geçmesini talep etmek, halkın güvenliğini sağlamaya dönük bir girişim olarak algılanabilirdi. Öyle mi oldu, bu algı sağlanabildi mi emin değilim ama ‘muhbir’liğe ödül, örgütlere sızıp bilgi almak gibi yasa maddelerinin ilerleyen zamanda nasıl kullanılacağı, özgürlüklere müdahale edilmeyeceğinin güvencesi kimden alınabilir ki?
Bu yasalar da ‘korku imparatorluğu’na yardımcı olan maddelerden başka bir şey değil galiba… İlk bakışta ‘suç örgütü kurma, yönetme, yasa dışı insan kaçakçılığı, insan ticaretine hapislik verilmesi, terörizm, uyuşturucu, tehdit gibi suçlarda polisin dinlemesi’ gibi maddeler ‘iyi niyetli’ gibi görünse de bu maddeler hakkında ‘iyi niyetli’ düşünememek, devlete olan güvensizlikten kaynaklanıyor daha fazla… Çünkü otoritenin kimde, hangi kurumda olduğu belli olmayan yerde yasaların uygulanma biçimine güvenmek çok da mümkün olmuyor.
***
Kaldı ki polisin istediği söylenen yasa maddelerinin Tufan Erhürman’ın ifade ettiği gibi “güvenlik uğruna özgürlüklerin teslim edilmesi” anlamına geldiğini anlamak için çok da okumaya, yazmaya gerek yok hani…
Yine ilginç bir şey yaşanıyor… Polisin istediği! 7 yasa maddesi için Bakanlar Kurulu onay verirken, meclise gidip tartışılacakmış. Kim hayır diyecek? TDP herhalde der. UBP ve DP der mi! Sanmam. Peki CTP! Hükümet üyeleri evet derken vekiller ve CTP organları ne der? Yoksa su konusunda olduğu gibi şimdi de CTP Parti Meclisi topu alacak ve “maddeler insan haklarına aykırı” deyip karşı mı duracak! Maddelerde tadilat mı isteyecek? Su konusunda olduğu gibi birkaç maddede tadilat mı yapılacak! CTP’nin, sivil toplumun itirazlarını kim karşılayacak? Polis mi! Biraz tuhaf oldu galiba!!!
Polis kime bağlı?
Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na…
GKK’nın başında kim var?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir general… TSK kimin ordusu… Türkiye’nin… Peki böyle olunca bu maddeleri kim istemiş oluyor yani!..
***
Evet, özellikle son zamanlardaki kötü gelişmeler elbette ki toplumuzda da bazı güvenlik tedbirlerine ihtiyaç olduğunu bize gösteriyor ancak bu ihtiyacı korku imparatorluğu yaratarak, özgürlüklerimizden vazgeçerek gidermek geri dönülmez çok büyük yaraların açılmasına neden olabilir.
Dikkatli olmakta yarar var.
---------------------------------------------------------------
O’nsuz bir yıl…
Nurten aramızdan ayrılalı bir yıl olmuş. Geçen yıl bugünlerde haber geldiğinde sanki kötü bir şakaymış gibi geldi ama ne yazık ki gerçekti. Nurten uzun yıllardır amansız hastalığa direniyordu… Öyle bir direnç ki!.. Herkesi şaşırtıyor, daha bir kendisine hayran bıraktırıyordu. Hastalıkla geçen o uzun yıllarda da hep çalıştı, emeğini hiç sakınmadı… Öyle mutluydu çünkü, belki de o direncin kaynağıydı bu emek yoğun yaşam… Hastalık bazen halsiz düşürüyordu vücudunu, yatıyordu ama hep daha canlı kalkıyordu yatağından çünkü yapacak işleri vardı…
Anne olamamıştı belki ama Nurten’in çok çocuğu vardı… Anaçtı, alırdı veya almazdı ama O karşılıksız veriyordu bütün sevgisini… Kardeşleri, dostları, yoldaşları çoktu… O’nun kendisi çoktu zaten… İnsandı, anaydı, ablaydı, kardeşti, koruyucuydu, danışmandı, sevgiydi, herşeydi… Ve de tekti… O başkası değildi… O Nurten’di… Rahat uyu Nurten… Sevenlerin yanıbaşındaydı… Seni unutmadılar… Unutturmadın ki!.. Unutulmazsın ki!..
--------------------------------------------------------------------------
MERAK EDİYORUM
Gün ışığı
Dün yine bir saat kaybettik… Saatler bir saat ileri alınınca dünkü hayatımızdan bir saat eksik yaşadık yani… Bu saatlerin ileri alınması, geri alınması gün ışığından daha fazla yararlanmak, elektrik enerjisinden tasarruf etmek ve bunu yaparken de ekonomiye, üretime daha fazla katkı sağlamak amaçlanıyor… Dünya bu uygulamayı yaparken biz de buna ayak uydurmak durumundayız tabii ki ama merak ediyorum ülkemizde bu uygulamayla ne kadar tasarruf yapıldı, gün ışığından daha fazla yararlanmanın karşılığında verimliliğimizde bir artış sağlandı mı!?
-------------------------------------------------------------------
OYUN
‘EV’
Girne’de mahallemizde yeni savaş modelinin paranoyası haline gelen şüpheli paket varken biz Lefkoşa’da eski savaşın ardından ortaya çıkan durumlardan birinin işlendiği LBT’nin ‘Ev’ini izledik. ‘Bu ev kimin’ veya ‘Kim bu eve ait’ sorunsalının çok yalın, net ve çok akıcı anlatıldığı oyun için Aliye Ummanel’i kutlamak gerek. Elbette ki oyuncuları da… Deniz Çakır, Melihat Melis Beşe, Hatice Tezcan, Kıymet Karabiber, Asu Demircioğlu ve Aytunç Şabanlı… Kıymet Karabiber benim için daha öne çıkan isim oldu oyunda… Ve tabii ki emeği geçen herkesi de kutlamak gerek.
Göçü yaşayanların daha da içselleştirdiği oyunda, geçmişte ve şimdi yaşadıkları duyguları bir kez daha yaşadılar… Gerçek, bir kez daha suratlara vurdu. Mesaj verme kaygısı olmadan mesaj da alınıyordu ve şunu söylemek gerekiyor ki içinde olduğumuz durumun net yansımasıydı tiyatro sahnesine yansıyan… LBT’ye bir kez daha tebrikler…
---------------------------------------------------------------
"Uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil, o güce karşı koydukları için yükselirler."
W. Churchill