Suyu konuşuyoruz. Ama su üzerinden bambaşka, çok daha genel bir konu üzerinde tartışıyoruz aslında…
Su meselesinde temelde iki görüş var.
Bunlardan biri, “suyu biz yönetmeliyiz ve yönetebiliriz” diye özetlenebilir.
Diğeri ise tam tersi: “Suyu biz yönetmeyelim, çünkü yönetemeyiz, çünkü yönettiklerimizi de yüzümüze gözümüze bulaştırdık.”
Bir kamp ‘toplumsal güven’i, diğeri ise ‘toplumsal güvensizlik’i savlıyor.
Hangi tarafın haklı olduğu yargısına varmak zor… En azından bugünkü aklımız ve deneyimlerimiz bizi iki arada bir derede bırakıyor.
Çünkü şu ‘özgüven’ meselesi Kıbrıslı Türklerin genlerine işlemiş durumda…
Uzun soluklu plan ve projeler üretemiyor oluşumuzun, her kritik konuda Godot’yu bekleyişimizin çok derin kökleri var toplumsal hafızamızda…
Yaşanmışlıklar bizi bu noktaya getirdi.
**
Biz özgüveni zayıf bir toplum olduk. Bunu kabul edelim.
Bu durum aslında ‘ana-yavru’ konseptiyle izah edilebilinir.
Türkiye ‘ana’, KKTC ‘yavru’ olarak konumlanıyor ya hep…
Sürekli ‘ana’sının baktığı, her konuda ‘ana’nın karar verdiği bir durumda ‘yavru’ nasıl büyüsün, nasıl kendi kararını vermeyi öğensin, nasıl cesaretlensin, nasıl kendi ayakları üzerinde dursun ki?
Bizim geldiğimiz noktanın özeti budur.
Biz kendimizi ‘hiç’likle malul görmeye alışmışız.
Kimiz ki biz?
Bir avuç insan…
Türkiye’nin bir mahallesinden daha az bir nüfus…
“Sizi koruruz da, besleriz de, okuturuz da… Siz siz üretmeyin, biz yollarız gerekenleri” mantığıyla daha da bağımlı hale getirilmiş bir cemaat…
Süreç içinde bunlar oldu. Biz her şeyimizle Türkiye’ye bağlandık. Kültürel bağlanmayı sağlamak için eğitim sistemi entegre edildi. Türk medyasının buradaki etkinliği bilinçli biçimde sağlandı.
Tekrar etmeye gerek yok bunları…
**
Şimdi zaman zaman “kendi ayakları üstünde durmak”tan ve “özgüven”den söz edenlerin zaman zaman düştüğü yaman çelişkilerden birinin kavşağındayız.
Su meselesinde “Biz bu işi yapamayız” diyenlerin bir kısmı, bu toplumun “kendi ayakları üstünde durması” gerektiğini de söylerler her zaman…
Peki ama “kendi ayakları üzerinde durmak” sadece ‘denk bütçe’ hedeflemek midir?
Eğer “kendi ayakları üstünde durmak” sırf matematiksel ve bütçesel değerler üstünden okunuyorsa, bu toplum bitmiş demektir.
Eğer bu toplum kendisini yönetenlere, kendi mühendisine, kendi iş insanına, kendi doktoruna, kendi bakkalına, kendi dülgerine inanmayacaksa, toplumun özgüveni sıfırlanmış demektir.
Bir başka deyişle su konusunda “Biz beceremeyiz, yapamayız” görüşünde olanların argümanlarının vardığı nokta “Bu ahaliden bir şey olmaz” tespitidir.
Eğer tespit buysa, son çıkan ışığı da kapatsın.
Bari cereyan parası yükselmesin!