Kuaför bir şenlikti küçükken. Kuaföre gidilmişse bir eğlence var demekti. Ablalardan birinin düğünü, doğum günü partisi ya da başka bir kutlama.
Topluca gidilirdi. Bir kadın ritüeli gibiydi. Aynalar ışıl ışıl parlar, saçları bigudilere sarılı kadınlar oralardaki yansılarına bakarlar ve çıkışta sahip olacakları güzelliği hayal ederlerdi.. Başlarına geçirili nizampili makineleri kulaklarını yakar; arada bunalıp çıkarırlar, kızlara bigudileri açtırıp kuruyup kurumadığını kontrol ettirirlerdi. Bizim oralarda ojeye “mani gül” derlerdi. Ele konan gül gibi. Ruja ise “kırmızılık”... O zamanlar dünya büyüktü; yabancı kelimeler daha yavaş seyahat ederler ve kolay nüfuz etmezlerdi dile. Biz küçük kızlar da bir parça nasiplenirdik bu kuaför seanslarından. Saçımıza bir kesim yapılırdı en azından… Düğün varsa ve “küçük gelin” olacaksak bigudilerle bukleler oluşturulurdu. Anneler izin verirse tırnaklara “mani gül” sürülürdü.
Kuaförler her zaman bana bu şenlik halini hatırlattığından mı nedir hep sevmişimdir oraları. Gerçi şimdilerde daha çok ticarethaneyi andırıyorlar ama yine de şu kadın ve modernlik halleri cezbedicidir benim için.
Kadınlara dair bir başkaldırıyı ve özgürlüğü fısıldar bazen kuaförler. Çok özel, çok kadınsı birşey vardır oralarda. Hayatlarının bir döneminde güzel kadınların sürekli kendilerini izledikleri bir gizli ayna taşıdıklarını düşünürüm. Sürekli bazı film kareleri içinde kendini görme hali. Aslında oldukça sinir bir durumdur bu. Başka kadınları görmeyen kendi hayalleri ile mest bir sis bulutunun içinde yürüyen kadınlar vardır. Bir konferansta böyle bir kadın vardı. Erkekleri kendine aşık etmek için oradaydı sanki. Kaç kez “günaydın” dememe rağmen beni görmemişti. Her gün özenle seçilmiş yeni kıyafetler giyiyordu. Seyirciye bakmaması gereken bir oyuncu gibiydi. Büyülediği bir erkeğe dönüktü bakışları. Esas oğlanı etkilemek için yardımcı erkek oyuncularla da ilgileniyordu. Gerilim ve kıskançlık yaratmak; erkeği yarış kulvarına koyup adrenalini yükseltmek için gerekliydi bu. Bazen biz yardımcı kadın oyuncularla da ilgileniyordu. Çünkü senaryoda esas kızın kız arkadaşları da olması iyi olurdu.
Başrol oyuncusunun kız arkadaşları olarak biraz gıcık kaparak izliyorduk onu; o ise bizi hiç görmüyordu. Bir sahne iyice tepemi arttırmıştı. Bir suikaste kurban giden Nobel ödüllü barışçının vurulduğu noktadaki anıta bakarken sonunda gözyaşları içinde esas oğlana sarılmış ve işte o an zafere ulaşmıştı. Biz seyirciler ise filme afiş olabilecek bu sahneyi hep birlikte izlemiştik.
Kuaförlerde de bazen böyle kadınlar görürürüm. Bir hayalin içinde yaptırırlar saçlarını. Bakışları gecenin uzak saatlerine doğru bakar.
Kuaförlerde hülyalı bakışlarıyla uzaklardaki bir hayali kovalayan manikürcü kızlar ise favorimdir. Bir kez Bodrum’dan Balıkesir’e doğru giderken otobüste bir manikürcü kız oturmuştu yanıma. Yoksulları zaman zaman yoklayan o sivri şansa sahipti. Canı sıkılan, zengin ve yalnız bir müşteri lüks bir otelde yapacağı tatil için kendisine eşlik etmesini teklif etmişti. Yalnız başına tatil yapmaya çekinen kadının yanında harika bir tatil geçirmişti.
Otobüste cıvıl cıvıldı. Hemen sohbete dalmış ve beni güldürmüştü. Muavin çocuklar da kızın çekimine kapılmışlardı. Gözleri bizim koltuktaydı. Fazladan ikram yapılıyordu bize. Herkese birse bize iki meyve suyu. Sırası gelmemişken paket içi hazır pastalardan bir tane daha.
Yolculuk böylesi bir ihtimamla geçerken manikürcü kız habire beni güldürecek birşeyler buluyordu. Öylesine mutluydu ki enerjisi bana da geçiyordu. Muavin çocuklarla, yoldaki kamyon şoförleriyle ilgili komik yorumlar yapıyordu. Kendi küçük dünyasından öylesine naïf ve sevimli şeyler işte.
2008’in Aralık ayında Delhi’de bir şiir festivaline katılacaktım ve Ürdün- Amman havaalanında sekiz saat beklemem gerekti. Bir şehir turuna katılırım niyetiyle şehre indim ama o gün Cuma olduğundan tur yokmuş ve her yer kapalıymış. Garajda önümü kesip pazarlık yapan taksicilerden biriyle cesaret edip anlaşmış ve Muhammed adlı bir taksicinin beni dolaştırmasına razı olmuştum.
Sokaklarda bir erkek kalabalığı... Bir süre sonra Muhammed’le tam da anlaşamadığımızdan aklıma bir fikir geldi. "Her yer kapalı diyorsun peki kuaförler de mi kapalı?" diye sordum. Sonunda bir kuaföre gittik. Kuaför kapalıydı ama yandaki zili çalınca bir kadın aşağıya indi ve kapıyı açtı. Muhammed’e yarım saat sonra gelmesini söyledik. Ortadoğu ve kadınlar denince aklımda hep iki filmdeki kuaför sahneleri gelir. Birisi bir kuaförde çalışan kadınların aşk hayatı çerçevesinde gelişen Karamel filmi… Beyrut’ta geçiyordu. Birileri şu ünlü “ Sex and City” dizisinden esinlenip “Oriental Sex and City” demişti film için... Ben çok sevmiştim. Bir tanıdıklığı ve sıcaklığı vardı filmin ve Ortadoğu kadınlarına dair anlatısı ilginçti. Diğeri ise " Forbidden Lies" adlı muhteşem bir belgeseldi. Belgesel gerçek hayat hikâyesi diye tam da Batılıların Ortadoğu"ya çarpık bakışını karşılayarak "best seller" olup şan şöhrete kavuşan Norma Khouri"nin yalanını ortaya çıkarmak üzere yapılmıştı. Ama bu yalan çerçevesinde Batılıların İslam algısına dair ve Norma’nın hastalanmış ruhundan hareketle hayata dair önemli şeyler söylüyordu yönetmen Anna Broinowski... İşte bu filmde de namus cinayetine kurban gittiği yalanı atılan başörtülü kız ve arkadaşı unisex bir kuaför salonu işletiyorlardı.(Tabii filmde bunun mümkün olmadığı; kadınlar erkeklerin saçını kesse kuyruğun bilmem nereye kadar uzayacağı söyleniyordu filan.)
Gittiğim kuaför "Karamel" filmindeki kuaför değildi kuşkusuz ama Ürdün’de kadınları görüp onlarla konuşabilmek için iyi bir şanstı. Kuaför, Filistinli Neriman’dı. Az sonra kızı, gelini, küçük torunu filan da indi. Yemek yemediğim öğrenilince hemen yukarıdan yemekler taşındı. Ayrılırken fotoğraflar filan çektirdik.
Dediğim gibi kuaförleri çok severim. Kimileriyle tatlı arkadaşlıklar geliştirdiğim de olmuştur.
Bir zamanlar kuaför aynasında aksine bakan o küçük kızdan bugüne değişen görüntülerimle hissettiğim bir şey ve koltukta otururken içimden geçen şöyle bir duygu vardır hep: Kadın olmak, muhteşem bir şey; her şeye rağmen!
Not: Bugün kadınlara dair gündemin şiddet ve cinayetler olduğunu hep bu konularda yazılacağını biliyorum. Ben bunca karanlık içinde eskilerden daha keyifli bir yazı paylaşmak istedim.