TC Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan NATO’nun son zirve toplantısına giderken havaalanında yaptığı açıklamada Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğinin önünü açmasını isteyenlerin önce Türkiye’nin AB sürecinin önünü açması gerektiğini söyledi; yoksa açılmayacaktı…
Kuzey Kıbrıs’taki destekçilerine göre CB Erdoğan sözünün eridir. Kendileri geçen Eylül ayında BM’nin yeni çalışma dönemi açılış oturumunda KKTC’nin tanınmasını istemişti ya; kaçarı yok, Kıbrıs sorununun çözümünü isteyen dünya devletleri artık KKTC’yi tanıyacak… Henüz bir şey değişmedi, KKTC’nin Türk Devletleri Topluluğuna gözlemci statüsünde katılımı da Annan Planı referandumu sonrasında KKTC’nin İslam İşbirliği Teşkilatına aynı statüde katılımından öte değildi… Dolayısıyla CB Erdoğan’ın sözünün eri olduğuna inananlar hala daha onun KKTC’yi dünyaya tanıtacağı beklentisi içinde… Ne var ki CB Erdoğan’ın içinde olduğu beklentiler Türkiye ile ilgilidir; Kıbrıs konusu, KKTC ve Kıbrıslı Türkler ise CB Erdoğan’ın Türkiye ile ilgili beklentilerini elde edebilmesi için sadece ve sadece kozdur. CB Erdoğan’ın sözünün eri olduğu Türkiye siyaseti ve Türkiye’nin uluslararası çıkarları bağlamında düşünülmelidir
NATO toplantısı sırasında CB Erdoğan ABD Başkanı dahil olmak üzere NATO’nun önemli ülkelerinin başkanları ile ikili görüşmeler yaptı; sonuçta da İsveç’in NATO üyeliğinin önünü açtı. Sözünün eri olduğuna göre, Türkiye’nin de AB üyeliği sürecinin önünün açılmasını garantilemiştir demek; yoksa İsveç’in önünü açmazdı… Uluslararası siyasette Churchill dediğinden, sadece ülkelerin çıkarları önemlidir. CB Erdoğan için de Türkiye’nin şimdi içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik konjonktürde AB üyeliği çok önemlidir, kaçınılmazdır; daha önceleri umursamadığı sürecin canlanmasına, önünün açılmasına ihtiyacı vardır. Dolayısıyla, CB Erdoğan İsveç’in NATO üyeliğinin önünü açarken, uluslararası siyasette hiç de yadırganmayan bir şantaj stratejisi güttü, AB üyelik sürecinin canlanması için gerekli teminatları aldı. Sürecin çalışması, ilerlemesi ve olumlu sonuçlanması Türkiye’nin kendi ödevlerini yapması ile mümkündür.
Nedir bu ödevler? Tüm aday üye ülkeler için aynı ölçütlerdir; ülkenin ekonomisi ve demokrasisi için Maastricht ve Kopenhag Kriterlerini yerine getirmek… Ancak, Türkiye için bir ek kriter daha var; uluslararası siyasete göre Türkiye AB üye devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzey yarısında işgalcidir. Dolayısıyla, AB üyelik sürecini canlandırıp olumlu sonuçlandırmak isteyen Türkiye bu sorunu da çözmelidir; yani Kuzey Kıbrıs’taki askeri işgal birliklerini çekmelidir. Garantörlük statüsü ise Kıbrıs sorunu çözümü içinde ilgili tüm taraflarla mutabakat içinde varılacak bir sonuçtur. CB Erdoğan AB üyelik sürecinin önünün açılması için kimlerden, nerelerden teminat alıp da İsveç’in NATO üyeliğine evet demişse mutlaka Kıbrıs sorununu çözmek için de söz vermiştir; yoksa AB üyelik süreci hiç mi hiç canlanamaz…
Kıbrıs sorununun çözümü de uluslararası siyaset için halen geçerli olan BM Ölçütleri ile mümkündür; uluslararası siyaset ve toplum için iki ayrı devletli çözüm diye bir gündem yoktur, olması da olası değildir. Demektir ki, İsveç NATO’ya, Kıbrıs sorunu da BM Ölçütlerinde çözülmek üzere BM çatısı altında masaya… CB Erdoğan’ın güvendiği de işte bu masadır çünkü bu masa Kıbrıs Rum hakim siyasetinin korkulu rüyasıdır… Annan Planı’nı reddederken dönemin Kıbrıslı Rum lideri Papadopulos “Kıbrıslı Rumların yönettiği bütünlüklü bir devlet devraldım, onu devredeceğim” demişti… Crans-Montana’da masayı deviren Kıbrıslı Rum heyetin derdi BM Güvenlik Konseyi’nin de kararı olan Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetiminde Kıbrıslı Türklerin etkin ve eşit siyasi taraf olgusunu kabullenememekti. BM Genel Sekreteri de yeni bir görüşme sürecinin BM Ölçütleri ve kararları kapsamında ve sonuç odaklı olacağını söylemişti… Yani Kıbrıslı Rumların hem BM kararlarını kabulünü teyit etmesi hem de görüşme sürecinin bir sonuçla tamamlanacağını kabul etmesi gerekiyor. Yani yok öyle otur masaya da, istediğinde devir masayı da çık git ve daha sonra gene “Kaldığımız yerden devam edelim” diye yalvar yakar olmak… Ve görüşme sürecinin sonunda da şekillenen antlaşma taslağı referanduma sunulduğunda Kıbrıs Rum tarafının gene reddetme şansı da olmayacak; çekirge iki defa zıpladı, üçüncü zıplama olursa çekirgenin hiç istemeyeceği bir zemine düşmesi olacak…
Hani bazıları derler ya, CB Erdoğan Annan Planı’nı desteklerken Kıbrıslı Rumların bu planı reddedeceğinden emindi; o zaman öyle olduğu zayıf bir olasılıktı ama şimdiki ortamda CB Erdoğan’ın böyle bir inancı ve beklentisi olması mümkündür. Onun için CB Erdoğan Türkiye’nin AB üyelik sürecinin önünün açılması için ilgili taraflardan teminat alırken, Kıbrıs sorununun çözümü için kendisinden beklenen katkıyı koymaya söz vermiş olması kuvvetle muhtemel; hatta ilgili taraflara “Bu konuda benimle değil Rumlarla uğraşın” demiş olabilir de; demişse yanlış da dememiştir.
Sonuçta ne mi olacak?! İsveç’in NATO üyeliği için CB Erdoğan’ın başına üşüşenler Kıbrıslı Rum lider Hristodulis’in başına üşüşecek… Crans-Montana Konferansı’nda Anastasiadis’e masayı devirten kişi olan Hristodulis’e masayı kaldırıp, toparlayıp, devrilmezden önceki hale getirtecekler ama ek koşullar ile; masadan çözüm ile kalkılacak, uzatmalara oynanmayacak, referandumda reddedenler de ceremesini çekecek, yok öyle Annan Planı’nı reddedip AB üyeliğini kazanmak benzeri sonuçlar…
Öyle anlaşılıyor ki son NATO zirvesi, dolaylı da olsa, Kıbrıs sorununun BM Ölçütlerinde çözümünün de önünü açmıştır. Kuzey Kıbrıs siyaseti ne yapacak?! Halkın çoğunluğu zaten BM Ölçütlerinde çözüme destek veriyor; sağ siyaset ise Annan Planı’nda olduğu gibi karşı… CB Erdoğan Türkiye’nin çıkarları için bir adım atmışsa, Kuzey Kıbrıs’ta Erdoğan’a yamanan sağ siyaset ve hükümet partileri elbette “Anavatanın yüksek çıkarları için CB Erdoğan’ın yanındayız” diyecekler… Silahını alıp dağa çıkacağını söyleyecek olan olmayacağı gibi, görevini terk edip sahibi olduğu TV’yi yönetmeye gitmek isteyen de olmayacak… Ancak Türkiye’nin AB üyelik sürecinin ilerlemesinde risk alınmayacağına göre, Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde de risk alınmayacak; görüşme masası BM tarafından sonuç odaklı kurulacağına göre Kıbrıs Türk tarafının masadaki temsilcileri BM Ölçütlerinde bileşik federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kesintisiz ve savrulmadan savunan barış güçlerinin temsilcileri olacak…
Hade hayırlısı; önümüz açılıyor…