Hafızaları Tazelemek Gerek!

Hafızaları Tazelemek Gerek!

Tufan Erhürman

Bu yazıya, daha önce Kıbrıslı Türklerin Halleri’nde aktardığım (Kıbrıslı Türklerin Halleri, Lefkoşa, Işık Kitabevi Yayınları, 2011, s. 31-32) bir hikayeyle başlamak istiyorum. Gabriel Garcia Marquez’in, Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanında anlattığı, Macondo kasabasında yaşayanların uykusuzluk hastalığına yakalanmasına ilişkin hikayedir hatırlatacağım.

Romanda, uykusuzluk hastalığı çok kısa bir süre içerisinde bütün Macondo’ya yayılır. Hikaye bu ya, insanları uykusuz bırakmasına karşın yormayan, bitkin düşürmeyen bir hastalıktır bu. Ama yine de çok vahim bir sonucu vardır: Bellek kaybı. Hastalığa yakalanan kişi önce çocukluktan kalma anılarını unutur. Giderek eşyaların adlarını ve ne işe yaradıklarını bilmez olur. Sonunda insanları tanımamaya başlar, kendini dahi unutur, belleğin yitimiyle birlikte en yakın geçmiş bile kaybolur gider. Bu durum, öykünün kahramanlarından Aureliano ‘kazara’ hafızaları tazeleyecek bir yöntem bulana kadar devam eder. Bulduğu yöntem son derece basittir. Nesnelerin üzerine adlarının yazılı olduğu kağıtlar yapıştırılacak ve böylece her bir nesneyi gören onun adını da hatırlayacaktır. Masanın üzerine ‘masa’, tencerenin üzerine ‘tencere’ yazılacaktır mesela. Aureliano’nun yöntemini babası José Arcadio Buendia biraz daha geliştirir. İneğin boynuna astığı yazıda hayvanın adıyla yetinmez ve şu açıklamayı da ekler: “Buna inek derler. Süt versin diye her sabah sağılması gerekir, sütün de sütlü kahve yapmak üzere kahveyle karıştırılabilmesi için kaynatılması şarttır” (Gabriel Garcia Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık, çev. Seçkin Selvi, İstanbul, Can Yayınları, 2008, s. 43-46).

Kıbrıslı Türklerin Halleri’ndeki yazının yayımlanmasından uzunca bir süre sonra bana hikayeyi yeniden hatırlatan, Özuğurlu’nun, “Sınıf Çözümlemesinin Temel Sorunsalları” başlıklı yazısı oldu. Marx’ın, Kapital’in birinci cildinde yer alan “... değer, göğsünde ne olduğunu anlatan bir yafta ile ortalıkta dolanmaz” cümlesini, biraz değiştirerek, metalar, üzerlerinde ne olduklarını anlatan yaftalarla dolaşmaz şeklinde aktarmış Özuğurlu (Metin Özuğurlu, “Sınıf Çözümlemesinin Temel Sorunsalları”, Praksis, Sayı: 8, s. 41).

O cümleyi okuyunca, Kıbrıs’ın kuzeyinde hala solda durduğunu iddia eden kimi siyasetçi, gazeteci ve kanaat önderlerinin, KTHY personeli CAS çalışanlarının, kamuda görev yapan eski KTHY personelinin, geçici personelin, “Göç Yasası” adıyla anılan 47/2010 sayılı Yasa’dan sonra kamuda istihdam edilenlerin, sendikasız, toplu iş sözleşmesiz özel sektör çalışanlarının, vd.’nin sorunları karşısındaki tutumları geldi aklıma. Bir yolunu bulup, liberallerin çok sevdiği bir yöntemle çalışanların sorunlarının neden çözülemeyeceğini bütçedeki rakamlarla açıklamaya fena halde hevesli olan bu grup mensuplarının hafızalarını tazelemek gerektiğini düşündüm.

KTHY personeli CAS çalışanlarından her birinin boynuna bir yafta asıp, üzerine, “bu bir insandır. 1988’de KTHY’de çalışmaya başladı. 2010 yılına kadar 3,800 TL maaş almaktaydı. 2010’da maaşı 1900 TL’ye düştü. Şimdi işsiz ve kendisine işe başlaması için 1560 TL öneriliyor” yazmak geldi içimden. Yukarıda sıralanan diğer çalışanlar için de benzer yaftalar düşünülebilir. Yaftaların üzerine yazılacaklar arasında en önemlisi kuşkusuz birinci cümledir: “Bu bir insandır”. Yani bu gördüğünüz bir rakam falan değildir. Onun bir hayatı, muhtemelen ailesi, çocukları, bakmakla yükümlü oldukları vardır. Ayrıca çoğu zaman zannedildiği ya da zannedilmek istendiği gibi Kıbrıslı Türklerin vesayetten kurtulmasının, özne olmasının tek yolu, bu insanın hayatını mahvetmek değildir. Eğer aynı anda bu toplumdaki herkes büyük fedakarlıklar yapacak olsaydı, belki bu insandan da aynı şey beklenebilirdi. Ama belli ki yalnız “insan” değil, “adil gelir dağılımı” gibi kavramlar da hafızalardan silinmiş. O halde belki de José Arcadio Buendia’nın yaptığı gibi biraz daha çoğaltmak ve ayrıntılandırmak gerekebilir yaftaları. Mesela başka bazı kişilerin boyunlarına da şöyle yaftalar asmak gerekir: “Bu da KTHY personeli CAS çalışanları gibi bir insandır. Ama bunun havuzlu bir villası, son model arabası, özel okullarda okuyan çocukları vardır. KTHY personeli CAS çalışanları çocuklarına ilaç dahi alamazken, bu gördüğünüz, çocuklarını özel hastanelerde tedavi ettirmektedir”.

Hiç de kısa sayılamayacak bir süreden beri, Kıbrıs’ın kuzeyinde solda olduğunu ısrarla söylemeye devam eden bazı kişiler, Macondo kasabasında yayılan hastalıktan muzdarip gibidirler. Bunlar, önce durdukları yerden konuşabilmelerini sağlayan, “sınıf”, “adalet”, “eşitlik”, “adil gelir dağılımı” gibi kavramları unuttular. Sonra, insanları tanımaz, dahası onların rakam ya da nesne değil, insan olduklarını hatırlamaz oldular. Hastalığın biraz daha ilerlemesiyle son aşamaya varıldı: Bu kişiler, kendilerini, ne olduklarını, solda durmanın ne anlama geldiğini de sildiler hafızalarından. Ama Marquez’in söylediği gibi, bu hastalık bellek kaybıyla sonuçlansa da, yormuyor, bitkin düşürmüyor insanı. Belleğini kaybeden, kendi kavramlarını, değerlerini, ilkelerini yitiriyor ama oradan buradan devşirdiği, kendisine ait olmayan birtakım kavramlar, değerler ve ilkelerle hiç durmadan konuşmaya devam ediyor. Belki en fenası, solda durmanın ne demek olduğunu unuttuğu için hala solda durduğunu sanıyor. O zaman belki de diğer yaftalardan daha da önemlisi bu kişilerin boyunlarına asılacak olandır. O yaftaya, “bu bir solcudur. Sömürenin değil, sömürülenin saflarındadır. Odak noktası rakam değil, insandır. İlkeleri eşitlik, adalet ve özgürlüktür” diye yazsak, sonra bu kişileri günde beş defa aynanın karşısına götürüp, boyunlarında asılı yaftalarda yazılı olanları okumalarını sağlasak, hastalıkla mücadele yolunda hayırlı bir ilk adım atmış olur muyuz? Kafamı ellerimin arasına alıp kara kara bunu düşünüyorum bu günlerde!

 

Dergiler Haberleri